Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Temmuz 2003
Sayı: 62
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Devrim için partili mücadeleyi büyütelim!
  Kürt halkı üzerindeki baskılar artıyor!
  Kürt halkına özgürlük!
  "Türkiye'de demokrasi
   Af değil özgürlük, kahrolsun faşist diktatörlük!.
  Irak'ta direniş bayrağı yükseliyor!
  İran gençliği direniş ateşini yaktı!.
  Paralı eğitime geçit vermeyelim!
  Filistin halkı emperyalist-siyonist barbarlığın sahte barışını reddediyor
  Direnen Filistin kazanacak!.
  Liseli gençlik çalışmasının bası sorunları
  Burjuvazi sömürü ve saldırılarda tatil yapmıyor...
  Bir sınıf çalışması deneyimi...
  YÖK yasa tasarısı
  Semt gençliğini kuşatan çürümüşlük ve nedenleri
  Devrimci enternasyonal dayanışma için ileri!.
  Barbarlık ile sosyalizmin savaşı bitmedi....
  Örgütlü mücadelenin ateşi içinde işçi sınıfı devrimcilği
  Devrimci eğitim sorunu üzerine.
  Daha güçlü bir Ekim Gençliği için görev başına!
  Dizi dizi" yalanlar!
  Sivas'ın hesabı sorulacak!
  Yabancı bir ölüm!
  Gençlik örgütlenmeyi bekliyor
  Okur mektupları



 
 
“Dizi dizi” yalanlar!

Kan ter içinde bir yaz günü makinenin başındaydı. Başı sonu belli olmayan bir işti onunki. Kumaşlar o diktikçe çoğalıyordu sanki. İşini yaparken bir yandan televizyon dizisinin akşamki bölümünde ne olacağını düşünüyordu. O anda istediği tek şey eve gidince ayaklarını uzatıp televizyonun karşısına geçmek ve zihnini tüm dünyadan kopararak diziyi izlemekti. Dizideki yaşantı hoşuna gidiyordu. Zenginlik lüks arabalara, konaklara sığmıyordu. Bu rüyalar ülkesinin kimi zaman farkında olarak, çoğu zaman ise olmayarak içine çekiliyor, hayallere dalıyordu. O ve çalıştığı atölyedeki diğer kızlar çay molasında diziden bahsediyorlardı.

Hemen hemen aynı günlerde üniversitelerin özelleştirilmesinin ve emperyalist öne çıktığı bir dönemde, bir üniversitenin hukuk fakültesinin en büyük amfisinde bir söyleşi düzenleniyordu. Amfi tıklım tıklım doluydu. Yüzlerce kişi söyleşiye katılabilmek için amfiyi doldurmuştu. Söyleşinin konusu ise ne savaş, ne paralı eğitim, ne de herhangi bir akademik sorundu. Aslında söyleşinin bir konusu dahi yoktu. Üniversitenin girişimciliğiyle ün salmış bir kulübü popüler televizyon dizilerinden birinin oyuncularını okula davet etmiş, sonra da bu garip tablo ortaya çıkmıştı. Üniversite öğrencileri, düşünüp tartışıp sorgulamaları gerekirken, bu dizi çılgınlığına ortak oluyorlardı.

Diziler hayatımızın neresinde?

Yerli diziler izleyici tarafından gerçekten sahipleniliyor, hatta bir dizi fanatizmi oluştu bile denebilir. Bunun elbette pek çok nedeni var. Ancak bunlardan en önemlisi kuşku yok ki izleyicilerin bu dizilerdeki karakterlerle kendilerini özdeşleştirmeleri ve kendilerini onların yerine koymaları. Bu ise bütünüyle planlanmış bir ticari kampanya. Bunun en açık kanıtı, Asmalı Konak dizisinin yapımcısı ve ülkemizin video-klip sektörünün en önemli isimlerinden olan Abdullah Oğuz’un sözleri. Oğuz; “Ben aslında çok iyi bir tüccar yönetmenim” diyor. Aslında bu cümle bile tek başına herşeyi özetliyor. Bu büyük tüccar mesleğinin inceliklerini anlatmak için şunları söylüyor: “Müşteriyle çok iyi diyalog kurarım. Ne istediğini bilirim, kendi istediğimi satarken bile onların istekleriymiş gibi anlatabilirim. İkisi de çok önemli. Ancak bir işin iyi olması için sadece sizin iyi olmanız da yetmiyor. Şartlar çok önemli. Dizinin ekrana geldiği saatler, karşısındaki diziler, kanalın dizinin arkasında durup durmaması gibi faktörler çok önemli.”

Hayallerimiz işte böyle pazarlanıyor. Fabrikadaki genç kızın, üniversitedeki öğrencinin, ev kadınlarının, toplumun her kesimine sınıf atlama hayalleri bu şekilde pompalanıyor. Abdullah Oğuz’a göre izleyicinin istediği bu. Bu dizilerde anlatılanlar gerçek yaşama teğet bile geçemezken birileri ceplerini dolduruyor, bir yandan da toplum –tıpkı masallardaki kara büyücülerin yaptığı gibi- uyutuluyor. Artık her akşama dört dizi sığıyor. Üstelik diziler sadece yayınlandığı saatlerde bitmiyor. Otobüs beklerken, ders aralarında, çay molalarında vazgeçilmez konuşma konusu haline gelmiş durumda.

