26 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/20

Zorbalara karşı direniş ateşini harlayalım!
Düzen siyasetinin sürdürülemez OHAL’i
Yüksel’de polis terör estirdi, direniş ateşini söndüremedi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek eylemleri
Mevsimlik tarım işçilerinin bitmeyen çilesi
Grev ve direnişler sürüyor
Geleceği kazanmak için Metal Fırtına’yı ve bugünü anlamak!
ABD, Suriye’ye karşı savaşı kızıştırıyor
Trump’ın Ortadoğu gezisi
ABD’nin YPG ile ilişkileri ve Kürt halkını bekleyen tehlikeler
İran’da seçim tiyatrosu ve İran halkının mesajı
“Türkiye, YPG’ye karşı 10 bin kişilik ÖSO ordusu kuruyor”
İşyerinde taciz/tecavüz, sömürü politikasının parçasıdır!
“Ben çabalayacağım, siz de çabalayın!”
Meslek Liseliler Birliği İstanbul Meclisi toplandı
“Bir insanın nefesi kesilirse o insan yaşayabilir mi?”
Güzel günler göreceğiz çocuklar…
Sadece devrimci kimliğin değil, yaşamın da temel taşıdır özgüven
“Böyle kalır sanma devran”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

ABD’nin YPG ile ilişkileri ve Kürt halkını bekleyen tehlikeler

D. Yusuf

 

Ortadoğu bölgenin geleceğini etkileyecek önemli gelişmelere sahne olmaya devam ediyor. Bu gelişmelerden biri de ABD ile Türkiye ilişkilerinin seyridir.

Bilindiği gibi ABD ile Türk sermaye devleti arasındaki ilişkiler uzun bir süredir kırılgan ve gerilim yüklü bir hat üzerinde yürüyor. Erdoğan, ısrarlı talebine karşın umut olarak gördüğü Trump’la ancak 4 ay sonra görüşebildi. Üstüne üstlük görüşme toplam 22 dakikalık ayaküstü bir görüşme idi. Trump lakaytlık düzeyinde bir rahatlık içindeydi. Erdoğan, görüşme öncesi Trump’ın YPG’ye silah verilmesini içeren anlaşmayı imzalaması nedeniyle gergindi. YPG ile ilişkilere son verilmesi, YPG’ye verilen silahların geri alınması, Rakka operasyonunun kendileri ile yapılması, Sincar’a sefer yapma izni ve F. Gülen’in iadesi gibi, her vesileyle tekrarladığı istekleri görüşme sırasında bir kez daha dile getirdi. Her defasında yapıldığı gibi, tümü de kabul edilemez bulundu ve reddedildi. Bu durum, uzun süredir kırılgan bir hat üzerinde seyreden ilişkilerde yeni bir kırılma noktası oldu. ABD ile sermaye devleti arasındaki gerilimi daha da tırmandırdı. Açıkçası tablo, Erdoğan ve sermaye devleti bakımından oldukça iç karartıcıydı ve çeşitli tepkilere neden oldu.

Sonrasında Erdoğan, Türk medyasının soruları üzerine çok sert açıklamalar yaptı. Aynı şeyi TÜSİAD patronlarının toplantısı sırasında da tekrarladı. Dikkate değer olan ise Erdoğan’ın, “Rakka operasyonunu YPG ile yapacağız diyorlar. Bu durumda biz ne diyebiliriz ki? Hayrını görsünler” mealindeki sözlerin ardından, Rojava’yı, en çok da Sincar (Şengal) bölgesini kastederek, “Gerektiğinde sınır ötesi müdahale hakkımızı kullanmaktan geri durmayacağız” şeklindeki tehdit yüklü açıklamasıydı.

Türk Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise, ABD ile Türk sermaye devleti arasındaki ilişkilerin bozulmasından sorumlu tuttuğu bölgedeki IŞİD karşıtı Uluslararası Koalisyon’un ABD’li koordinatörü Brett McGurk’un kovulmasını talep etti.

