ARSIVANA SAYFA
 
9 Eylül '00
SAYI: 33
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Kapitalist-emperyalist ablukayı parçalamak için...
İMF’nin 2001 programında
yine yoksullaşma ve baskı...

Belediyelerde TİS süreci yenilgiye evriliyor
KHK saldırısının niteliği ve görevler
Perde operasyonları devam ediyor
Saldırının yeni unsurları ve işçilerin büyüyen öfkesi
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri ve saldırılar
Metal işkolunda TİS’in mücadele gündemi
Metal işkolunda azgın sömürü
Grevdeki belediye işçilerine ziyaret
İMF tipi yaşama hayır!
Siyasal durum ve devrimci görevler/1
Birinci yılında Ulucanlar katliamının gösterdikleri
“Liberal hücre paketi” evresinde hücre karşıtı mücadelenin sorumlulukları
Yeni ölümler yaşanmasın!
Örgütsüzleştirme saldırısı birleşik mücadeleyle püskürtülebilir
Kapitalizm ve işsizlik
Reformist cenderenin kırılması üzerine
Semt çalışması üzerine
Yılmaz Güney partili mücadelemizde yaşıyor!
Perinçekler’in izinde yol alanlar
Mücadele Postası
 



 
 
Örgütsüzleştirme saldırısı
birleşik mücadeleyle püskürtülebilir



Çağıl Boran


Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, istatistiklerle oynayarak 10 sendikayı %10 barajının altına düşürdü. Bu sendikalar 6 ay içinde işkolu barajını geçecek kadar üye edinemezlerse, toplusözleşme yapma yetkilerini kaybedecekler. Bu olay Türkiye’deki sendikal örgütlülüğün durumunu apaçık gözler önüne seriyor, bir anda 150 bin işçi TİS hakkından mahrum bırakılıyor.

Sınıfı örgütsüzleştirme, bunun bir ayağı olarak da sendikasızlaştırma saldırısı, öteden beri sürüyor. Yeni olan, bu işin artık bu kadar kolay yapılabilmesi. Tarihsel süreçte ağır bedeller ödenerek burjuvaziye kabul ettirilmiş sendikal örgütlülük dağıtılmak isteniyor. Buna karşı sınıf cephesinden yükselen ses oldukça zayıf. Sınıflar mücadelesinin gerekleri bu durumu kaldırmaz. Türkiye işçi sınıfı, hafızasını canlandırmak, tarihsel deneyimlerinden ders çıkarmak zorundadır.

Sermaye iktidarı, ‘70’li yılların başında da sınıfın sendikal örgütlülüğüne saldırmıştı. ‘60’larda gelişen sınıf hareketinin ve mücadelesinin ürünü olan DİSK, çıkarılan sendika yasasıyla kapatılmak istenmişti. İşçi sınıfının tek tip sendika dayatamasına ve DİSK’in kapatılmasına yanıtı, 15-16 Haziran direnişi oldu. O görkemli direniş sayesinde faşist sendika yasası iptal edildi. Ne var ki, şimdi 12 Eylül faşizminin borusu ötüyor. 12 Eylül, en başta her tür sınıfsal örgütlülüğe yönelik bir saldırıydı. Sınıfın bugünkü örgütlülük düzeyi, burjuvazinin bu saldırıda oldukça büyük bir mesafe katettiğini gösteriyor.


10 milyon ücretliden 8.8 milyonu sendikasız

Nisan ‘99 itibarıyla Türkiye’de 9 milyon 824 bin ücretlinin %90.1’ini oluşturan, 8 milyon 853 bin çalışan sendikasız durumdadır.” “Kayıt dışı yaklaşık 5 milyon işçi bir yana, yalnızca istatistiklere yansıyan 10 milyona yakın ücretlinin ancak %10” civarındaki bir kesimi sendikalıdır. (Petrol-İş ‘97-99 Yıllığı’ndan...)

