Ekim Gencligi ARSIVKIZIL BAYRAK
 
Temmuz 2003
Sayı: 62
 İçindekiler
  Ekim Gençliği'nden...
  Devrim için partili mücadeleyi büyütelim!
  Kürt halkı üzerindeki baskılar artıyor!
  Kürt halkına özgürlük!
  "Türkiye'de demokrasi
   Af değil özgürlük, kahrolsun faşist diktatörlük!.
  Irak'ta direniş bayrağı yükseliyor!
  İran gençliği direniş ateşini yaktı!.
  Paralı eğitime geçit vermeyelim!
  Filistin halkı emperyalist-siyonist barbarlığın sahte barışını reddediyor
  Direnen Filistin kazanacak!.
  Liseli gençlik çalışmasının bası sorunları
  Burjuvazi sömürü ve saldırılarda tatil yapmıyor...
  Bir sınıf çalışması deneyimi...
  YÖK yasa tasarısı
  Semt gençliğini kuşatan çürümüşlük ve nedenleri
  Devrimci enternasyonal dayanışma için ileri!.
  Barbarlık ile sosyalizmin savaşı bitmedi....
  Örgütlü mücadelenin ateşi içinde işçi sınıfı devrimcilği
  Devrimci eğitim sorunu üzerine.
  Daha güçlü bir Ekim Gençliği için görev başına!
  Dizi dizi" yalanlar!
  Sivas'ın hesabı sorulacak!
  Yabancı bir ölüm!
  Gençlik örgütlenmeyi bekliyor
  Okur mektupları



 
 
250 günlük orta oyununda son perde:

YÖK yasa tasarısı

250 günde yüzlerce saldırı

11 Temmuz’da AKP Hükümeti 250. gününü doldurmuş olacak. 3 Kasım seçimlerinden AKP tek başına iktidar olarak çıktı. ’87’den sonra ilk kez bir parti tek başına hükümet kurabilecek sandalyeyi elde ediyordu. Sermaye uzun bir zamandan sonra tek partili bir hükümet kurulmasını sevinçle karşıladı. Bu herşeyden önce istikrar demekti. Üstelik AKP’nin programı sermayenin çıkarlarına canla başla hizmet edileceğini ilan ediyordu. 28 Şubat sürecinin hala orta yerde durduğu ve AKP’nin şaibeli sayıldığı bir dönemde, burjuvazi programına bakarak bu partinin sıkıntı yaratmayacağını anlamıştı.

AKP’nin geçmiştekilerden farklı olacağını iddia edenlerin, bir önceki hükümetin içerisinde yer alan partilere kızarak AKP’ye oy verenlerin yanıldıkları çok geçmeden ortaya çıktı. AKP önceki hükümetin yarım bıraktığı saldırıları hızlandırarak sürdürecekti. Dahası şimdiye kadarki pek çok hükümetin programlarına aldığı ancak hayata geçiremediği saldırıları da tereddütsüz hayata geçirecekti. Şimdiye kadar yapılan özelleştirmelerden daha fazlasını bir yıl içinde gerçekleştireceklerini söylemeleri bile bunun kanıtıydı. Gerçekten de PETKİM’in satışının tamamlanması, okulların bile satılığa çıkarılması bu konuda boş konuşmadıklarını ortaya koyuyordu.

AKP’nin 250 gününe genel olarak bakıldığında, içeride ve dışarıda tam bir saldırganlık, emekçilere ve gençliğe kölelik ve geleceksizlik, sermayeye ise yeni imkanlar ve sömürü alanları sunulduğunu görüyoruz. Elbette bu çerçevede söylenebilecek çok şey var, hatta 250 ayrı saldırı sıralanabilir. Ancak biz bu tabloya kısaca değinip geçeceğiz.

Baskı, savaş, kölelik...

Hükümetin kurulduğu günlerde heyecanlı bir AB trafiği başladı. Avrupa’da yapılan toplantılar, kriterlere uyum, ekonomik işbirliği vb... Fakat Avrupalı emperyalistler AB içerisinde yeni bir ABD ajanı istemiyorlardı. AB süreci konusunda kitlelerin gözünü boyamak için demokrasi ve refahtan bahsediliyordu, hala da bahsediliyor. Ancak tam da o günlerde Veli Kaya’nın depoya sokularak dövülmesi, Sivas’ta şenlik yapan üniversite öğrencilerinin tutuklanması AB demokrasisinin ibret verici örnekleri oldu. Refah kavramından ne anlaşılması gerektiğini ise, hükümetin ilk işlerinden biri olan ek vergilerle öğrendik. İşte Avrupa buydu, işte AKP’nin yalanları bu denli ortadaydı. Muhalefet rolünü tek başına üstlenen CHP’nin ne menem bir muhalif olduğunu da bu vesileyle gördük.

