26 Mayıs 2017
Sayı: KB 2017/20

Zorbalara karşı direniş ateşini harlayalım!
Düzen siyasetinin sürdürülemez OHAL’i
Yüksel’de polis terör estirdi, direniş ateşini söndüremedi
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya destek eylemleri
Mevsimlik tarım işçilerinin bitmeyen çilesi
Grev ve direnişler sürüyor
Geleceği kazanmak için Metal Fırtına’yı ve bugünü anlamak!
ABD, Suriye’ye karşı savaşı kızıştırıyor
Trump’ın Ortadoğu gezisi
ABD’nin YPG ile ilişkileri ve Kürt halkını bekleyen tehlikeler
İran’da seçim tiyatrosu ve İran halkının mesajı
“Türkiye, YPG’ye karşı 10 bin kişilik ÖSO ordusu kuruyor”
İşyerinde taciz/tecavüz, sömürü politikasının parçasıdır!
“Ben çabalayacağım, siz de çabalayın!”
Meslek Liseliler Birliği İstanbul Meclisi toplandı
“Bir insanın nefesi kesilirse o insan yaşayabilir mi?”
Güzel günler göreceğiz çocuklar…
Sadece devrimci kimliğin değil, yaşamın da temel taşıdır özgüven
“Böyle kalır sanma devran”
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Geleceği kazanmak için Metal Fırtına’yı ve bugünü anlamak!

Y. Çelik

 

Metal Fırtına’nın ikinci yıl dönümündeyiz. Aradan iki yıl geçti. Pek çok deneyim yaşandı. Fırtınalı günlerin ardından geriye durgun ama çok daha zorlu günler geldi. O günden bugüne pek çok iş yapıldı, önemli kazanımlar ve deneyimler biriktirildi. Kayıplar, tökezlemeler oldu, yenildiğimiz de oldu. Ama hâlâ ayaktayız, hâlâ mücadeleyi sürdürüyoruz.

Metal Fırtına: İşçi hareketinde gerçek bir sıçrama!

Metal Fırtına 40 yıllık MESS-Türk Metal düzenine karşı bir isyan olarak başladı. Yaşanan, yılların biriktirdiklerinin bir kıvılcımla patlamasıydı. Patlama Metal İşçileri Birliği'nin (MİB) öncülüğüyle anlık bir olay olmaktan çıkıp soluk kazandı. Talepler, örgütlenme ve eylem kapasitesi oluştu. Korkan, hem kendine hem arkadaşına güvenmeyen, ne yaptığını bilemeyen işçiler, MİB ile birlikte işçi sınıfı tarihinin en büyük, en soluklu direnişlerinden birine imza attı.

Metal Fırtına, en başta bir tepki hareketiydi, sonra talepleri ve hedefleri olan bir harekete dönüştü.

Atomlarına ayrışmış işçilerden, çok kısa bir süre içerisinde fabrikalarda kurullar oluşturuldu. Yetmedi, fabrikalar arası bir kurulla tek tek fabrikalar ortak bir mücadele zeminine ulaştılar.

Binlerce işçi o görkemli eylemleri belli hedeflere bağlı olarak son derece disiplinli ve belli bir düzen içerisinde günlerce sürdürebildi.

Bu bilinç-örgütlenme-mücadele düzeyi açısından gerçek bir ilerlemeydi.

Hiçbir eylem ve direniş tecrübesi olmayan işçiler, yine MİB’in yol göstericiliğiyle ve o hareket içerisinde hızla öğrenerek günler süren iş bırakma eylemleri gerçekleştirdiler. Kurulu düzeni, patronları ve iktidarlarını çaresiz bıraktılar.

Böylelikle Metal Fırtına, işçi sınıfı hareketinde gerçek bir sıçrama oldu.

On yıllar boyunca metal işçisini ve işçi sınıfının elini kolunu bağlayan, onu güçsüz-takatsiz koyan, atomlarına ayrıştırıp itaate zorlayan sistem çatladı. Egemenler 40 yıl boyunca türlü türlü baskı, oyun ve politikalarla işçi sınıfını bozup onu en geri noktaya düşürmüşken, ortaya çıkan o görkemli ve organize hareket karşısında şaşkınlığa düştüler.