Bu tablo, meselenin %10 işkolu barajından öteye, çok geniş bir kapsamı olduğunu gösteriyor. İşkolu barajı dayanak yapılarak, sendikaların yetkilerinin düşürülmesi, konjonktürel olarak elbette daha özel bir anlam taşımaktadır. İMF-TÜSİAD hükümeti, “ekonomik ve siyasi istikrar”, “enflasyonun düşürülmesi”, vb. argümanlarla gündemleştirdiği yıkım programını sorunsuz uygulamak niyetinde. Meclisinden yargısına, sendika bürokrasisinden medyasına ve tüm faşist baskı ve terör kurumlarına kadar herşeyiyle kilitlendiği yıkım programının ufak da olsa aksamasını, güdük de olsa bir muhalefetle karşılaşmasını istemiyor. Yarım ağızlı bir karşı duruşu hoşgörmek bir yana, bütün güçlerin yıkım programı için çalışmasını dayatıyor. Yetki düşürülmesi konusunda Ecevit’le görüşmeye giden DİSK yöneticileri, ESK’da yer almadıkları için, “ikide bir” Ecevit tarafından azarlanıyorlar. Ecevit sermayenin mesajını net olarak vermiştir; “İMF-TÜSİAD programı için çalışmayanı, işte böyle yakarız.” Sermaye iktidarı, gerektiğinde sendika bürokrasisini bile zorda bırakacak katılıkla gerçekleştiriyor saldırısını. “Yolunu şaşıranlar”a açıkça şantaj yaparak hizaya getirmeye çalışıyor.


Hain bürokratlardan yasak savma çıkışlar

Baraj altına düşürülenler, daha çok kendince sendikal mücadele vermeye çalışan sendikalardır. Sermaye devleti, hem birkaç “diken”i budamakta, hem de topluma gözdağı vermektedir. Şimdiye kadar işçi-emekçi cephesinden anlamlı bir tepki ortaya konulmadı. Kemal Türkler’in ölüm yıldönümünün baraj saldırısına tepki vermenin vesilesine dönüşmesi ve TÜMTİS üyesi işçilerin basın açıklaması türünden eylemleri dışta tutulursa, ortaya konulan tepkiler “sendika yöneticileri”nin açıklamalarından ibaret. Bu açıklamalarda ise, “hakkımızı hukuksal yollardan aramak, yasalar çerçevesinde hareket etmek” vb. vurgular öne çıkmaktadır.

Sermayenin baraj saldırısının esas muhataplarından olan DİSK, saldırıya derhal sert yanıt vermek zorunluluğu orta yerde duruyorken, Başkanlar Kurulu toplantısından; Ecevit’le görüşme ve “eylemlerin ilk aşamada sadece sendika yöneticileri ve temsilcilerin katılımıyla gerçekleştirilmesi”, ancak “sonraki aşamalarda (yani iş işten geçmişken) tüm DİSK üyelerini kapsayacak şekilde yaygınlaştırılması” kararları çıkarılmıştır. Bu kararlar alınalı birbuçuk ayı aşkın bir süre geçmesine ve konu DİSK Kongresinde de tartışılmasına rağmen, bugüne kadar hiçbir somut girişim ya da eylem gerçekleştirilmedi.

Sınıf tabanı, özellikle de öncü, sınıf bilinçli işçiler dizginleri ele almaz da sendika bürokrasisinin tepkileri bloke etme manevralarına seyirci kalmaya devam ederlerse, işçi sınıfının kayıpları daha da derinleşecektir. İpler bürokrasinin elinde durdukça, sermaye yolunu engelsizce yürümeye devam edecektir.

