ARSIVANA SAYFA
 
9 Eylül '00
SAYI: 33
İçindekiler
Kızıl Bayrak'tan
Kapitalist-emperyalist ablukayı parçalamak için...
İMF’nin 2001 programında
yine yoksullaşma ve baskı...

Belediyelerde TİS süreci yenilgiye evriliyor
KHK saldırısının niteliği ve görevler
Perde operasyonları devam ediyor
Saldırının yeni unsurları ve işçilerin büyüyen öfkesi
1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri ve saldırılar
Metal işkolunda TİS’in mücadele gündemi
Metal işkolunda azgın sömürü
Grevdeki belediye işçilerine ziyaret
İMF tipi yaşama hayır!
Siyasal durum ve devrimci görevler/1
Birinci yılında Ulucanlar katliamının gösterdikleri
“Liberal hücre paketi” evresinde hücre karşıtı mücadelenin sorumlulukları
Yeni ölümler yaşanmasın!
Örgütsüzleştirme saldırısı birleşik mücadeleyle püskürtülebilir
Kapitalizm ve işsizlik
Reformist cenderenin kırılması üzerine
Semt çalışması üzerine
Yılmaz Güney partili mücadelemizde yaşıyor!
Perinçekler’in izinde yol alanlar
Mücadele Postası
 



 
 
Kapitalizm ve işsizlik


M. Dağlı


İşsizlik gittikçe ivme kazanarak, yüz milyonlarca insanı üretim dışında bırakarak, onları fiziki ve moral yozlaşma tehditi altında bırakıyor. Bu sorun, toplumların değişik sınıf ve örgütlenmelerinin gündemlerine aldığı ve tartıştığı bir sorundur. Ancak her sınıfın olaya bakışı ve çözüm önerileri farklıdır ve farklı olmaya da devam edecektir.


Sorunun tarihsel kökeni

Yedek sanayi ordusu, yaygın ifadesiyle işsizlik olgusu, Marks’ın kapitalizm tahliliyle beraber, nedenleriyle birlikte ortaya konulmuştur. “Ama makinelerin yetkinleşmesi, insan emeğini gereksiz kılıyor. Makinelerin kullanılması ve çoğalması, birkaç makine işçisinin milyonlarca el işçisini yerlerinden etmesi demekse, makinelerin geliştirilmesi, gittikçe artan sayıda makine işçisinin kendi kendilerini yerlerinden etmesi demektir. Bu, sonunda, kullanılmaya hazır ücretli işçilerin, sermayenin ortalama ihtiyacını aşan sayıda ortaya çıkması”dır. (Engels, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, s.87)

Marks’ın deyişiyle: “Makinelerin, sermayenin işçi sınıfına karşı savaşında en zorlu silahı haline gelmesi, iş avadanlıklarının işçinin elindeki geçim araçlarını sürekli olarak zorla çekip alması; işçinin öz ürününün, işçiye boyun eğdiren bir araca dönüşmesi, işte böyle olmaktadır. (...) İş süresini kısaltmak için en güçlü araç olan makinaların, işçinin ve ailesinin zamanının her anını, sermayesinin değerini arttırması için kapitalistin buyruğuna sokan en şaşmaz araçlar olması işte böyle gerçekleşmiştir.” (Aktaran Engels, age., s.88)

Görüldüğü gibi, kapitalizmin iktisadi yasaları, kapitalisti ya iflas etmeye ya da üretim araçlarını yenileyip üretim tekniğine ayak uydurmaya zorluyor. Anarşik üretim ve rekabete dayalı üretim biçimi, kaçınılmaz olarak yedek sanayi ordusunun kalıcılaşmasını sağlıyor. Oysa makinelerin gelişimi, iş zamanının kısaltılıp işçilerin serbest zamanlarının artmasında temel koşuldur. Ancak kapitalizmde bu tam tersi bir sonuç doğurmaktadır. İşçilerin bir kısmı işsizliğe mahkum edilirken, çalışan kısmı da işsiz kalanlarla tehdit edilir. Böylece kapitalist işçileri daha uzun süre ve daha ucuz ücretle çalıştırma olanağı elde eder. Bu yönüyle kapitalizm, ne işsizlik sorununu çözebilir, ne de çözmek ister.


