1 Eylül Dünya Barış Günü eylemleri ve saldırılar:
Barış sosyalizmle gelecek!
1 Eylül Dünya Barış Günü kutlamaları, miting yasaklamaları ve kontr-gerilla devletinin saldırılarıyla geçti. İstanbul, İzmir, Ankara, Adana başta olmak üzere birçok ilde yapılan miting başvuruları valilikler tarafından yasaklandı. Yasaklamaları protesto etmek için yapılan basın açıklamalarına ise birçok yerde saldırıldı. Yüzlerce kişi bu saldırılarda yaralandı, yüzlerce kişi de gözaltına alındı. Eylemlere günlerce önce hazırlık yapılmış olmasına rağmen, yasaklamaların da etkisiyle katılım düzeyi oldukça düşük oldu. Metropol iller dışında izinli mitinglerin yapıldığı Newroz eylemlerindeki yüzbinlerce kişilik katılım bir tarafa, önceki yılların 1 Eylül eylemlerindeki katılım bile alanlara yansımadı.
Demokratik cumhuriyetin en azgın saldırısı Diyarbakırda gerçekleşti. Mitingin yasaklanmasını protesto etmek için yürüyen ve Biji Aşiti sloganları atan birkaç yüz kişilik kitleye polis cop ve kalaslarla saldırdı. Çok sayıda yaralı ve yüzlerce gözaltı sadece Diyarbakırın tablosu. İstanbulda ise Barış Anaları İnisiyatifinin basın açıklaması yapmasına bile izin verilmedi. Barış Anaları güvercinlerini uçurarak dağılmak zorunda kaldılar. En kitlesel katılımlar Van ve Muşta oldu: 2000de Yeni Gündem gazetesine göre 2500 ve 1000 kişi.
Barış Günü eylemlerinin niteliği önceden belirlenmiş çerçeveyi aşamadı. En çok atılan sloganlar Biji Aşiti!, Savaşa hayır, barış hemen şimdi! gibi sloganlar oldu. Özellikle Kürdistandaki eylemlerde devletin tutumuna karşı boyun eğmeyi değil tepkiyi ifade eden çıkışlar oldu. HADEPin inisiyatifinin dışına çıkan Kürt emekçi dinamiğinin ifadesi olan bu tür çıkışlar da azgın bir polis terörü ile bastırılmaya çalışıldı.
***
1 Eylül Barış Günü eylemleri, düzenin Kürt sorununa ilişkin yönelimlerinin, demokratik cumhuriyetçilerin görmeye çalıştığından çok farklı olduğunu göstermiştir. Sermaye devleti, bazı demokratik adımlar atmak bir yana, basit anma etkinliklerine dahi izin vermemekte, tam bir terör estirmektedir. Sermaye devletinin bu yönelimi, aslında aylardır sürdürdüğü sosyal güvenlik yasaları, grev ertelemeleri, KHK saldırısı, F tipi cezaevleri ve buna karşı yapılan eylemlere saldırılar vb.nin devamından başka bir şey değildir. Her türlü demokratik çabayı faşist terörle ezmek rejimin temel bir yaklaşımıdır.
Ancak, faşist rejimin Kürt sorununa dönük özel bir hassasiyeti olduğunu, teslim almanın yetmediğini, varolan örgütlenmelerin de dağıtılmasını istediğini bunlara eklemek gerekiyor. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlunun PKKnin önce silahlı yapmak istediğini şimdi politika adı altında yapmaya çalıştığı, buna izin vermeyecekleri şeklindeki açıklamaları, devletin yöneliminin bizzat beyni olan ordu tarafından açıklanmasıdır. Ordunun mesajı çok açıktır: Teslim olmanız karşılığında size bir şey verecek değiliz. Boşuna hayal kurmayın. Sizi ezeceğiz.
