ARSIVANA SAYFA
 
9 Eylül '00
SAYI: 33
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Kapitalist-emperyalist ablukayı parçalamak için...
İMF’nin 2001 programında
yine yoksullaşma ve baskı...

Belediyelerde TİS süreci yenilgiye evriliyor
KHK saldırısının niteliği ve görevler
Perde operasyonları devam ediyor
Saldırının yeni unsurları ve işçilerin büyüyen öfkesi
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri ve saldırılar
Metal işkolunda TİS’in mücadele gündemi
Metal işkolunda azgın sömürü
Grevdeki belediye işçilerine ziyaret
İMF tipi yaşama hayır!
Siyasal durum ve devrimci görevler/1
Birinci yılında Ulucanlar katliamının gösterdikleri
“Liberal hücre paketi” evresinde hücre karşıtı mücadelenin sorumlulukları
Yeni ölümler yaşanmasın!
Örgütsüzleştirme saldırısı birleşik mücadeleyle püskürtülebilir
Kapitalizm ve işsizlik
Reformist cenderenin kırılması üzerine
Semt çalışması üzerine
Yılmaz Güney partili mücadelemizde yaşıyor!
Perinçekler’in izinde yol alanlar
Mücadele Postası
 



 
 
“Liberal hücre paketi” evresinde
hücre karşıtı mücadelenin sorumlulukları



“Liberal hücre paketi” evresinde
yeni devrimci taktikler ihtiyacı

“TMY’nin 16. maddesi değişecek, infaz hakimliği sistemi kurulacak, cezaevlerini emekli kamu görevlilerinden oluşturulan bağımsız kurullar denetleyecek”. Paket bu. Böylece F tipi hücrelerimiz liberalleşecek!

Devleti böylesi bir paketi açıklamaya iten nedenleri biliyoruz. Devrimcilerin, devrimci tutsakların ve tutsak yakınlarının kararlılığı-inatçılığı temelinde geliştirilen hücre karşıtı cephe, devleti böylesi bir paketi açıklamaya ve bu arada F tipi saldırısını da (devrimci tutsakların hücrelere sevki anlamında) ertelemeye itti.

Devrimciler bugün gelinen noktada, açılan bu paket, paketin hücre karşıtı saflarda yarattığı etki ve mücadelenin içinde seyrettiği politik konjonktür açısından, taktik planlarını gözden geçirmelidirler.


Rejimin sıkışma alanları
ve bunun sunduğu olanaklar

2001 bütçesinin hazırlıklarına başlandı. Bu hazırlıklar bağlamında İMF heyeti Bay Cottarelli başkanlığında Türkiye’ye geldi. Kasım’da AB ile bir “katılım ortaklığı belgesi” hazırlanması gerekiyor. Hükümetin “enflasyonu düşürme” hedefi üzerinden propaganda ettiği ekonomik hedeflerinin akıbeti meçhul. Yaklaşık 350 bin işçiyi kapsayan TİS görüşmeleri başlıyor. Başka başlıklar da eklenebilir, fakat tüm bunlar siyasal iktidar açısından önemli bir dönemeci işaret ediyor.

İktidarın enflasyon hedefinin tutmayacağı netleşti. Bu tam bir sermaye saldırısı olan İMF patentli programın emekçilere dönük temel propaganda aracının da büyük ölçüde zayıflayacağını gösteriyor. Sermayenin sömürüyü katmerleştirme programı, siyasal iktidar ve sermayenin ideologlarınca büyük ölçüde bir ‘enflasyonla savaş’ iddiasına dayandırıldı ve böyle propaganda edildi. Önümüzdeki günlerde bu propagandanın büyük ölçüde güç kaybetmesine tanık olacağız.

Bay Cottarelli’nin 2001 bütçesinde daha ciddi bir disiplini hedeflediklerini belirtmesi, siyasal iktidara nasıl bir görev verileceğini anlamamız için yeterli. Bay Cottarelli emekçilerin 2001 yılında yaşadığı yoksullaşmayı yeterli bulmuyor, “daha da” diyor.