Nasıl olurdu, hep itaatkâr, hep sindirilmiş, hep korkutulmuş, mücadeleci unsurları hep biçilmiş işçiler bu kadar organize olup yasakları aşan ve günlere yayılan bu denli büyük bir grevi gerçekleştirebilirlerdi? Nasıl olurdu, Türk Metal’in gardiyanı olduğu, kuş uçurtulmayan hapishanelere dönüştürülmüş fabrikalarda MİB gibi bir yapı bu sistemin en ücra hücrelerine kadar sızar, Türk Metal’i fabrikalara giremez hale getirip öncü olurdu? İşçiler MİB’in öncülüğüne güvenebilirler, onun yolundan gidebilirlerdi?

MİB; metal işçisi için tutulacak dal, ışığında yürünecek fenerdi

Ama olmuştu. Çünkü metal işçisi satış şebekelerine ve sermayeye karşı yıllardır net ve kararlı mücadele veren, bu yolda kararlılığını, sözünün doğruluğunu pratikte kanıtlamış MİB’i görmüş ve inanmıştı. MİB işçinin öfkesini de, umutlarını da içinden gelen sesi de en net ve dolaysız bir şekilde ortaya koyuyor, aynı zamanda ne yapması, nasıl yapması gerektiğini de anlatıyordu. O büyük karanlığın içerisinde MİB tutunacak bir dal, bir fener oldu. MİB’in sosyal medya hesabı, duvarların aşılmasını, korkuların yenilmesini sağladı, herkesin susturulduğu bir ortamda işçinin sesini duyurduğu, iletişim kurduğu bir kürsü oldu. Ortak dertleri olanlar MİB’de birleşti, yan yana geldi, MİB’le birleşti. Önce uzaktan sonra aynı masalarda oturularak...

Böylelikle Nisan ayı sonunda başlayan, Haziran ayı ortalarına kadar devam eden o büyük direniş gerçekleştirilmiş oldu.

MİB şekilsiz bir patlama olan hareketi talepleri ve hedefleri olan bir harekete dönüştürdü, bir örgütlenme düzeyi kazandırdı. Sonra da ülke tarihinin en sarsıcı, yasaları-yasakları aşan en büyük fiili grevlerinden birini bir dizi stratejik fabrikada günler boyu sürdürebilmesini sağladı.

Elbette en ileri ölçüler alındığında bunlar halihazırda işçi sınıfı için yolun başlangıcıydı ancak. Yine de işçi sınıfının tarihsel gelişimi içerisinde gerçek ve büyük bir sıçramaydı bu.

On yıllar sonra işçi sınıfı daha büyük işler başardığında inanıyoruz ki bu tarihsel sıçrama hep anılacak, onun kıymeti, sonrasındaki büyük tarihsel olaylardaki yeri daha iyi kavranacak.

Metal fırtına ile işçi sınıfı için yeni bir dönem başladı

Direnişin metal işçisini ve işçi sınıfını ileri bir noktaya taşıması, yıllar boyunca ezilip parçalanmış, ayrıştırılmış, en geri noktaya itilmiş işçi sınıfının kendisini yaratma süreciydi. Kimlik, kültür, mücadele ve eylem kapasitesi, tarzı ve yöntemleri itibariyle metal işçisi şahsında işçi sınıfı, tarih sahnesine geri dönüyordu. Bu ise aslında direnişin maddi kazanımları ile sonraki seyrinden bağımsız olarak, geriye dönülemez bir şekilde işçi sınıfını bulunduğu noktadan sıçramalı bir şekilde ileriye çekti. Öyle ki Metal Fırtına kesildikten sonra da onun tarzı, kültürü, yöntemleri işçi sınıfına yol göstermeye devam etti, böylelikle bir dizi fabrikada benzer hareketlenmeler doğdu, doğuyor.