Türkiye’de işsizlik

Türkiye’de kapitalizmin gelişimi, emperyalist metropollere göre geç başlamıştır. Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde sınırlı sayıda sanayi işletmeleri olmakla beraber, asıl gelişim İkinci Emperyalist Savaş’tan sonra hızlanmıştır. Bu dönem emperyalist sermayenin Türkiye’ye yoğun olarak aktığı bir dönemdir. Dolayısıyla Türkiye kapitalizmi baştan beri emperyalizme bağımlı gelişmiştir. Kapitalizmin tarıma girişiyle başlayan kentlere yoğun nüfus akımına istihdam alanları yetersiz kalmış ve işsiz nüfusun yurtdışına akmasına neden olmuştur. Buna rağmen yedek sanayi ordusu kalabalıklaşmaya devam etmiştir.

Bağımlı Türkiye kapitalizmi, baştan beri yapısal krizler içinde debelenmiş ve krizin faturasını işçi ve emekçilere ödetmek için ne gerekiyorsa yaparak günümüze kadar gelişimini sürdürmüştür. 1970’li yıllarda Ortadoğu’ya yoğun işçi göçüne rağmen, işsizlik sorununda niteliksel bir değişim olmamıştır. Gelinen aşamada ise bu sorun dev boyutlara ulaşmıştır. Düzen savunucuları dahi işsiz sayısının 15 milyonu aştığını kabul etmektedirler. İşsizlik oranındaki bu artış özellikle büyük holdingler ve KİT’lerde taşeronlaştırmayı; orta ve küçük işletmelerde ise kayıt dışı çalışmayı beraberinde getirmiştir. Küçük ve orta boy işletmelerin kapitalistleri öyle bir noktaya gelmişlerdir ki, en ufak bir sorunda işçileri işten atmakta ve işçilik maliyetlerini düşürmek için uğraşmaktadırlar. Milyonlarca işçinin sigortasız çalıştırılması, asgari ücretin dayatılması, iş saatlerinin uzatılması vb. uygulamaları yaşama geçirme olanağını kapitalistlere sağlayan, işsizliğin yaygın olması ve işçilerin örgütsüzlüğüdür. Marks ve Engels’in 130 yıl önceki tahlillerinin sonuçları günlük yaşamımızda somut olarak karşımıza çıkmaktadır.


İşsizler ordusundaki mücadele dinamiği
egemenleri ürkütüyor

İşsizlik, salt Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ülkelerin sorunu değildir. Emperyalist ülkelerin tümünün de kronik bir sorunudur. Resmi rakamlar, Avrupa ülkelerinde 15 milyon işsiz olduğunu göstermektedir. Avrupa ülkelerinde işsizlik sigortasının olması sorunu hafifletmiyor. Bu ülkelerdeki sınıf savaşları tarihinin zengin deneyimleri, işsizlerin kendi inisiyatifleriyle örgütlenip hak arama eylemleri yapmalarına olanak sağlıyor. Nitekim son yıllarda Fransa, Almanya vb. ülkelerde işsizler kitlesel olarak alanlara çıkmakta ve seslerini yükseltmektedirler. Bu tepkileri Avrupa burjuvazisini tedirgin ediyor ve kimi zaman saldırılarını ertelemesine neden olabiliyor. (Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra emperyalist Avrupa, işsizlik sigortası gibi ödemeleri yük saymaya başlamıştır ve sınırlandırma, giderek kaldırma çabasındadır.)