Bu dizi çılgınlığının başladığı dönemin ekonomik krizin patlak verdiği döneme denk düşmesi hiç de tesadüf değil. Büyük televizyon kanalları büyük bütçeli programların yayınına son verirken, daha düşük bütçeyle oluşturulan çoğunlukla bir ya da iki mekanda çekilen “sit-com”lar (durum komedileri) yaygınlaştı. Yerli diziler daha ucuza mal oluyor, ayrıca çok ilgi gördüğü için yayınlandıkları kanallara oldukça yüksek reklam gelirleri kazandırıyor (Asmalı Konak dizisinin son bölümünün ATV’ye kazandırdığı reklam geliri 850 bin doları buluyor). Televizyon kanallarında, oldukça kârlı olduğu için, bir dizi enflasyonu yaşanıyor. Bir anda tüm kanallar en çok izlenen zaman dilimi olan prime-time kuşağını yerli dizilerle ve hatta bu dizilerin eski böluuml;mleriyle doldurdu. Dizilerin bu kadar rağbet görmesinin önemli nedenlerinden biri bu. Ancak hepsi bu değil. Asıl önemli olan bu dizilerle amaçlananlar, bunların insanlar üzerinde bıraktıkları etkiler.

Bu diziler, ister sıkça rastladığımız tabirle ağa dizileri olsun, ister stüdyoda çekilen ve genellikle burjuva aile yaşantısını yansıtan durum komedileri olsun, aslında tek bir amaca hizmet ediyor; insanları programlamaya. Artık öyle bir hale geldik ki, günler Pazartesi, Salı değil; Zerda, Asmalı Konak olmaya başladı. Kimi dizilerin başladığı saatlerde sokakların boşaldığı, trafiğin azaldığı söyleniyor. Bu elbette memleketimizin “tüccar yönetmenlerinin” yarattığı bir durum değil tek başına. Ekonomik krizle birlikte iyice derinleşen işsizlik ve yoksulluk sistemin sahiplerini kaygılandırıyor. Gelir dağılımındaki uçurum her geçen gün biraz daha büyürken, kitlelerin olası bir “sosyal patlama” yaşaması sistemin kaymağını yiyenlerin korkulu rüyası haline geldi. Yerli dizilerin türemesi ekonomik krizin patlak vermesi ile aynı zamana denk duuml;şer derken kastedilen budur. (Burada dizlerin izleyici kitlesinin sadece yoksul ya da eğitim görmemiş kesim olmadığı söylenebilir. Doğrudur, toplumun çok çeşitli kesimleri üniversite öğrencileri, akademisyenler vb. bu dizilere ilgi göstermektedirler. Bu durum pazarlayabilme becerisinin sonucudur. Çünkü her kesime hitap eden dizler olduğu gibi her dizide de toplumun farklı sınıfsal tabakalarının “ilgisini çekebilecek karakterler bulunuyor). Dizilere göre programlanmış insanlar içine çekildikleri hayal dünyasında sahte mutluluklar yaşıyorlar. Üstelik bu bir süreklilik de taşıyor. Merak uyandıracak bir şeklide sonlanan her bölüm insanların kafalarını meşgul ediyor, pek çok sohbetin konusu olabiliyor. Kendilerini yaşamsal oranda ilgilendiren bu kadar çok gündem varken dizilerden konuşmayı tercih ediyorlar. Endişe verici boyutlara varan diziçılgınlığı kendini başka pek çok yerde de gösteriyor. Öğretmenler öğrencileriyle Kapadokya’ya gezi düzenliyorlar ve bunu oradaki tarihi ve doğal güzellikler için değil, Asmalı Konak’ın setini gezmek için yapıyorlar. Televizyonlarda dizileri konu alan tartışma, haber programları düzenleniyor... Tüm bunlar olurken, bir yerlerde birileri kölelik yasasını onaylıyor, özelleştirmeler yapılıyor, vb..

Diziler kurgulanmış ve kendi içlerinde bütünlüğü olan bir film aslında. Anlatılan öykü, karakterler, onları canlandıran oyuncular (türkücüler), bir bütünün parçaları aslında. Nereden bakılırsa bakılsın sunulan, önerilen, özendirilen yaşam tarzını görmek mümkün. Bunların bir tarafı “ağa dizileri”. Dizilerin büyük çoğunluğunun en önemli ortak noktası “ağalık” kavramı ve bunun etrafındaki yaşam tarzı. Zaten son günlerde diziler için getirilen en önemli eleştiri de bu noktaya ilişkin. Evet ortalık ağalardan geçilmiyor. Ağalık ve ağalar şahsında “maço”luğunun yüceltildiği, kadınların aşağılandığı, vb. söyleniyor. Bu adına “ağa” denilen şahıslar aslında hiç de o eski toprak ağalarına benzemiyorlar. Onlar yaşadı&curen;ımız kentin ayrıcalıklı sınıfının mensupları. Hizmetçileri, konaklarıyla Ortaçağ Avrupası’nın feodal derebeylerine öykünen, bir yandan da köy sınırlarını çoktan aşmış, hiçbir zamana ve mekana ait olmayan ağalar. Nitekim köye dair de bir şey söylemiyorlar. Onlar kentte yaşayan ve ekonomik sıkıntılar içinde kıvrananlar için, kurtuluşun, sınıf atlayıp “yırtmanın” sembolü haline geliyorlar. Sit-comlar ise hiccedil; de onlardan geri durmuyorlar. Burjuva aile yapısını yüceltirken, kadına ve erkeğe kesin roller biçiyorlar. “Çocuklar duymasın” bunun en iyi örneği.

Yoksullukların, yoksunlukların üzerinden ticaret yapan tüccarlar, önümüze bir film değil planlı bir kampanya getiriyorlar aslında. Bu kampanya bir dizi çılgınlığı halini aldı ve endişe verici boyutlara ulaştı. Diziler değil tehlikeli olan, onun yansıttığı düşler ülkesini gerçek sanmak, sorular sormadan kabullenmek. Sorgulamaya başladığımızda, hiçbir tüccar yönetmen biz “müşterileri”ni bu kadar kolay kandıramayacak.

H. Ezgi