Kıvrıkoğlunun mesajlarını sadece demokratik cumhuriyetçilere yönelik vermediğini, Kürdistanda ticaret büroları açarak Kürt burjuvazisiyle ilişkiye girmeye çalışan emperyalist güçlere de yönelik olduğunu düşünmek gerekiyor. Emperyalizmden demokrasi bekleyenlerin nasıl bir hezimete uğradıkları ise bugün tüm dünyanın gözleri önündedir. ABD bayraklarıyla emperyalistlerin müdahalesini kutlayan Kosovalılar, bugün NATO askerleri tarafından kadınlarının, kızlarının ırzlarına geçilmesini seyretmek zorunda kalıyorlar. Kaldı ki, PKK bugün bu şansı bile yitirmiş durumda.
Newroz eylemleri metropollerde yasaklanırken, Kürdistanın birçok yerinde yapılmasına izin verilmişti. Barış Günü mitingleri ise her yerde yasaklandı. Bu tutum, devletin yasaklamalarla istediği sonucu alabildiğini görmesinden geliyor. İzin verme, devletin izin vermezse daha kötü olabileceği kaygısından çok, kitlelerin eğilimini tespit etme düşüncesinden ve içini boşaltmanın verdiği rahatlıktan geldiği görülüyor. Barış Günü eylemlerine katılımın düşüklüğü bu açıdan sermaye devletine güven vermiştir.
PKK ve demokratik cumhuriyet çizgisinin bu gidişatı emekçi kesimlerde giderek rahatsızlık yaratmaktadır. Bunun belirtileri şimdiden görülmektedir. Yeni Gündem gazetesinin yazarları bile 1 Eylül dolayısıyla bir-iki yıllık gelişmeleri değerlendirmekte, bu süreçte biz barış için her adımı attık, kitlemizi de demokratik cumhuriyet çizgisine kazandık, ancak devlet bugüne kadar bir tek adım atmadı, demektedir. Devletin adım atmaması, kafası demokratik cumhuriyet çizgisiyle uyuşmuş yazarları bile huzursuz ederken, her gün sosyal yıkımın acılarını yaşayan Kürt emekçi kesimlerinde nasıl tepkiler gelişmektedir acaba? Bu tepkiler son derece sınırlı olarak yasaklamalar karşısındaki eylemlerde kendisini ifade etmektedir. Ancak bu tepkilerin giderek artacağından şüphe etmek için bir neden yoktur.
***
Barışın yolunun nasıl açılabileceği bugüne kadar komünistler tarafından defalarca ortaya konuldu. Teslim olarak, devletin icazetine sığınarak, emperyalistlere dayanarak bir barışın elde edilemeyeceği, barışın yolunun ancak mücadeleyle açılabileceği sürekli vurgulandı. Mücadelenin yükseldiği dönemde sermaye sözcülerinin çözüm tartışmaları yapmaya bile başladıkları, tersine bugün ise teslimiyetin bile yeterli olmadığı, Kürt sorunu diye bir sorunun bile kabul edilmediği bir noktaya gelindiği vurgulandı. Bugün bir milletvekilinin herhangi bir yerde Kürt sorunundan bahsetmesi bile sermaye medyasından orduya kadar bütün faşist odaklar tarafından topa tutulmasına neden olmaktadır.
Barış mücadeleyle gelecek. Ancak mücadelenin temel gücü işçi sınıfı ve emekçi sınıflardır. Ulusal çerçeveye sıkışan bir mücadelenin belli bir sınıra gelip dayandığı onbinlerce şehit ve çekilen onca acıyla artık ortaya çıkmıştır. Kürt halkı tüm ezilenlerin gerçek öncüsü olan işçi sınıfıyla elele vermeli, onun yönlendiriciliğinde sosyalizme yürümelidir. Kalıcı ve gerçek bir barış ancak bu koşulda gerçekleştirilebilir. Bu, programımızda net bir biçimde formüle edilmiştir:
Ulusal baskı ve eşitsizliğin sınıfsal baskı ve eşitsizliğin bir yansıması olduğunu gözönünde bulunduran TKİP, ulusal sorunun köklü ve kalıcı çözümünün ancak proletarya devrimi tabanında olanaklı olduğu gerçeğine dayanır. (TKİP Programı/ Ulusal sorun, 2. madde)
Programımızın bu pasajı anlatmaya çalıştığımızın çok daha ötesinde bir kapsama sahip, ancak konumuz açısından barış sorununa nasıl bakılması gerektiğini de ortaya koyuyor.