Erdoğan’ın korumalarının ABD’deki Türk Büyükelçiliği önünde gösteri yapanlara dönük azgınca saldırısı gerilimi tırmandıran bir başka gelişme oldu. Olay Amerikan kamuoyunda ve politik çevrelerinde sert tepkilere yol açtı. Örneğin senatonun ünlü simalarından John McClain, Türk Büyükelçisi’nin sınır dışı edilmesini istedi. ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Heather Nauert olayı kınamakla kalmadı, oldukça sert ifadelerle, Türk sermaye devletini ve Erdoğan’ı “İfade özgürlüğü ve barışçıl protesto” hakkına saygı göstermeye davet etti.

Erdoğan-Trump görüşmesinin yankıları devam ediyor.

Emperyalistler için her zaman aslolan stratejik çıkarlardır ve her şey buna tabidir

Yukarıda kısaca belirtilen gelişmeler gerçekte ne anlama geliyor? Başını Doğu Perinçek’lerin çektiği ulusalcı-Avrasyacı cenahın iddia ettiği gibi Türk sermaye devleti eksen mi değiştiriyor? Örneğin, ABD’den kopup Avrasya bloğuna mı katılıyor? Ya da ABD 50 küsur yıldır kendisine sadakatle hizmet eden kadim işbirlikçisinden vaz mı geçiyor? Daha da önemlisi, bölgedeki toplam gelişmelerin, fakat en çok da ABD ile YPG arasındaki ilişkilerin seyri gözetildiğinde, Kürtler ne ifade ediyor?

ABD, Türk sermaye devletinin taciz boyutlarındaki ısrarlarına karşın YPG ile ilişkilerini sürdürüyor. Zira, YPG’yi ve onun omurgasını oluşturduğu QSD’yi IŞİD’e karşı mücadelede en kullanışlı güç olarak görüyor. Sahayı en iyi onun tanıdığını, bölgenin en savaşkan gücünün YPG-QSD olduğunu, bugüne kadarki deneyimlerin de kanıtladığı gibi ancak onunla arzuladığı sonucu alabileceğini düşünüyor. YPG ile ısrarla ortak mesai yapması tam da bu nedenledir. Bu durumu değiştirmesini gerektirecek bir başka alternatif belirmediği sürece, istediği hedeflere ulaşana dek son derece kullanışlı bir güç olarak gördüğü YPG’yle, demek oluyor ki Kürt hareketi ile bilinen mesaiyi sürdürmeye kararlıdır.

Özetle Trump, Erdoğan’ın ABD ziyaretinin hemen öncesinde, Erdoğan’a adeta istersen gelme dercesine tutup YPG’ye yeni ve ağır silahlar verilmesini içeren anlaşmayı imzaladı. Bununla da kalınmadı, tam da görüşme ile aynı saatlerde QSD güçlerinin bir de tanksavarlarla donatılması kararı alındı. Rojava’da yaklaşık 50 bin kişilik bir askeri güç oluşmuş bulunuyor. Bunları eğiten de hakeza ABD mensubu askeri uzmanlardır. Güney Kürdistan’da yeni askeri üslerin inşası gündemde. Rojava’nın stratejik yerlerine üsler kuruluyor. Türkiye sınırları da dahil pek çok yerde ABD bayrakları var. Uygun bir deyimle, ABD Rojava’ya iyice yerleşiyor. Rojava’yı Güney Kürdistan’dan sonraki ikinci önemli dayanağı ya da etkinlik alanı yapmaya çalışıyor. Menbic ve Musul’dan sonra, Rakka operasyonunu da YPG-QSD ile yapmayı tercih etti.

Peki ama bu tercih, gelinen yerde kullanışlı bir ortak olma özelliğini yitirdiğini, sürekli olarak bölgedeki çıkarlarına zarar verdiğini, en azından yapmak istediklerini zora soktuğunu düşünerek, ABD’nin bugüne kadarki stratejik müttefiki sermaye devletini dışlayıp, Kürtleri yeni stratejik müttefik olarak tercih ettiği anlamına mı geliyor? Kuşkusuz ki hayır.