Örneğin Metal Fırtına’nın ikinci yılını doldurduğu günlerde Düzce gibi sınıf hareketinin son derece geri, ancak sömürünün had safhada olduğu bir kentte, Teknorot işçileri Türk Metal’in imzaladığı satış sözleşmesine karşı ayağa kalkıp iş durdurdular. Bir yandan Türk Metal’den topluca istifa yolunu tuttular, diğer yanda en sert şekilde Türk Metal yöneticilerinden hesap sordular. Öte yandan satış sözleşmesini yırtıp atmak için üretimden gelen güçlerini kullandılar. Bunu yaparken de MİB’le yakınlaşıp onunla sözlerini söyleyip, ondan öğrenerek, onun çağrılarına kulak vererek hareket ettiler. Böylelikle ikinci yıl dönümünde Metal Fırtına’nın yöntemleri, ruhu, tarzı ile yeniden sahne aldığı, soluğunu hissettirdiği günler yaşandı Düzce’de.

Başka bir dizi örnekle birlikte Teknorot örneği, metal işçilerinin ve genel olarak işçi sınıfının Metal Fırtına ile bir düzey kazandığının, öğrendiğinin, bir mücadele tarzı ve kültürü oluşturmaya başladığının yeni bir kanıtı oldu.

Satışa teslim olmayıp o pek mafyatik şebekelerden toplu istifa ve hesap sorma yöntemlerine başvurmak, grev yasaklarına aldırmadan hakkını elde edebilmek için şaltere uzanmak, bölüm ve vardiyalara dayalı temsilciler seçmek bu tarz ve kültürün önemli parçalarıdır. Bir de tabi yenilgiler yaşansa da yüz yüze kalınan engeller, güçler ve sınıf-iktidar ilişkileri konusundaki gerçeklerdir. Renault işçisi tek patronuyla yüz yüze geldiğinde onu çaresiz bıraktı. Bir yere kadar MESS’i çaresiz bıraktı. Ama tüm bir kapitalistler sınıfı ile birlikte devlet karşısına çıkınca daha ilerisine gidemedi. Mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyinin, ama asıl önemlisi de tek bir fabrikadan bu büyük ve organize güce karşı tek başına yapabileceklerinin sınırlarını gördü. Aynı şey diğer pek çok fabrikada ve son olarak Teknorot’ta yaşandı.

Sınırlar göründüyse, engeller kavrandıysa o halde bunlar nasıl aşılacak? Çözülmesi gereken günün en önemli sorunu budur.

Daha ileriye gidememiş olmak yenilgi değildir

Bu noktadan daha ileriye gidememiş olmak metal işçisinin hareketini, fırtınayı ve yaratılmış o büyük mücadeleleri asla lekelemez, asla gözden düşürmez. Çünkü bu koşullarda, bu imkanlarla, birliğin-bilincin bu düzeyinde demek ki ancak bu kadar oluyor. Daha ileriye gidememenin nedenleri de sadece tek bir fabrikada değil, işçi sınıfının bütün bir koşullarında-geriliklerinde aranır.

Dün atomlarımıza kadar ayrışmış işçilerdik, mücadele, örgütlenme, eylem bize yabancıydı ama artık tüm bunlar hayatımızın bir parçası oldu.

Ama eğer dostu-düşmanı ayırt edebilecek bir bilincin varsa, eğer karşıdaki düşman cephenin kimlerden oluştuğunu, nasıl çalıştığını, nasıl bir sınıf kimliği-bilinci taşıdığını öğrenmeye başlamışsan kaybetsen de yürüyorsun demektir.

Bir süreçten ya da yenilgiden çıkarılacak ders, “Ne yapalım Renault işçisi bu gerilikle yenildi” biçiminde olamaz.

Örneğin en büyük derslerden biri:

Tek bir fabrikada birliğin ne kadar güçlü olursa olsun, ne kadar doğruyu yanlıştan-dostu düşmandan ayırabilecek bir bilince sahip olursan ol, işçi sınıfının birleşik desteği-dayanışması-eylemi olmadan başarmak yine de mümkün değil. Yani Renault işçisinin ne yapıp yapmadığından bağımsız olarak, Renault işçisinin sermayeyi, işbirlikçi sendikayı ve onunla tam işbirliği halindeki devleti yenilgiye uğratması sadece kendi gücüyle olmaz. Çünkü Renault işçisinin karşısında bir sınıf, onun gücü ve devlet iktidarı var. Öyleyse yapılması gereken en temel iş, bu gücün karşısına sadece Renault işçisinin gücünü değil, işçi sınıfının gücünü-dayanışmasını-birliğini çıkarmak lazım. Yoksa Renault deneyiminden biliyoruz ki, o sınıf gücü hiçbir hukuk tanımadan yalnızlaştırdığı Renault işçisini eziyor, sonra da türlü oyunlarla, baskılarla amacına ulaşıyor. Renault son iki ayda sermayenin-devletin açık bir zorbalığına sahne oldu. İkna odaları, baskılar, her türlü zulüm, işten atmalar aldı yürüdü. Her şeye rağmen Renault işçisi bir direnç gösterdi, fakat yine de yalnız kaldı ve ezildi.