Bu arada her geçen gün büyüyen cari işlemler açığı (ithalat ve ihracat arasındaki fark), bir döviz darboğazını da işaret ediyor. Açığın, örneğin petrol fiyatlarındaki yükselme eğiliminin sürmesi, ya da dünya borsalarındaki bir dalgalanma gibi hesap edilmemiş olgularla birleşmesi, tam bir ekonomik krize, ciddi bir devalüasyona ve dolayısıyla, “enflasyonu düşürme” propagandasının tamamen çökmesine yol açabilir. Enflasyonla ilgili iddiaların böylesi bıçak sırtı bir zeminde ilerlediği bu dönemde, 300 bini aşkın işçinin TİS görüşmelerine başlanması ve bu arada kamu emekçilerinin 2001 yılı ücret artışlarının belirlenecek olması, durumu daha da nazikleştiriyor.

Ekonomik açıdan gayet nazik bir zeminde ilerleyen siyasal iktidar, yine bu dönemde AB ile “katılım ortaklığı belgesi” imzalamayı hedefliyor. Yani Kopenhag Kriterleri olarak anılan AB’nin standartlarına uygun kimi “demokratik açılımlar” yapmayı bir hükümet taahhütü altına alma sözkonusu. Bunların emekçiler açısından ne menem sonuçları olacağı ayrıca tartışılır. Ama Kopenhag Kriterleri’nde anılan kadar dahi kimi siyasal açılımlar yapmanın hükümet açısından son derece güç olduğu da ortada.

Koalisyonun bir kanadının ve devletin çelik çekirdeğinin ‘Kürt yoktur, Kürtçe yoktur’ demeye devam ettiği bir zeminde, bireysel haklar adı altında da olsa “Kürtçe yayın, Kürtçe eğitim vb.” serbestilerin (asla özgürlük değil!) sağlanmasını bir hükümet mutabakatı haline getirmek, mutabakatın ayrıntılandırılması ölçüsünde bir iç gerilimi de göze almak anlamına geliyor hükümet açısından. Örneğin koalisyonun MHP kanadı idamın kaldırılmasına evet diyor, ama TCK’nin 125. maddesinin (yani Öcalan’ın yargılanarak idama mahkum edildiği maddenin) idam kapsamında kalması koşuluyla.

Siyasal iktidar, bir yandan ekonomik olarak daha fazla teşhir olduğu, emekçilerin gözünde her geçen gün daha fazla prestij kaybettiği bu zeminde, hem kendi siyasal çelişkilerini keskinleştirecek hem de emekçi düşmanı kimliğini daha da belirginleştirecek bir konjonktüre giriyor.

İşte hücre karşıtı mücadelenin bugüne kadar süreci taşıyan güçlerinin kararlılığı ve inatçılığı ile bu konjonktür birleşiyor. Bu birleşme, faşist devleti liberal bir hücre paketi açmaya ve hücre saldırısını da ertelemeye itiyor. Devrimcilerin de bunu görerek taktik planlarını yeniden ele almaları gerekiyor.


Hücre karşıtı cepheyi bölme hesabı

Devrimciler açısından mücadelenin kararlılık gösterisi evresinin sonuna gelinmiştir. Ulucanlar’daki başeğmez tavır bir yıllık hücre karşıtı faaliyetlerle devam ettirilmiş ve bu faaliyetler kapsamında harekete geçirilebilecek güçler harekete geçirilmiştir. Yeni hücre paketini buna bir cevap olarak da anlamak gerekir.

Bu paket sayesinde faşist devlet, hücre karşıtı cepheyi bölmeyi ve ayrıştırmayı hedeflemektedir. Fakat bölme-ayrıştırma işleminin kendi maddi güçleriyle buluşacağı dönem, açıklanan paketin yasama adımlarının TBMM’de atılacağı dönemdir. Liberal hücre paketi asıl etkisini hücre karşıtı saflarda o zaman gösterecektir. Faşist devlet TBMM’de bu paketin yasalaşacağı günleri azgın bir devlet terörüyle de birleştirerek, hücre karşıtı cepheyi cephe olmaktan çıkarıp tutsak yakınları ve devrimci kadrolardan ibaret bir hale getirmeyi planlamaktadır.