ABD’nin ve onun “öngörülemez” başkanı Trump’ın Türk sermaye devletinden, esas olarak da Erdoğan’dan epeyce rahatsız oldukları, çıkarlarına zarar vermesi sebebiyle onu bir tür cezalandırdıkları ve isteklerini itirazsız yerine getirene dek buna devam edecekleri tartışmasız bir gerçektir. Bu konuda aceleleri de yoktur. Zira sermaye devletinin ve Erdoğan’ın buna mahkum ve mecbur olduğunu çok iyi bilmektedirler.

Öte yandan Kürt sorunu günümüzde gitgide öne çıkan, öne çıkmakla kalmayıp bir bölge sorunu haline gelen ve yakıcı biçimde çözümünü dayatan bir sorundur. Kürt hareketi bölgede etkin bir güç haline gelmiştir. YPG örneğinde olduğu gibi bölgedeki gelişmelerin seyrinde belli bir rol oynamaktadır. Deyim yerindeyse bölgenin yükselen diri gücüdür. Savaşkan niteliği ile hesaba katılmayı dayatıyor. Bu arada Kürt halkı sürekli yeni kazanımlar elde ediyor. Hem ABD hem de Rusya Kürtler üzerinden planlar yapıyor. Bu da bölgenin tartışmasız bir diğer gerçeğidir.

Fakat hâlâ değişmeyen ve mutlaka bilinmesi gereken başak gerçekler de vardır. Ortadoğu uzmanı Robert Fisk geçen hafta The Independent gazetesinde, aynı zamanda batı dünyasının, yani emperyalist dünyanın ezilen mazlum halklara ve bu vesileyle de Kürtlere bakışını anlatan şu veciz tespiti yineledi: “ABD için Kürtler ‘terk edilmesi gerekene kadar’ güvenilir müttefiktir.”

Amerika’nın Avrupa ve Avrasya İşlerinden Sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Jonathan Cohen de, Washington’daki Ortadoğu Enstitüsü’nün 19 Mayıs’ta düzenlediği bir panelde, Robert Fisk’i teyit edercesine; “Amerika ile Türkiye arasındaki ilişkiler geniş ve derin. Suriye Demokratik Güçleri’ni Rakka için kullanmak ile ilgili anlaşmazlık taktiksel bir konu. Bunun, Türkiye’ye yönelik güvenlik taahhüdümüzde stratejik değişikliğe etkisi olmayacaktır. Taktiksel alanlarda anlaşmazlıklarımız var ama Türkiye ile her zaman yoğun ve çeşitli ilişkimiz oldu ve bu devam edecek. Amerika YPG’yi savaş alanı ortağı olarak görüyor, çünkü Suriye’nin o bölgesinde tek güçler, Rakka’yı kurtarabilecek kapasitedeler, onlarla ilişkimiz geçici, harekete dayalı ve taktiksel”dir şeklinde konuştu.

Cohen, YPG’nin Rakka operasyonu çerçevesindeki rolü ile ilgili bir soruya ise şöyle cevap verdi: “Biz YPG’ye hiçbir söz vermedik. Bu savaştalar, çünkü bu savaşta olmayı istiyorlar. Kendilerine göre elbette motivasyonları var.” Aynı zat, “Irak ve Suriye’den tamamen çıkarılana kadar Türkiye ve ABD IŞİD’e karşı beraber savaşmaya devam edecek. Terörün her türlüsüne karşı Türklerle birlikte mücadele etme çizgimize bağlıyız” şeklinde açıklamalarda da bulundu.

PKK’nin Sincar’daki varlığına da işaret eden Cohen, Musul’un kurtarılmasından sonra ABD’nin hem Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) hem de merkezi Irak yönetimi ile işbirliği halinde Sincar konusuna daha yakından eğileceğini vurgulayarak, PKK’nin “ister gönüllü ister başka şekilde oradan çıkarılacağını belirtmeyi de ihmal etmedi. Devamla, Suriye ve Irak’taki demografik yapının değiştirilerek fiili durum yaratılmasına karşı olduklarını ve yerel unsurların kendi geleceklerine karar vermesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Kürt halkının geleceğine dönük tehlike ve tuzaklar

Jonathan Cohen’in tüm sözleri ve yaptığı tüm açıklamalar İngiliz devlet adamı Lord Palmerston’a mal edilen, “İngiltere’nin ebedi dostları ve ebedi düşmanları yoktur, çıkarları vardır” şeklindeki sözlerini hatırlatıyor. Bu sözler, ABD başta olmak üzere tüm emperyalist devletler için hala geçerlidir.

