Yıllardır askeri gücüyle övünen Türkiye, zenginlik ve refah yönünden dünya sıralamasında 90. sıralarda bulunmaktadır. Oysa silah alımında dünya dördüncüsüdür. Uluslararası Barış Enstitüsünün 1998 rakamlarına göre, dünya genelinde silahlanmada azalma görülürken, Türkiyede silahlanmada artış olmakta. Uzmanlar Türkiyenin silah pazarına yılda ortalama 6-7 milyar dolar akıttığını söylüyorlar. Türkiyenin dış borçlarının büyük bir bölümü de silah alımında kullanılan borçlanmaların ürünüdür. Emperyalist ülkeler, borçlandırmayı para yerine askeri malzeme ve silah olarak yapmaktadır çoğu durumda.
55 yıldır ABDnin mutlak güdümünde olan Türkiye, NATO ilişkileri çerçevesinde, silah çeşitlerinden sayısına kadar tüm bilgileri ABDye bildirmek zorundadır. Almanyadan tank alması için de, 145 saldırı helikopteri için de (her kimden alırsa alsın), ABDden izin almak zorundadır. F-16 savaş uçakları üretiyoruz diye övündükleri, gerçekte F-16 motorunun binlerce parçasından, 20-30 parçasının içerde üretiminden ibarettir. Üretilen silahlar ve askeri malzemelerin hangi emperyalist ülkenin ortaklığında yapıldığı önemli değildir, önemli olan Türkiyenin kendi silahını ve uçağını kendi başına yapamadığıdır. Silah üretimi ABD denetimindedir. Türkiyeye giren silahların bir sınırı vardır. Belli bir kota ABD tarafından uygulanmaktadır.
Askeri gücüyle övünen, bu alanda hiçbir harcamadan çekinmeyen Türk devletinin, geçen yılki askeri harcaması 9,6 milyar dolardır. En son saldırı helikopterleri için dört milyar dolar ödenecektir. Yapılan göstermelik ihale sonucunda sipariş ABDye verilmiştir. Bu taktik ve taarruz helikopterleri her türlü teknik donanıma sahip, saldırı mahiyetli kullanılan helikopterlerdir.
Bu kadar güçlü askeri kuvvete sahip olduklarını söyleyip duranların, tüm teknik savaş hazırlıkları gerçekte bir yutturmacadır. Asıl amaçları, sermaye devletinin güçlü olduğu ve hiçbir gücün ona karşı koyamayacağı kanaatini emekçilerde oluşturmaktır. Diğer bir gerçek ise, elindeki bu askeri gücü dışarıdan çok içeriye karşı kullanacak olmalarıdır. 60-70-80 cuntaları, Kürt halkının ulusal mücadelesinin bastırılması, grev ve gösterilerde işçi-emekçilere uygulanan terör, bunun bugünkü kanıtlarıdır.
Türkiyede silaha yapılan harcamanın onda biri sağlığa yatırılmış olsa, sağlık imkanları geniş olurdu ve önlenebilir hastalıklardan ölümlerin önü büyük ölçüde alınırdı. Bakımsızlıktan ölen ve çeşitli kalıcı hastalıklara yakalanan çocukların sayıları bu denli çoğalmazdı. Aynı biçimde silaha yapılan harcamalar kadar kaynak eğitime ayrılsaydı, ayrımsız olarak tüm işçi-emekçi çocukları gönül rahatlığıyla okullarına gider, istedikleri okulda okuma imkânları bulurlardı.
Konut sorunu, ulaşım sorunu, memur ve işçi ücretleri sorunu, emekliler sorunu gibi sorunlarla dolu bir ülkede, devletin askeri gücüyle bu denli övünmesi, onun sallantıda olan iktidarını ayakta tutma kaygısı ve çabasının bir ifadesidir. Elbette bu denli silahlanmanın ABD emperyalizminin bölgesel jandarması olma hevesleri ve planlarıyla da bir ilişkisi vardır. Fakat asıl kaygı ve hazırlık içe karşıdır.
Batık bir ekonomiye ve çözümsüz sosyal ve kültürel sorunlara sahip olan, işsizliği ve yoksulluğu çığ gibi büyüyen bir ülkeye hükmedenler, askeri planda ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, günü gelecek işçi sınıfının örgütlü gücü karşısında ezilip gideceklerdir. Ne işkenceleri, ne sokak infazları, ne F (hücre) tipi hapishaneleri, ne de güçlü orduları onları kurtarmaya yetmeyecektir.
Çiğli Organize Sanayi Bölgesinde çalışan bir tekstil işçisiyim. Sermayenin işçi sınıfını yoğunluk ve kolaylıkla sömürdüğü bir sektördür tekstil. Ben de sömürünün had safhada olduğu bir fabrikadayım. Size öncelikle insana verilen önemden bahsetmem gerekiyor.
Bütün işçiler yemeğe çıkmış yemek yiyorduk. Bayanın biri fenalaşarak sandalyeden yere düştü. Durumu hemen ustaya bildirdik. Fakat adamın ilk verdiği tepki gülmek oldu. Buna, benzer durumlara alışık olduğunu tereddüt etmeden söyledi. Bu durum karşısında parmağını bile oynatmayan usta, yerinde oturmaya ve yemeğini yemeye devam etti.
Bayanın arkadaşları bayanı dışarı çıkararak hava almasını sağlamaya çalıştılar, sonra yetkili birine bildirdiler. Fakat işveren elinde naneli şekerle 15 dakika içinde ancak gelebildi. Bu durumun çirkefliği ve acısıyla, bu komik davranışa gülmekten kendini alamadı işçi arkadaşlar. Nefes alamayan, mosmor kesilen, sürekli eli kolu titreyen bayana bu naneli şeker tedavisi, gerçekten iğrenç olduğu ölçüde komikti de.
45 dakikalık bir zaman kaybından sonra, kadında hareketsizlik gözlendi. Hasta arkadaşımızı orda tesadüfen misafir olan bir adam hasteneye götürdü. Herhangi bir acil durum için hiçbir araç bulunmayan bu işyerinin rezillikleri bitmiyor.
Hafta içi günlerin yanında cumartesi ve pazar günleri de çalışmaya gidilen bu sömürü cehenneminde, yıllık işçi bulamazsınız. Bir gün içerisinde 5 işçinin işine son verildiği durumlar görülmüş. Çalıştığımız artı mesai olan her ay 12 saatimiz kesiliyor. Sebep olarak gösterilen ise şu: vergi ödüyorlarmış, mesainin vergisi varmış. Yaklaşık 200 kişinin çalıştığı bu fabrikada, ağzını açana-kolunu kıpırdatana, tepki ve hakaretlerle kapı gösteriliyor. Hiçbir insani değerleri olmayan, tamamen çirkefleşen bu asalak takımının kuklası olan hanım, kendini yeterince yırtıp bağırıp çağırıyor.
Bizi her türlü sefalete terkeden, insani değerlerini tamamen yitirmiş asalak takımından oluşan sermaye sınıfına karşı örgütlenelim.
İnsanca yaşam ücretleri için birleşelim, bilinçlenelim!
Sermaye sınıfını devirelim!