Barış sosyalizmle gelecek. Bu basit formülasyon, bugün artık ulusal sorun çerçevesinde bir teorik gerçek değil, toplumsal pratiğin kanıtladığı basit bir gerçektir. Sosyalizm ekseninden kopan her türlü barış girişiminin nasıl bir hüsrana uğradığı PKK pratiği ile bir kez daha çarpıcı bir biçimde görülmüştür. Sosyalizm işçi sınıfının ideolojisidir ve barışın güvencesi işçi sınıfıdır. Kürt emekçi sınıfları, barışı elde etmek için işçi sınıfı önderliğinde sosyalizm mücadelesine sarılmak zorundadır.
İzmir: Barış eylemi
Daha önce Bornova Cumhuriyet Meydanı için miting başvurusu yapan HADEP, EMEP, ÖDP, SİP il temsilcilikleri, 1 Eylülde yapacakları barış eylemini Konak Meydanında basın açıklaması yaparak gerçekleştirme kararı aldılar. Valiliğin yasaklama kararı belediye işçilerinin grevlerini yasaklama kararıyla aynı nedene dayanıyordu; kilometrelerce uzaklıktaki İzmir Fuarı... Bu keyfiyet kendisini, bir gün önce İHDye gelen sivil polislerin, yapılacak basın açıklamasına İHDnin katılmamasına yönelik imzalı taahhüt istemesiyle ayrıca gösterdi.
Bir gün önceden başlayan olağanüstü güvenlik önlemleri, 1 Eylül günü doruğa ulaştı. 1 Eylül Barış Gününde, saat 17:00de, Konak Meydanına henüz giremeden Sümerbankın ilerisinde önü kesilen yaklaşık 1000 kişi polis tarafından engellendi. Slogan atılmasına, hatta döviz açılmasına bile izin verilmeyen basın açıklamasının süresi birkaç dakikadan ibaretti. ÖDP İzmir il başkanı Haluk Tekilinin basın metnini okumasından sonra, insanlardan sessizce dağılmaları istendi.
Ayrıca, güvenlik şubeye bağlı polisler, bir gün öncesinden DKÖleri ve devrimci basın bürolarını kalabalık bir şekilde ziyaret ederek olağan önlemlerini aldılar.
Kırşehir: Dünya Barış Gününde
basın açıklaması
1 Eylül Dünya Barış Günü dolaylısıyla Kırşehirde Eğitim-Sen, ÖDP, İHD, HADEP, SES, EMEP, Enerji Yapı Yol Sen, Tarım-Senden oluşan Demokrasi Platformu bir basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasında, savaşların insanlık üzerinde doğurduğu olumsuz sonuçlara; dünya nüfusunun yarısının yoksulluk, açlık ve sefalet içinde yaşarken, devletlerin eğitime, sağlığa, üretime para ayırmazken, silahlanmaya gözü kapalı para harcayabildiklerine; ülkenin İMF, DB gibi kuruluşlara ipotek edildiğine; toplumsal muhalefeti susturmak için de KHK, F Tipi Cezaevleri uygulaması gibi baskıcı yöntemlerin kullanıldığına işaret edildi. Sivil toplum örgütleri, sendikalar ve siyasi partiler, insanlığın kazanımlarının ve barışın ülkemizde de geçerli olması için göreve çağrıldı.
Ayrıca Demokrasi Platformu adına açıklamayı yapan Eğitim-Sen, eğitime hazırlık ödeneğinin net iki maaş tutarında olması ve bunun memur, hizmetli, teknisyen ve diğer eğitim çalışanlarını da kapsaması için MEBe faks gönderme eylemi gerçekleştirdi.
|