Bürokratların baraj saldırısı konusundaki feveranlarına aldanılmasın. %10 barajı neredeyse 20 yıldır sınıf hareketi üzerinde demoklesin kılıcı gibi sallanıyorken, bu efendiler kıllarını mı kıpırdattılar? Sendikal örgütlülüklerin özelleştirmeler, işçi kıyımı, taşeronlaştırma, sözleşmeli-geçici işçi çalıştırma taktikleri ve esnek üretim politikalarıyla gün gün eritilmesinin başlıca sorumlularından biri de sendika bürokrasisinin kendisi değil midir? “Çalışma yaşamının demokratikleştirilmesine, İLO normlarının eksiksiz uygulanmasına, sendikal hak ve özgürlüklere saygı gösterilmesine kadar mücadele kararı” aldıklarını söylüyorlar. Yıllardır tepkileri dizginlemenin yolu olarak yaşama geçirilmeyen kararlar alıyorlar. İşçi sınıfı ve emekçiler artık lafa değil, yapılan işe bakmalıdırlar.

İşkolu barajının örgütsüzleştirme saldırısının sadece bir parçası olduğu düşünüldüğünde, sendika bürokrasisinin riyakarlığı daha iyi anlaşılır. Madem “mevcut yasal sistem toplusözleşme yapma hak ve özgürlüğünü fiilen ortadan kaldırıyor” (DİSK Genel Sekreteri Murat Tokmak’ın sözleri), o halde bu yasalara yıllardır neden seyirci kalınıyor? Yasalar çerçevesinde bir “hukuksal mücadele”yle hak kazanmak ya da mevzi korumak mümkün müdür? Bu ülkede en küçük bir hak savunusu ya da “yasal güvenceye alınan” sendikalaşma hakkı için bile, fiili-militan bir mücadele ile devletin baskı ve terörünü göze almak gerekiyor. Sendika bürokratlarının ise, bunu yapmak bir yana, mücadelenin gerekleri doğrultusunda hareket eden öncü-bilinçli işçileri, sınıf devrimcilerini ısrarla engelledikleri biliniyor.

Dolayısıyla, sermayenin örgütsüzleştirme saldırısı, bunun bir parçası olarak işkolu barajı uygulaması, sendika bürokrasisi tarafından püskürtülemez. Sermaye bunca pervasız davranıyorken beklemenin anlamı yoktur. Beklemek kadar, sorunu yukarıdaki birilerine havale etmek de kaybettirir. Sermayeye ya hemen yanıt verilecektir, ya da iş işten geçmiş olacaktır.


İşçi sınıfı büyük bir tarihsel sorumlulukla yüzyüzedir

İşçi sınıfı, soruna böyle bakabilmeli, öncü-bilinçli işçiler bunun üzerine düşünmelidirler. Baraj keyfiyetinin son bulması, sendikasızlaştırma/örgütsüzleştirmenin durdurulması, örgütlenme, grev, toplusözleşme, söz ve basın özgürlüğünün sağlanması vb. tümü, gelip meşru-fiili bir çıkışa, militan mücadele alanına çıkmaya bağlanmıştır. Bunların da ötesinde, sefalet ücreti dayatması, KİT’lerin emperyalist tekellerin ve yerli işbirlikçilerinin talanına açılması, emperyalist tahkim, sosyal güvenliğin tasfiyesi, eğitim-sağlık ve ulaşımın tümüyle özelleştirilmesi, tarımda yıkım, devlet terörünün dozunun arttırılması, F tipleriyle yaşamın tümden hücreleştirilmesi, Kürt halkının özgürlük istemini boğmada fütursuz ısrar vb., gibi belli başlı ayaklardan oluşan topyekûn saldırının püskürtülmesi, gelip işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin birleşik-militan bir mücadele hattına çıkıp çıkmamasına bağlanmıştır.