Devlet bugüne kadar devrimci kadroları sınadı. Liberal hücre paketini yasalaştıracağı dönemde ise, hücre karşıtı cephenin reformist sol ve demokratik kitle örgütleri (DKÖ’ler) ayakları sınanacak. Ve aslında bu hücre karşıtı cephenin sınıfsal niteliğinin, yani kent küçük-burjuvazisi ağırlığının da sınanması anlamına gelecek. Böylesi bir sınamada hücre karşıtı mücadelede yer alan devrimci kadroların ve tutsak yakınlarının kararlılığının süreci kotarmaya yetmeyeceği açık. Çünkü zaten sınama cephenin bu bölümüne dönük olmayacak.

Fakat sınamanın muhatabı olacak bölmede yer alan unsurlarda ortaya çıkabilecek kararsızlık, tüm hücre karşıtı mücadeleye maledilebilecek. Hücre karşıtlığının meşruiyet alanı daralarak yeniden başa dönülebilecektir. En azından devletin bu liberal hücre paketinden muradı budur.


Bizim şimdiki sorunumuz,
devletin bu adımına nasıl hazırlanacağımızdır

Bugün görev, başta öncü-ileri işçiler olmak üzere, emekçilerin hücre karşıtı mücadeleye kazanılmasıdır. Ancak bu sayede, hücre karşıtı cephede oluşan/oluşabilecek tereddüt ve çözülmelerin önü alınabilir; ancak bu sayede, hücre karşıtı mücadele geniş halk kesimleriyle buluşabilir. Güncel görev budur.

Hücre karşıtı eylemlilikler, vakit geçirilmeden emekçilerin bu noktadaki sorumluluğunu gösteren bir biçim ve içeriğe kavuşturulmalıdır. Hücre karşıtı cephenin unsurları, bir an önce kendilerini üretim birimleriyle ya da sendikal örgütlülükleriyle ifade etmeye başlamalıdırlar. Açıktır ki bu noktada devrimci işçilere ve devrimci kamu emekçilerine büyük görev düşmektedir. Sorun bugüne değin ifade edilen kararlılıkla oluşmuş bulunan olumlu havanın emekçilere yayılmasıdır. Oluşan meşruiyet, başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimleri ile birleşebilmenin aracı haline getirilmelidir.

Sorun, bugüne değin ifade edilmiş olan kararlılığın gösterilmesi değildir. Bu kararlılık gösterilmiş (gerek devrimci tutsaklar, gerekse de hücre karşıtı devrimciler tarafından) ve gösterilmeye de devam edecektir. İhtiyacımız olan güçleri kazanmadan kendimizi kararlılık gösterisiyle sınırlayan bir eylem hattı, etrafımıza örülmeye çalışılan toplumsal tecrit duvarlarını aşmaya yetmeyecektir. Bugün daha fazla kararlılık, daha yeni güçler anlamına gelmemektedir. Kararlılığımız dışında, bu kararlılığa dayanarak oluşturduğumuz araçları kullanarak, etki alanımızı genişletmeliyiz. Bir sonraki adım olan ‘ölümüne kararlılık’ adımını atmamız gerektiğinde ya da attığımızda, hücre karşıtı cepheyi sağlamlaştırmış, cepheye emekçileri kazanmış olmalıyız.

Bugün, bunun için zamanımız ve araçlarımız mevcut. Açıklanan liberal hücre paketinin TBMM’de yasalaştırılma girişimleri başlayana kadar geçecek süreyi bu gözle değerlendirmeliyiz. Bunu sağlamadan atacağımız her adım (‘ölümüne kararlılık’ adımları, yani kitlesel açlık grevleri vb.) ancak ve ancak mevcut güçlerimizin nicel artışına neden olabilir. İhtiyacımız olan nitel gelişmeyi sağlamaya yetmeyecektir. ‘96 deneyimine bir de bu gözle bakılmalıdır.


Nesnel koşullar birçok bakımdan uygundur

Başta da belirttiğimiz gibi, devlet yeni bir istikrarsızlık zeminine doğru ilerlemektedir. Bu zeminde devrimciler için bolca olanak mevcuttur. Bu olanakları değerlendirebilmeliyiz. Önümüzdeki dönem, İMF patentli yoksullaştırma politikalarının işçi sınıfı ve kamu emekçilerinin bilinç ve pratiğinde sarsıcı etkilerinin ortaya çıkacağı dönemdir. Faşist devlet açısından sorun bu etkilerin bastırılabilmesidir. F tipi hücreler de bu politikaların organik bir parçasıdır.

