Sermaye düzeninin çivisi çıkmış, çürümüş, kokuşmuş diyoruz. Son dönemde birbiri ardına patlatılan operasyonlar bunun en açık kanıtı. Bu operasyonlara orjinal isimler bulmakta üstlerine yok. Medya bu isimleri parlatıyor. Balina, kartopu, paraşüt, şahin, atmaca, vb. Bu operasyonların gerçek ismi ise ancak perde operasyonları olabilir.
Her köşeden bir kaçakçı, hayali ihracatçı, uyuşturucu-mafya işleri çıkıyor. Üstelik bunlar küçük çeteler, siyasilere, bürokratlara yeterince rüşvet veremeyenler, büyük çetelerin, mafyanın alanını daraltanlar. Yani küçük balıklar. Ya büyük balıklar, onlar ne yapıyorlar? Onlar çekilen perdenin arkasında işlerini yürütmeye devam ediyorlar.
Örneğin, bankaların içini boşaltanların hangisine operasyon çekilebildi? Demirelin yeğeni, özel uçaklar ile askerlik yaptı. Hepsi lüks hayatlarına devam ediyor. Madem bankaları iflas etti, battı, bu değirmenin suyu nereden geliyor?
Örneğin, Susurluk çetesi, açılan göstermelik davalarla unutulmaya bırakıldı. Pek çok kanıt ve belge olmasına rağmen, bir tanesi bile tutuklu değil. Kirli ve kanlı işlerini yapmaya devam ediyorlar. A. Çarkın, Balıkesirde arazi mafyası ile iş bitiriyor, belinde silah sıradan insanları bile tehdit etmeye devam ediyor. En büyük uyuşturucu imalatçısı ve kaçakçısı ve katiller Ağarlar, Bucaklar milletvekili maaşı almaya devam ediyor. Bunlara gelince polisin eli kolu bağlı kalıyor?
Neden peki? Çünkü bugünkü sermaye düzeni, yasal ya da yasadışı yollarla yapılan bir soygun ve talan düzenidir. Düşük ücretler, sosyal güvenliğin tasfiyesi, mezarda emeklilik, İMF programları vb. ile yasal yoldan yaptıkları soygunlar sermaye sınıfına yetmiyor. Daha fazlasını istiyorlar. Rüşvetini verdin mi, adamını buldun mu, bütün kirli işlerin önünde de hiçbir engel kalmıyor. Hayali ihracat yapıp trilyonları götürüyorlar. Naylon fatura düzenleyip paraları ceplerine indiriyorlar.
Küçük bir kısmı ortaya çıkarılan bu soygunlar, bugüne kadar nasıl yürüdü? Bunları kim kollayıp, besledi? Devletin bir avuç asalağın çıkarlarını kolladığı apaçık meydana çıkınca, gözlere ve zihinlere yeni perdeler çekme ihtiyacı ortaya çıktı. İşte bu operasyonların gerçek amacı budur. Soygun düzenine karşı yükselen öfkeyi dindirmek, işçi ve emekçilere, devletin kanunsuz işler ile mücadele ettiği görüntüsünü vermek.
Bugün sistem sürekli itibar kaybediyor. Soygun ve talan düzenlerini kimse inançla desteklemiyor. Ellerindeki terör sopasının tepkileri bastırmada yeterli olmayacağını onlar da çok iyi biliyorlar. Makyaj tazeleyip, güven kazanmaya çalışıyorlar. Henüz devrimci mücadeleden uzak duran işçi ve emekçilerin, sistemi sorgulamalarını engellemeye çalışıyorlar. Bu arada perde arkasında soygunlarını daha rahat yapabilecekleri bir ortam hazırlıyorlar.
Sanki Koçlar, Sabancılar hayali ihracat yapıp devletten trilyonlarca vergi iadesi almıyorlar mı? İhaleleri kapmak için rüşvet vermiyorlar mı? Yabancı şirketler bile verdikleri rüşvetleri komisyon, lobi vb. giderleri olarak göstermek zorunda kalıyorlar. Çünkü çok büyük paralar dönüyor. Trafik polisine verilen 5-10 milyon değil ki bu. Trilyonlar konuşuyor bu işlerde. Peki bu paralar kimin cebinden çıkıp, kimlerin kasalarını dolduruyor?
İşçi ve emekçilere gelince devletin kasasında para yok diyorlar, enflasyon artar diyorlar. Ama trilyonları hayali ihracatçılara, naylon faturacılara, batık bankalara, ihale, çek, senet mafyasına tereddüt etmeden veriyorlar. Ortaya çıkarıldığı kadarıyla bile, yapılan soygunun boyutları çok büyüktür. Devlet bütçesinin %10u hayali ihracatçılara peşkeş çekilmiştir. Ki bu paralar ile memur ücretlerinin %50 artırılması mümkün olabilirdi. Pek çok okul, hastane yapılabilirdi. İşçi ve emekçilerin pek çok yaşamsal ihtiyacı karşılanabilirdi.
Peki bu soyguncular bu paraları nerelere kaçırdılar? Tabii ki İsviçre bankalarına, ya da eş dost, akrabalarının adına açılan hesaplara. Yapılan yargılamalar sonunda hepimiz göreceğiz ki, çalınan paraların bir kuruşu bile geri dönmeyecek. Yapanın yanına kâr kalacak. Ceza alsalar bile, el üstünde tutulacaklar ve ilk fırsatta affedilecekler. Geçmişte de böyle oldu, bundan sonra da böyle olacak.
Buna daha ne kadar seyirci kalacağız?
İşçi ve emekçilerin insanca yaşamaları ve nihai kurtuluşları olan sosyalizmi kurmak için mücadele eden devrimciler, komünistler ise hücrelerde öldürülmeye çalışılarak, bizleri sindirmeye çalışıyorlar.
Bu gözdağına pabuç bırakacak mıyız? Yoksa sınıf kardeşlerimizle birleşip, sınıf partimizin programı altında örgütlenip, bu kokuşmuş düzeni yıkmak için savaşacak mıyız?
Evet, sadece bu iki seçeneğimiz vardır. Kurtuluşumuzu sağlamanın tek yolu ise mücadeledir.