Mesele, durumu derinliğine ve genişliğine doğru kavramak, Metal Fırtına’nın ortaya koyduğu derslerle donanmak, onun yüz yüze kaldığı ve daha sonra aşamadığı gerçeklerden öğrenmek ve daha ileriye gidebilmek için yeni ve ileri yol-yöntem-araçlar üretmekte, hareketi bir yerden sonra zorlayan-engelleyen sorun ve nedenleri tespit edip çareler üretmekte...

Bunu ise soyut tartışmalarla, “olması gerekir” türü sözlerle, küçük ayrıntılardan büyük sonuçlar/hükümler kurarak değil, sınıf hareketinin en ileri düzeyini mevcut hareketle ikide bir karşı karşıya koyup net ve somut görevler tanımlamaktan kaçınarak değil, Metal Fırtına’nın ve sonrasındaki gelişmelerin ışığında yapacağız. Elde edilmiş kazanımların üzerine koyarak, onu geliştirip, olgunlaştırıp, eksiklik ve yetersizlik alanlarını tespit edip somut çareler ve çözümler koyarak yapacağız.

Metal Fırtına’nın yarattığı kazanımların üzerine koyacağız, onun deneyim ve derslerinden faydalanacağız. Metal Fırtına’nın yöntemlerini geliştireceğiz, kültürünü geliştireceğiz, daha ileri gitmenin yollarını bulacağız, bu yoldan mevcut birikim ve güçleri eğiterek, hazırlanarak, örgütleyerek çıktığımız bu yolda daha ileri noktalara varacağız.

Daha ileriye gitmek için ne yapmalı?

Tüm deneyim ve dersler ışığında ihtiyaç nedir?

Birincisi: Tek tek fabrikalarda, dostun-düşmanın kimler olduğu konusunda net bir bilince dayalı sağlam birlikler kurmak! Bu Metal Fırtına’da olduğu gibi geniş birlikler olmaz elbette bu şartlarda. Dar, öncü-kararlı-donanımlı işçileri yan yana getirerek, ileri hedeflerle buluşturup büyük fırtınalarda gerçek ve sarsılmaz öncü birlikler oluşturmak. Bugün bu yolda ana fabrikalarda atılmış adımlar var. Fakat bunların daha donanımlı, daha sağlam, daha fabrika zemininde güçlendirilecek şekilde gelişmeleri şart.

İkincisi: Tek bir fabrikada başarıya ulaşmanın, karşımızdaki sistemi yıkmanın mümkün olmadığını bilerek, işçi sınıfının birliğini-ortak dayanışmasını ve mücadelesini geliştirecek zeminler oluşturmak. Yani fabrikalar arası kurul deneyiminin üzerine koyarak, gerçek bir fabrikalar üstü işçi birliğini kurmak üzere adımlar atmak…

Üçüncüsü: Karşımızdaki güçlerin saldırı ve oyunlarına karşı koyacak, gerektiğinde en sert biçim ve yöntemlerle onları etkisizleştirecek yöntemler geliştirmek. Yasaların yetmediği yerde işçi sınıfının kendi yasalarını yaratıp, meşru yol ve yöntemlerle her türlü hukuksuzluk ve keyfiyete başvuran patronlara ve uşaklarına meydan okuyacak, onları gerektiğinde ezecek araçlar-zeminler yaratmak...