Türkiye’de işsizler henüz seslerini yükseltmeseler de, Avrupa’daki işsizler hareketinin gelişmesi ileride Türkiye’de yankı uyandırabilir. Bu gerçekler ışığında işsizler, düzenin tuzaklarına düşmedikleri oranda, sisteme muhalif potansiyel bir güçtür.


Soruna farklı yaklaşımlar/ farklı
çözüm önerileri

İşsizlik sorununun ulaştığı boyut, kapitalistleri de bu konuya eğilmek zorunda bırakmaktadır. Elbette kapitalistlerin sorunu çözmek gibi bir dertleri yoktur. Onlar bunu ya yeni bir saldırı aracı (esnek üretim vb.) olarak kullanmak için gündeme getirirler ya da sisteme tepkisini ifade etmeye başlayan kitleleri yanıltmak, beklentiye sokmak amacıyla. Zira kapitalizm koşullarında sorunun çözümü bir yana, tersine, derinleşen kriz sorunu gittikçe büyütmektedir. Tekellerin her evliliği onbinlerce işçiyi yedek sanayi ordusuna katmaktadır. Yine özelleştirilen her işletmenin işçilerinin en az yarısı sokağa atılmaktadır.

Bu soruna düzen cephesinden eğilen bir başka kesim ise yazar, çizer ve uzman takımından oluşmaktadır. Bunların tepkileri daha çok ağıt yakmak ve devleti uyarmak şeklindedir. Zira bu kesimin en büyük korkusu toplumsal başkaldırıdır. Görüntüde sözde bir duyarlılık yansısa da, ufukları hiçbir zaman kapitalizmi aşamaz ve bundan dolayı da olmayacak dua olan “toplumsal barış” hayalleriyle yaşarlar.

Reformist sol partiler de kimi dönem bu sorunu gündemlerine almakta ve politika üretmeye çalışmaktadırlar. Sorunu toplum gündemine sınırlı düzeyde sokabilseler bile, taleplerinin düzen içine ve reform hedefine kilitlenmiş olması, sorunun asıl kaynağına yönelinmemesi nedeniyle, gerçek çözümü konusunda herhangi bir ciddiyet taşımamaktadır.

Doğal olarak, sorunun kaynağına inen ve gerçek çözümünü ortaya koyan her zaman komünistler olmuşlardır. 150 yıldır komünist parti programlarında, emeğin korunması, işçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmasının önüne geçilmesi, özel bir kaygı olmuştur. Zira bir sorunun çözümü, ancak o sorunu yaratan nedenlerin ortadan kaldırılmasıyla mümkündür.

Komünist işçi partisi bu perspektifle, programının “Acil Demokratik İstemler” ve “Emeğin Korunması” bölümlerinde, işsizlik sorunuyla bağlantılı olarak;

“7 saatlik işgünü, 35 saatlik çalışma haftası!”
“Sağlığa zararlı ve tehlikeli işlerde azami 5 saatlik işgünü!”
“Herkese iş, tüm çalışanlara işgüvencesi!”
taleplerini formüle etmiştir.

Komünistler bu talepler uğruna mücadele ederlerken, hiçbir zaman kendilerini bu taleplerin kazanılmasıyla sınırlamazlar. Tersine, işçi sınıfının fiziki ve moral yozlaşmadan korunmasını, tam da kendi kurtuluşu uğruna verdiği mücadelede savaşma gücü ve yeteneğini yükseltmesi hedefine bağlı olarak ele alırlar.

Sonuç olarak, işsizlik kapitalizmin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu işsizliğin kader olduğu anlamına gelmiyor. Kapitalizmin kendisi nasıl kader değilse, işsizlik de kader değildir. Kapitalizmi tarih sahnesinden silme mücadelesini yürütürken, iş saatlerini düşürmek, yeni istihdam alanları açmak için burjuvazi zorlanmalıdır. Bu aşamada bunun en somut alanı, taşeronlaştırma, esnek üretim, sendikasızlaştırma, özelleştirme vb. saldırıları püskürtmektir.