Öncü-bilinçli işçiler ve genel planda işçi sınıfı büyük bir tarihsel sorumlulukla yüzyüzedir. İşten atılma, devlet zulmü ve diğer bir dizi bedel göze alınarak mücadeleye girilirse, bu sorumluluğun başarıyla omuzlanmaması için hiçbir neden kalmaz. Kitlelerdeki öfke birikimi bizzat sermaye tarafından dillendirilmekte, düzen sözcüleri “sosyal patlama” uyarısı yapmaktadır. Derinleşen sefaletin, pervasız sömürünün, azgınlaşan faşist terörün, gelecek umudunu karartmanın kitlelerde mayaladığı öfke, kendini bir şekilde dışa vurmaktadır. Halihazırda hareketin parçalılığı, yerelliğe sıkışıp kalması ve dağınıklığı, sermaye iktidarının korkularını hafifletmekte, ona cesaret vermektedir. Politik önderlik boşluğu, sendikal bürokrasi barikatı, acımasız devlet zulmü, medya tekellerinin ideolojik bombardımanı nedeniyledir ki, sınıf ve kitle hareketi birleşik-militan bir hatta sıçrayamamaktadır.

İşçi sınıfının düzen barikatlarını aşabilmesinin en temel koşulu örgütlülüktür. Zaten düzenin başlıca avuntu kaynağı da sınıfın örgütsüzlüğüdür.


Sendikaları devrimcileştirmek görevi

Politik örgütlülüğün köşe taşları, komünistler tarafından parti ve program üzerinden oluşturulmuş bulunuyor. Programı, dolayısıyla da partiyi sınıf kitleleri ile buluşturmak, sınıfı devrime ve sosyalizme kazanmak, sınıf devrimcilerinin tüm enerjilerini hasrettikleri en acil hedef durumundadır. Sermayenin örgütsüzleştirme saldırısına en anlamlı yanıt, işçi sınıfının Partisi’ni sahiplenmesi ve program ışığında mücadele etmesi olacaktır. Sınıfa politik önderlik ve sınıfın politik önderliği, partinin sınıf kitleleri içinde ete-kemiğe büründürülmesiyle sağlanacaktır.

Parti ile sınıf arasındaki mevcut mesafe, sendikal örgütleri doğal olarak önplana çıkarıyor. “Sendikalar işçi sınıfının sermayeye karşı hergünkü mücadelesini yürüttüğü ve kendini disipline ettiği sınıf örgütleri” olarak her zaman büyük bir önem taşımışlardır. “Fakat geniş ayrıcalıklarla donatılmış sendika bürokrasisi tarafından bu işlevlerinden büyük ölçüde uzaklaştırılmışlardır.” (TKİP Programı’ndan...)

Bugün sermayenin topyekûn saldırısını sorunsuz uygulayabilmesi bundandır. %10 işkolu barajı nedeniyle TİS hakkının bu kadar kolay gaspedilmesi de sendika bürokrasisi sayesindedir. Türk-İş yönetimi, sendikal örgütlülüğe yönelik son saldırıyı destekleyen bir tutum içindedir.

Öncü, devrimci, sınıf bilinçli işçiler, Parti’nin “sermaye sınıfının bir parçası haline gelen ve işçi sınıfı hareketi içerisinde sermayenin ajanı rolünü üstlenen bu ihanet şebekesine (sendika bürokrasisine) karşı” yürüttüğü sistematik mücadeleye omuz vermeli, “işçi sınıfını devrimcileştirme sürecinin temel bir boyutu olarak sendikaları devrimcileştirmek” için tüm enerjilerini ortaya koyabilmelidirler. Örgütsüzleştirme/sendikasızlaştırma saldırısına verilecek yanıtın temel bir ayağı da budur.





IMF politikalarıyla halklar acı çekmeye
devam ediyor!



(...) Bay Cottarelli tekrar Türkiye’de! IMF Türkiye şefi bir yandan hükümeti denetlemeye, diğer yandan yeni talimatlarını bildirmeye geldi. Ancak Cottarelli kaygılanmasın, 57. Hükümet onun en parlak öğrencilerinden biri.

Sermayenin yeni sağ politikaları, bütün dünyada emekçilere ve yoksul halka yönelik saldırılarına hız verdi. Sermaye, IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar eliyle kendi ihtiyaçları doğrultusunda politikalar dayatırken; bunun faturası emekçilere ve geniş halk kesimlerine çıkarılıyor. Bugün dünyada çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu 1,5 milyar insan açlık sınırında yaşarken; sefalet, işsizlik, yoksulluk ve insan hakları ihlalleri giderek büyüyor!