Dördüncüsü: Yukarıdaki görevlerin hakkından gelinmesini de zorlaştıran yer yer bir engel haline gelen “yenildik” düşüncesinden, yılgınlık ruh halinden, kendimize ve işçiye güvensizlikten, tüm bu düşünce ve duyguların oluşturduğu eziklik ve çaresizlik duygusundan kurtulmak...

En büyük düşmanımız yenilgi ruh halidir

Bu tarz duygu ve düşünce sahipliğinin birkaç yüzü var.

Birincisi, ilk olarak Metal Fırtına zamanında mücadelenin önünde giden, bedel ödeyen, yer yer işinden olmuş kesimlerde görülüyor. Bunların büyük bölümü fırtınadan sonra ilerleyen zamanlarda Türk Metal’e geri dönmüş işçiye karşı büyük bir tepkisellik ve güvensizlikle bakıyorlar. İşi “Bak hepsi Türk Metal’e geri döndü”, “bu işçiyle bir şey olmaz” düşüncesine götürüyor. Sonuçta da köşelerine çekiliyorlar.

İkincisi ise yer yer saflarımızda da görülen, ilkindekiyle kesişen düşünce tarzıdır. “Metal Fırtına’nın yöntemleri ile artık başarma şansı yok”, “İşçi sınıfı geri, bu gerilikle başaramaz” gibi düşünceleri “İşçi sınıfı siyasal sınıf hareketi düzeyine ulaşmadan başaramaz”, “Siyasal bir sınıf hareketi şart” gibi doğrularla bir arada ifade bulan bu düşünce tarzı, metal işçisinin bugünkü gelişme düzeyini doğru kavrayamadığı, bu gelişme düzeyinin nesnel bir analizinden hareketle Metal Fırtına’nın kazanımlarına da dayanarak somut yol, yöntem, araç öneremediği ölçüde çaresizliğe kapı aralıyor, mevcut görevleri doğru ve somut tespit etmekten uzaklaşıyor.

Evet, işçi sınıfının karşısında organize ve bilinçli bir sınıf ve onun sonuna kadar kullandığı bir iktidar gücü var. Evet, işçi sınıfı ve özelde metal işçisi henüz bu güce karşı koyabilecek bir bilinç-örgütlenme ve mücadele kapasitesine sahip değil. İyi ama bu, bugünden yarına olacak bir şey değil, süreç, emek ve sabır gerektiriyor. Bu, bugünden yarına olmaz, “kendiliğinden hareket”, “kendisi için hareket”e öyle bir anda dönüşmez.

Rusya’da işçi sınıfı hareketi asıl olarak kendisini ilk 1890’lı yıllardaki büyük grev hareketiyle gösterdi. Ama hâlâ geri ve dağınıktı, grevler sona erdi. Ama bu aynı süreçte işçi sınıfı partisi ilk kez işçi sınıfı içerisinde yaygın ve gerçek maddi bir zemin buldu. Küçük bir grup olmaktan çıkıp işçi sınıfı zeminine ayak bastı.

1905’te işçi sınıfı büyük ölçüde gericiler ve ajanlar tarafından yönetilen sendikalarda örgütlüydü. Sonradan devrimin lokomotifi olan Putilov işçileri, 1905’te “Kanlı Pazar” olayı sırasında gerici sloganlar ve Çar’ın resimleriyle yürüyorlardı. Katliam büyük bir sıçrama yarattı ve büyük ayaklanmalar ortaya çıktı. Sovyetler ilk kez bugünlerde tarih sahnesinde görünür oldu. Birkaç yıl geçmeden hareket yenildi, büyük bir yılgınlık ve çözülüş yılları başladı, Sovyetler de kayboldu gitti. 6 yıl sonra işçi sınıfı yeniden hareketlenmeye başladı, 1917 Şubat’ında ayaklandı. Sovyetler bu yıllarda yeniden ortaya çıktı ve sonrasında, acı tecrübelerden sonra ancak, Bolşevikler işçi sınıfının ezici desteğini alıp devrime ulaştılar.

Tarih böyle bir şeydir. Yaşadığımız her toplumsal olayı bir tarihsel çerçeve içerisinde değerlendirip tarihsel bir bakış, soğukkanlılık ve sorumluluk duygusuyla bugüne yüklenmelisiniz.