Demek oluyor ki emperyalist çıkarlar söz konusu olduğunda, anda önemli olan hangi güç ya da güçlerle taktik ya da geçici ittifak içinde oldukları değil, bu ittifakın amaca uygun olup olmadığıdır. ABD ile Türk sermaye devleti arasındaki ittifak stratejik bir ittifaktır. YPG ile ABD’nin bugünkü ittifakı ise, “geçici, harekete dayalı ve taktiksel” bir ittifaktır. Kürt halkı da “terk edilmesi gerekene kadar” ABD’nin “güvenilir” müttefikidir. Sermaye devletinin ardı arkası kesilmeyen itirazlarına rağmen ABD’nin bu ortaklığı ısrarla sürdürmesinin nedeni, ABD’nin YPG’yi bölgede yerleşik, sahayı çok iyi tanıyan, hatırı sayılır savaş kapasitesine sahip, IŞİD’e karşı mücadele pratiğinin de tam bir kesinlikle kanıtladığı gibi son derece kullanışlı bir güç olarak görmesidir.

Gerçek şu ki, nereden bakılırsa bakılsın ABD’nin YPG’yi kullanışlı bir güç olarak tanımlaması ve onunla kurduğu ilişkiyi kendi sefil çıkarlarını elde etmeye, somut olarak da bölgenin statükosunu kendi çıkarları temelinde yeniden dizayn etmesine hizmet eden amaca uygun bir ilişki olarak görmesi, bünyesinde Kürt halkının geleceği için trajik sonuçları, tehdit ve tehlikeleri barındırıyor.

ABD Kürt halkının ne “kurtarıcı”sı ne Kürtlerin kendi öz gücü ve mücadelesinin eseri olan kazanımlarının (en başta da Rojava’nın özgürlüğünün) “garantörü” ne de stratejik müttefiki olabilir. Kürt halkının özgürlüğü emperyalizmin, eş deyişle de ABD emperyalizminin zerrece umurunda değildir. Zira Kürtleri mevcut statükoya mahkum edip, sömürgeci kölelik koşullarında yaşamaya mecbur edenler bizatihi emperyalistlerdir, en başta da ABD emperyalizmidir. Kürt halkının kurtuluşu emperyalizme karşı mücadeleden geçmektedir. Emperyalizme karşı mücadele gerçek ve kalıcı özgürlük için olmazsa olmaz koşuldur. Kürt halkının stratejik müttefikleri ise Türkiye işçi sınıfı ve emekçi halkları başta olmak üzere, bölgenin kardeş halklarıdır. Kürt halkı kurtuluşu Türkiye işçi sınıfı, emekçi halkları ve bölgenin diğer kardeş halkları ile samimi ve candan bir ittifakta ve bunun doruğu olan birleşik sosyalist devrimde aramalıdır. Kurtuluşunun “garantör”ü bu devrimdir.

Kürt halkı, kendisini bekleyen tehlike ve tuzaklara karşı her zamankinden de fazla uyanık olmalıdır. Emperyalistlerinki de dahil, gerici güçler arasındaki çelişkilerden yararlanma adına, sorunun bizatihi kaynağı olan emperyalistlere güvenmemeli ve emperyalist çözümlerin ve planların parçası olmayı kesin biçimde reddetmelidir. Tersi bir tutum, yeni ve geçmiştekilerden de büyük acılar ve yıkımlar demektir.

Bir kez daha vurgulayalım ki, “Kürt halkı kendi gücüne dayandığı ve bölge halklarıyla devrimci kader birliği çizgisinden kopmadığı ölçüde süreçten en iyi kazanımlarla çıkmayı başarabilecektir. Emperyalizmin bölgeyi kendi çıkarlarına göre yeniden şekillendirme çabalarından yarar umduğu ve daha da kötüsü buna alet olduğu ölçüde ise bölge halklarıyla birlikte bunun acısını çekmek akibetiyle yüz yüze kalacaktır.” (TKİP IV. Kongre Bildirisi, Ekim 2012)


 
§