Bu fiyaskonun ardından ABD’nin Irak seferi için gün sayılmaya başlandı. Bizler Irak halkının petrol ve hegemonya için başlatılacak bir emperyalist savaşta katledilmesine karşı dünyanın dört bir yanında olduğu gibi alanları doldururken, burjuvazi hükümetin en yetkin ağızlarından yapılan kan pazarlığını açığa vurmaktaydı. AKP gençliğin kanının kaç milyon dolar edeceğini hesaplıyordu. Kendi hukukunu bile çiğneyerek limanlar ve üsler gizli bir kararnameyle ABD’nin hizmetine sunuluyordu. Sonrasında bir tezkere ile bu sorunun hukuki yanı çözülmüş oldu. Hemen ardından ikinci tezkerenin çıkarılması için kollar sıvandıysa da bu işi ellerine yüzlerine bulaştırarak koca bir hüsran yaşadılar. Bu beceriksizlikleri yüzünden ABD’ye defalarca günah çıkardıklarını anımsarsak, tezkerenin çıkarılamamasının savaş karşıtlıcurren;ıyla ilgili olmadığını görürüz. Zaten tezkerenin geçmemesi de durumu değiştirmedi, Türkiye fiilen savaşın bir parçası oldu.

Her icraatıyla kimin partisi olduğunu ispatlayan AKP, bir önceki hükümet döneminde gündemleşmesine rağmen yasalaştırılamayan kölelik yasasını da çıkarttı. Böylece işçi sınıfının onlarca yıllık kazanımları bir çırpıda gaspedildi.

Eğitimin ticarileştirilmesi, emekçi çocuklarının
yüzüne kapanan okul kapıları

AKP, temsil ettiği sınıfın çıkarları doğrultusunda ve en az emekçilere uyguladığı kadar azgın bir saldırı dalgasını da gençliğe yöneltti.

Hükümet programına kısaca göz atarak hatırlayalım.

* Özel sektörün eğitim yatırımlarında bulunmasını sağlayacak, özel öğretim kurumlarını yaygınlaştıracak ve mevcut okulların %100 kapasite ile çalışmalarını temin edecek düzenlemeler yapılacaktır.

* Talep oluşturularak özel sektörün eğitim yatırımlarına kaynak ayırması temin edilecektir.

* Vakıf üniversiteleri desteklenecek, bu üniversitelere bütçeden ayrılacak mali desteğin esasları yeniden belirlenecektir.

* Üniversitelere yerel yönetimler, odalar ve işadamları ile şirket kurabilmeleri ve ortak projeler yapmaları fırsatı yaratılacak, yerel yönetimler ve özel sektörün üniversitelerle ilişkilerinin geliştirilmesini sağlayacak düzenlemeler yapılacaktır.

* Üniversitelerin sanayi ile işbirliği içinde olmaları, pratik faydayı gözeten kurumlar haline gelmeleri sağlanacak ve toplumdan ve hayattan kopuk bir tarzın önüne geçilecektir...

Bu veciz sözler AKP’nin eğitim programında yer almaktadır. Hiçbir yoruma gerek bırakmayacak kadar açıktır. Nitekim bu programın uygulanması için Eğitim Bakanı olarak tayin edilen Erkan Mumcu, programda bahsi geçen uygulamaların somut açılımlarını da yaptı.

Karnelere ve kitaplara reklam

Daha bakanlığının ilk günlerinde, ilköğretimde sponsor uygulamasını ortaya atarak kendisinden öncekilere bile rahmet okuttu. Karnelere ve ders kitaplarına reklam alınması gibi ucube bir uygulamanın planlayıcısı olarak eğitimi parça parça satacağını da kanıtlamış oldu. Yerli malı haftalarının yapıldığı bir okulda artık öğrenciler, karnelerinde Coca Cola ya da arasında hiç fark bulunmayan Kristal Kola reklamıyla karşılacaklardı. Belki de ülkedeki emekçilerin aylık ücretinden kat kat pahalıya satılan oyuncak veya giysi reklamları karnelerde yer alacaktı... Bunu açılacak ihale belirleyecekti. İhale karneler hazırlandığı için ertelendi. İkinci döneme sarkan proje, bu sefer de hayli ilginç bir gerekçeyle bir sonraki seneye bırakıldı. Projenin ertelenmesinin nedeni gelen tepkiler değil, firmaların reklam bütçelerini yılın başında belirliyor olmaları idi.