Kendisini, demokrasinin kurum ve kurallarının üzerinde gören, hiçbir yaptırım tanımayan, hiç kimseye karşı sorumluluk hissetmeyen bu ekonomi cambazları, başta emekçileri hedef alıyor! IMF eliyle, ülkeler derin bir borç batağına itiliyor ve ekonomik bağımlılığı pekiştiriliyor. Yapısal uyum programlarının yarattığı azgın bir rekabet ortamı, özelleştirmeleri ve sosyal hakların geri alınmasını hedefliyor ve bütün dünyada emeğin sömürüsü, işsizlik, yoksulluk artıyor.

Ülkemizde de özellikle son yıllarda sermayenin, ekonomik ve siyasal alandaki yeniden yapılanması; IMF’nin direktifleri ile gerçekleşiyor. “Mezarda Emeklilik Yasası”, tahkim, özelleştirmeler, kamu emekçilerine dayatılan sefalet ücretleri, kıdem tazminatını ortadan kaldırma girişimleri, eğitim ve sağlığa ayrılan payın sürekli düşürülmesi bunun örnekleri. Ne dövizde bir istikrar, ne de ödemeler bilançosunda olumlu bir gelişme yaşanıyor! IMF reçeteleri öncesinde var olan dengeler bile alt-üst oluyor. “Uluslararası ticaretin” geliştirilmesi adı altında, sınırlarımız güçlü tekellere açılıyor.

Emekçiler her geçen gün biraz daha yoksullaşırken; hükümet, batık bankaları kurtarıyor, eğitimde, sağlıkta, sosyal güvenlik haklarında adım adım özelleştirme girişimlerini sürdürüyor. Karanlık ekonominin çeteleri, trilyonlara varan miktarda devleti soyarken, hükümet dayattığı sefalet ücretleriyle, enflasyonla, zorunlu tasarruflarla emekçiyi, halkı soyuyor!

57. Hükümet, bütün bu emek ve halk karşıtı politikaları IMF direktifleriyle yerine getirirken; dikensiz gül bahçesi istiyor. İşte bu nedenle emek örgütlerini, toplumsal muhalefeti susturmak, etkisizleştirmek istiyor! İşte bu nedenle lastik işkolunda, belediye işkolunda grevleri erteliyor! İşte bu nedenle yüzde 10 işkolu barajı şantajıyla sendikaları kıstırmak istiyor! işte bu nedenle Kanun Hükmündeki Kararnameyle “hak arayan, demokratik tepkilerini ifade eden” kamu emekçilerini işten atmak istiyor! İşte bu nedenle siyasi kadrolaşmaya gidiyor! İşte bu nedenle Cumhurbaşkanı’na gözdağı verebiliyor!

Hükümetin Şefi, IMF’nin ekonomi tüccarı Cottarelli yeniden Türkiye’de! Eminiz ki; hükümete övgüler sıralayacak ve yeni direktifler verecek! Ancak unutulmasın ki; övgüler dizilen hükümete tasdiknameyi emekçiler verecek!

Ve Bay Cottarelli’ye sesleniyoruz: Bütün dünyada IMF’nin politikalarıyla halklar çok acılar çekti, çekmeye devam ediyor! İnsanlık tarihi, IMF’yi ve acı reçetelerini unutmayacak! Ve IMF’yi tarihin karanlık çöplüğüne atacak! Halkları ve özgürlükleri yok eden, insanlığı tahrip eden bir kurumun Türkiye Şefisiniz! Programlarınızı ve önerilerinizi geri çekin, ülkenize geri dönün!

İstanbul İşçi Sendikaları Şubeler Platformu
Kamu Emekçileri Sendikaları İstanbul Şubeler Platformu