İsrailin 1967de Filistin topraklarını işgal etmesi üzerine başlayan Filistin direnişi olanca kararlılığıyla devam ediyor. Bugün analar Filistinde evlatlarını dirensin diye doğuruyorlar. Siyonizm belasından topraklarını kurtarmak isteyen Filistinli analar, tüm baskılara, kasap Şaron rejiminin katliamlarıa ve uğradıkları işkencelere rağmen direnen halkın direnen kadınları olmakta kararlılar. Çünkü onlar İsrail barışının nasıl bir barış olduğunu 1993te Osloda gördüler. Onlar biliyorlar ki, Filistin direnerek kazanacak!
Filistinin kadınları alışılmadık bir şeyi başardılar. Erkeklerle omuz omuza işgal kuvvetlerine karşı savaştılar, dağlarda gerilla eğitimi aldılar. Elbette bu direnişin tek kahramanları onlar değillerdi. İsrailin işgal ve imha politikasını tırmandırmasından bu yana, tüm Filistin halkı birlik olup direniş bayrağını yükseltti. 2000 yılı Eylül ayından bu yana süren İkinci İntifada; bu direnişçi kimliğin bir kez daha tanıklığını yapmaktadır.
Özellikle 11 Eylül sonrası ABD, terörizm karşıtlığı edebiyatıyla, Filistin direnişine karşı açık tutum aldı. Iraka karşı savaş için öne sürdükleri nedenlere baktığımızda, karşımıza gülünç bir tablo çıkıyor. Irakta olduğu söylenen kitle imha silahları aslında İsrailde. Ve İsrail her fırsatta Filistin halkına terör kusuyor. İsrail 1967den beri Filistinin birçok bölgesini işgal etmiş durumda. Filistinli mültecilerin ülkelerine dönmelerini reddediyor, direnen halkı işkenceden geçiriyor. Şimdi bu iki işgalci devlet, ABD ve İsrail Arafatı devre dışı bırakmış, Mahmud Abbasın başbakanlığa gelmesini sağlamıştır.
Arafat emperyalislerin kurduğu masalarda verdiği sürekli tavizlerle bugünkü noktaya geldi. Osloda Ortadoğu Barış Süreci adı altında Filistin halkının aleyhine bir anlaşmayı imzaladı. Geçtiğimiz yıl göçmenlerin geri dönüşünü sorun yapmayacağını açıkladı. Ancak bugün Filistinin başına geçen Mahmud Abbas çok daha tavizkar, İsrailin çıkarlarına hizmet edecek biri. İsraile karşı direnişi açıkça reddetti, savaşan örgütleri silahsızlandırma sözü verdi.
Ancak yapılan bu işbirliği Filistin halkı nezdinde hiçbir şey ifade etmemektedir. Filistinli örgütler tarafından silahsızlanma reddedilmiştir. Filistin halkı biliyor ki, sahneye konan barış oyunlarının arkasında yeni bir hak gaspı, yeni bir saldırı vardır.
Dalal Mograbi, Filistinde ölümsüzleşen kadın direnişçilerden biri... 1978de onun önderliğinde 12 erkek direnişçi, işgal altındaki Hayfa ve Akka kentini birleştiren kıyı şeridinde, İsrailin 2000 askerine ve ağır saldırılarına direniyorlar. Ölmeden önce yazdıkları ise İntifada ruhunu özetliyor: Ben Dalal, yurdum için ölmeye hazırım, ağlama anne...
Bugün de bu ruhla, bu inançla sürdürülüyor direniş. Filistinliler hala emperyalist ABDye, siyonist İsraile, işgalcilere boyun eğmiyorlar... Ölen her Filistinli evlat analarının gözünde emeklerinin, hayatlarının, topraklarının kurtuluşu için bir adım artık. Bu onların yaşamlarının ucuzluğundan ileri gelmiyor; tam tersine, belki onlar kadar onurlu ve yaşamaya layık bir halk yok.
İntifada sürüyor ve sürecek! Ta ki Filistin toprakları işgalden kurtulana, göçmenler topraklarına dönene, tutsaklar özgürlüklerine kavuşana, tüm bu yağma ve katliam saldırıları son bulana dek...
Bir süredir oldukça sık dile getirilen ve ciddi tartışmalara yol açan Ermeni soykırımı, iktidardaki sınıfın milliyetçi duygularını rahatsız etti. Sermaye iktidarı, bu soykırımın varlığını yadsımayanları sindirmeye çalışarak, dezenformasyona girişti. MEBnin asılsız Ermeni soykırım iddiasına karşı uygulanacak kamuoyu oluşturma faaliyetleri çerçevesinde, geçen ay ilköğretim okullarında başlattığı Ermenilerin Türklere uyguladığı soykırım konulu kompozisyon yarışmasının, hatta Ermeni okullarında okuyan öğrencilerden de bu yarışmaya katılmalarının istenmesinin ardında yatanları görmek çok da zor değildir. Tüm bu uygulamalar, sistemin herşeyi kendi çıkarlarına uydurma çabalarından ibarettir.
Amaç, daha dün birlikte top oynayan küçük beyinlere şoven duygular aşılayıp, yarın bu beyinler arasında nefret ve düşmanlık oluşturmaktır. Bu amacı da eğitime yeni adım atan beyinleri kullanarak, milliyetçilik ve şovenist duygularla tek tip insan oluşturup, soru sormaktan uzak, her şeyi olduğu gibi kabullenen bencil bireyler yaratarak gerçekleştirmek. Bu bireyleri yetiştirecek öğretmenleri de bu programlamaya dahil ederek, düzene uyumlu robot-insanlar yaratıp, düzenin koruyuculuğunu yaptırmak.
İktidar tüm bunları gerçekleştirebilmek için bugün de boş durmuyor. Tüm halktan, geçmişinde ve gözleri önünde yatan gerçekleri reddetmesini isteyerek, asılsız Ermeni soykırımı iddiaları üzerine konferanslar düzenliyor, ilçelerdeki tüm memurların katılımını zorunlu kılıyor, soru soranları cezalandırarak yıldırma politikaları uyguluyor. Ve bunu eğitim ve öğretim kurumları üzerinden yapıyor.
Kiliste düzenlenen konferanslardan bunlardan sadece bir tanesiydi. Konuşmacı olarak Kilis Eğitim Fakültesinden bir Yrd. Doç. Dr. getirilmişti. Bu konferansta konuşmacıya soru sordukları, konuşma sırasında dışarı çıktıkları gibi komik iddialarla 6 kişi hakkında soruşturma başlatıldı. Eğitim-Sen üyesi Hülya Akpınar adlı bir öğretmen ise tutuklanarak 1.5 milyar kefaletle serbest bırakıldı. Tutuklama kararı toplumda infial yaratacak söz ve davranışlarda bulunma gerekçesine dayandırıldı.
Sermaye iktidarı kendi düzenlediği konferansta soru sorulmasına dahi tahammül edemeyecek kadar tedirgin. Tedirgin olmakta haklıdır, çünkü tarihsel gerçeklikler bu tip konferanslarla, kompozisyon yarışmalarıyla üstü örtülemeyecek kadar ortadadır.
Hesap soran, sorgulayan, hakkını arayan birileri daima varolacaktır. Sistem kendini ne kadar korumaya çalışırsa çalışsın, bir gün yıkılacak ve yerini üzerinde her renkten insanların kardeşçe yaşadıkları bir dünya alacaktır.