F tipi hücre saldırısı iki güce dayanarak boşa çıkarılabilecektir. Sürdürülen yoksullaştırma ve baskı politikaları karşısında oluşacak emekçi direniş ve devrimci kararlılık. Fakat burada hücre saldırısının ertelenmesi değil de tamamen boşa çıkarılması perspektifine sahip isek, asıl belirleyici kertenin emekçi direnişi olduğunu görmeliyiz. Devrimci kararlılık etkisini bu direniş üzerinden, bu direnişin sağlamlığı ve yaygınlığı ölçüsünde gösterecektir.

Başta öncü-ileri işçiler/kamu emekçileri olmak üzere yeni güçleri hücre karşıtı cepheye kazanma perspektifi ile ilerleyen ve bunu sağlayan bir faaliyet açısından bakıldığında, zaman lehimize işlemektedir. Bu zamanı iyi kullanabilmeliyiz. Çünkü bu zamanı biz kazandık. Heba etmemeli, değerlendirebilmeliyiz.

Kapitalizm çağında, hiçbir talep kendisini işçi sınıfının ya da burjuvazinin sınıfsal taleplerine eklemleyemedikçe toplumsallaşma şansına sahip değildir. Bunlar dışında kalan, örneğin küçük-burjuvazinin toplumsal taleplerine eklemlenmiş bir talep, bir süre için bir takım mevziler de elde edebilir, ama bu mevziler asla kalıcı olamaz, her an kaybedilme tehlikesi ile yüzyüze kalır. Bu bilimsel gerçek ciddiye alınmalıdır.

Politika güçlerle yapılır. Bir gücü bir yerden alıp bir başka yere götürmeyen faaliyet, politik faaliyet değildir. Devrimci politika ise işçi sınıfı temelinde yapılır. Aynı biçimde, gerici politika da burjuvazi temelinde. Kapitalizmdeki iki temel sınıf güçlerini -daha önceki biçimlerinde olduğu gibi- üretimdeki konumlarından alırlar. Her toplumsal talep bu konumlarla ilişkilenecektir, başka türlü toplumsallaşamaz. Biz, devrimcileri işçi sınıfı içindeki güçlerini ciddiye almaya çağırıyoruz. Bu güçleri hücre karşıtı mücadelenin hayatiyetine yakışır bir ciddiyetle hareket etmeye çağırıyoruz.

Hücre karşıtı mücadelenin içinde bulunduğu evre, bu güçlerin kendilerini işyerleri ve sendikaları temelinde ifade etmeleri ve buradan mücadelenin merkezine ilerlemeleri gereken bir evredir. Bugüne değin ortaya konan kararlı-inatçı çabalar bu güçlerin önünü açmıştır. Şimdi sıra, devrimci işçilerin ve kamu emekçilerinin çabalarıyla, emekçilerin öncü-ileri unsurları temelinde hücre karşıtı mücadelenin merkezine ilerlemelerindedir.

Bu adımı atmadan atılacak başka adımlar, istenen ve beklenen etkileri, nicel ve nitel anlamda yaratamayacaktır.


Sınav günleri yaklaşıyor

Liberal hücre paketinin TBMM’de yasama adımlarının atılacağı günler, hücre karşıtı cephenin de faşist devlet tarafından sokakta birebir sınanacağı günler olacaktır.

Bu evrede yapacağımız en iyi şeyi anlattık. En kötü şeyi de söyleyelim: Hücre karşıtı cepheyi bölmek, parçalamak. Hele de bizzat devrimcilerin kendi içlerinde oluşabilecek en küçük çatlak dahi, bedelleri son derece ağır tarihsel bir yanlış ve sorumsuzluk olacaktır.

Ödün verilmez temel ilkeler bellidir: Hücrelere girmeyeceğiz! Hücre pazarlığına girmeyeceğiz! Bunlara sıkı sıkıya bağlı bir cephede ve durumda, diğer tartışmalar talileşmiş demektir, herhangi bir bölünmenin nedeni olamazlar.