YÖK yasa tasarısı yeniden

Geçen yıl hem seçimin gündeme gelmesi, hem de doruk noktası 18 Mayıs Kızılay eylemi olan öğrenci muhalefeti yüzünden askıya alınan YÖK yasa tasarısı, bir kez daha gündeme geldi. Yapılan kısmi değişiklikler yasanın özünü değiştirmiyordu. Yasadaki ayrıntılı tanımların yerine daha yuvarlakları konulmuş, bir de göstermelik bir demokrasi peçesi takılmıştı. Ancak bu demokrasi peçesi bir orta oyununun oynanmasına da vesile oldu. Geçen yıl YÖK yasa tasarısını her biçimde destekleyenler, vakit kaybedilmeksizin karşı atağa geçtiler. Sadece YÖK Başkanı değil, Rektörler Komitesi ve burjuva medyanın bilinen kalemleri düğmeye basılmışçasına teyakkuza geçerek, bu istemleri laikliğe yönelmiş bir saldırı olarak taşa tuttular. Oysa her iki taraf da üniversitelerin baskıcı, anti-demokratik ve sermayenin hizmetinde kurumlar olmaları i&ccedi;in çalışıyor. Bunu da demokrasi adına yapıyorlar. Sanki şimdiye kadar binlerce soruşturma açmamışlar, okullara polisi sokmamışlar, öğrencilerin söz hakkını her fırsatta engellemeye çalışmamışlar gibi... Demokrasi havariliği kostümü çok geçmeden üstlerinde parçalandı. Arka arkaya yapılan eylemlerle bir yandan emperyalist savaşa karşı gençliğin tutumunu ortaya koyduk, bir yandan da bizi kendilerine yedeklemek isteynlerin değil, kendi geleceğimizin tarafında yer alacağımızı haykırdık.

Daha sonraki günlerde küçük bir değişiklik yapılarak, Erkan Mumcu’nun yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na herkesi şaşırtan üslubu ve pervasızlığıyla tanınan Hüseyin Çelik geçirildi. Bakan olmasının haftasında, “Şimdiki öğrenciler çok rahatlar. Bizi hocalarımız kızılcık sopasıyla döverlerdi.” diyerek, sadece bu işteki acemiliğini değil, düzenin gençliğe bakışını da tüm açıklığıyla ortaya koydu. Bakanlığı sırasındaki icraatları eğitimi nasıl meta olarak görüldüğünün kanıtıydı.

Çelik bir komisyon oluşturarak YÖK yasa tasarısı üzerinde çalışmalara başlanmasını istedi. Aslında komisyon yasayı değiştirme hakkına sahip değildi. Sadece fikir belirtebiliyordu. Yani komisyon üyeleri bu saldırıya suç ortaklığı yapmaları için toplanmışlardı. Elbette yasanın içeriği ortaya çıktıkça tepkiler de büyüyordu. Eğitim-Sen bir açıklama yaparak, bu yasanın paralı eğitim demek olduğunu duyurdu ve komisyondan çekildi.

Hararetle başlayan çalışma gelen tepkiler üzerine hızını keserek alttan alttan sürdürüldü. Bir süre sonra YEK ve benzeri düzenlemelerle yeniden karşımıza çıkarıldı. Fakat bakanlık ve hükümet, bir kez daha “üniversiteleri kahramanca savunan”! YÖK üyeleri ile karşı karşıya geldi. Son olarak MGK gündemine alınan yasa gerginliğin azaltılması için bir süreliğine rafa kaldırıldı.

“Özel okullara destek”, emekçi çocuklarına barikat!

Üniversitelerin sermayenin yağmasına tümüyle açılması gecikince, bakanlık programda sözünü ettikleri diğer saldırıları öne aldı. Böylece hem vakit kaybedilmeyecek, hem de işe daha yaygın olan ilk ve orta öğretimden başlanacaktı. Eğitim Bakanlığı tarafından “Özel okulları destekleme” projesi hazırlandı. Buna göre, sınavla alınacak on bin öğrenci özel okullara gönderilecek, ücretler ise devlet tarafından karşılanacaktı. Her ne kadar imkanlardan yoksun öğrenciler için fırsat yaratma bahanesi kullanıldıysa da, gerçekte bunun kontenjanları yarı yarıya boş olan özel okulların kârı için yapıldığı ortadaydı. Eğitim emekçileri arka arkaya açıklamalar yaptılar. Dönem başında açıklanan rakamlara göre, bir okula ortalama 105 milyon ayırabilen devlet, yıllık 15 trilyon maliyetle bu projeyi hayata ge&cceil;irerek asıl sorunun kaynak sorunu değil, eğitime bakış olduğunu gözler önüne serdi. Aynı günlerde Bingöl’de yatılı bir devlet okulu çökmüş ve öğrenciler bizzat devlet tarafından katledilmişlerdi.

Düzenin yedek gücü “laik kesim”den projeye karşı açıklamalar geldi. Ancak onların gerekçesi, öğrencilerin şeriatçı liselere gönderilecek olmasıydı. Yani eğitimi ticarileştirmekte, pazarlamakta bir sorun yok, yalnız aslan payı şeriatçılara değil “laiklere” verilsin!

Düzenin hükümeti kadar muhalefeti de kokuşmuş durumda. Burjuvazinin çıkışsızlığını sergileyen bu durum, bir kez daha öğrenci gençliğin mücadele dışında bir alternatife sahip olmadığını gösteriyor.

Bu yasa meclisten geçmeyecek!

Bu sırada üniversitelerin peşi sıra ilköğretim okulları ve liseler de saldırının kapsamına alınarak, “okulların bir kısmının parça parça özelleştirilmesinde bir yanlışlık bulunmamaktadır” ve “arsaları değerli okullarımız var. Onları satacağız” türünden yüzsüz açıklamalar birbirini izledi. Nitekim son olarak satılacak okulların öncelikli olanlarının bir listesi yayınlandı.

Eğitim de özelleştirme konusunda bu kadar kararlı olan Eğitim Bakanı, 22 Haziran tarihinde yaptığı “Rayında giden YÖK Yasası’nı değiştirmeyeceğiz, ancak yasanın işleyişindeki sıkıntıları gidermekte kararlıyız” açıklaması ile YÖK’le arasındaki buzları eritmek için çırpınmaya başladı. Ancak ne yaparsa yapsın, yaşanan kadro savaşında başarıya ulaşamadı. Bu sırada sermaye sınıfının tasarı için bekleyecek sabrı kalmamış olmalı ki, 30 Haziran tarihinde yeni tasarının hazır olduğu ve Temmuz ayının ilk haftasında Bakanlar Kurulu’na sunulacağı haberi gündeme oturdu. Tartışmanın iki tarafının da tasarının özünü oluşturan üniversitelerin piyasaya açılması fikrine karşı olmadığı gerçeği, sermaye sınıfı açısından saldırı için daha fazla beklenmesini gereksiz kılıyordu.

Önümüzdeki günlerde Bakanlar Kurulu gündemine getirilecek tasarı, yaklaşık bir hafta içinde imzalanarak meclise yollanacak. Büyük ihtimalle ilk oylamada yasalaşacak olan saldırının bugüne kadar bekletilmesinin nedenlerinden birisi, sermaye devletinin işçi ve emekçilere yönelik saldırılarının sermaye açısından öncelik taşıması, ikincisi üniversitelerin kapalı olduğu dönemin bu yasayı geçirmek için en uygun zaman olmasıdır. Ancak bu planları tüm eksikliklere karşın boşa çıkarmanın, gelişen sürece müdahale etmenin imkanları vardır ve bu imkanlar önümüzdeki süreçte etkin bir çalışmaya konu edilmelidir.

Ne kadar kararlı olunduğu açıkça görülen bu saldırıyı durdurmanın yolu, daha da kararlı bir şekilde mücadele etmekten geçiyor. Yılardır YÖK yasalarına ve paralı eğitim uygulamalarına karşı mücadele eden gençlik açısından tatil ve yaz rehaveti bir handikap oluştursa da, gençliğin mücadelesi bu tasarıyı engelleyebilecek düzeydedir. Gençlik geçtiğimiz yıl bu tasarıyı 18 Mayıs’ta Kızılay’da püskürtmüştü. Bu sene de yasanın meclise gelişini aynı yerde karşılayalım. Kışın soğuğunda ateşlerimizle ısıttığımız Güvenpark’ı, yaz gecelerinde de türkülerimiz ve sloganlarımızla inletelim!