Bu şartlarda yapmanız gereken, metal işçisinin ve hareketinin durumunu, gelişme seyrini, yetersizliklerini, olanaklarını, güçlerini doğru ve nesnel biçimde tespit etmek, bunun için kafa yormaktır. Geriliği olduğu kadar ileriye çıkışın imkanlarını, yollarını görmek, buna uygun araç ve yöntemler üretmektir. Bunun için geceyi gündüze katmaktır...

Ne olursa olsun acı ve güzel deneyimlerle, kazanım ve yenilgilerle de olsa, hızlı olmasa da metal işçisi değişiyor. Metal işçisinin öncü potansiyeli de değişiyor, farklılaşıyor, ilerlemenin yollarını arıyor, profil aynı profil değil.

Örneğin somut bir durum:

Metal Fırtına’dan sonra fabrikada çalışanların yapısı genç işçiler lehine değişti. Bunlar daha önceki kuşaklardan çok daha farklı eğilim, kültür ve davranış biçimlerine sahipler. Daha deneyimsiz, daha az itaatkâr, fabrikaya daha az bağlılar. Sermaye ve onun uzmanlarının bugün üzerinde en çok kafa yorduğu meselelerin başında geliyor yeni kuşak işçiler. Peki ya biz?

Örneğin sermaye ile hükümet arasındaki ilişkiyi görmekten yoksun işçi, “demokrasi nöbeti”ne koşa koşa gidiyor, ama sonra işten atılmaktan kurtulamıyor. Bunun üzerine gerçeği görmeye başlıyor ve bir değişim yaşıyor. Bu durumda bu işçiyi suçlamakla mı yetinmeliyiz? “AKP’nin çomarları” türünden ithamlarla dövecek miyiz, yoksa doğruları sabırla ve olgulara dayanarak anlatıp, vardığı noktada da yaşadığı bilinç değişimini görecek ve onu daha ileriye taşıyacak yol ve yöntemler mi üretmeye yoğunlaşacağız?

Asıl olan işçi sınıfının gelişmesi ve ilerlemesidir

Metal Fırtına’dan sonra ana fabrikalardan işçiler MİB’in çağrısına yanıt vermeyip geri düşünce ve korkulara yenilerek, MİB’in ısrarlı ve sert eleştirilerine rağmen başka sendikaların yolunu tuttular. Sonuçta bu metal işçisini böldü. İşçiler, süreç içerisinde de kendi birlikleri bozuldukça dağılmaya başladılar. Böylelikle mevcut sendikal düzenin çürümüşlüğünü daha iyi kavradılar, kendi güçlerine ve MİB’e güvenmek gerektiğini daha iyi öğrendiler.

Peki bu durumda ne diyeceğiz? Acı deneyimleriyle hep söylememize rağmen geri düşüncelerin, korkuların, sonu hüsran olacak beklentilerin peşinden gittikleri için ortaya çıkan sonucu bu işçinin yüzüne vurup durmakla mı yetineceğiz? İşte bakın “ne kadar gerisiniz, nasıl da yenildiniz” mi diyeceğiz? Yoksa tarih ve teorinin bize öğrettiği “işçi sınıfı için en iyi okul acı tecrübeleridir” düşüncesinden hareketle, bunun sancılı ve biraz da doğal bir öğrenme süreci olduğunu düşünüp, buradan hareketle yaşanan gelişme düzeyi üzerinden somut görev, araç ve yöntemler mi geliştireceğiz?

Hep söyleriz: MİB’in Bosch’taki en güçlü zamanı Birleşik Metal-İş’ten Türk Metal’e geri döndüğü aşamadan sonra başlar. Zaten bu güç ve acı deneyimlerin ardından oluşan o güven bağı sayesindedir ki Metal Fırtına’nın önü açılmış, MİB bu hareket içinde öne çıkabilmişti.

Peki neden böyle? Çünkü meselenin özü sadece Birleşik Metal-İş’te kalmak Türk Metal’i yıkmak meselesi değildi. Asıl mesele metal işçisinin bilinç, örgütlenme ve mücadele kapasitesinin yükselmesidir. Elbette Türk Metal’i tümden silmiş olmak en arzu edilir sonuçtur. Çünkü Türk Metal engelini süpürüp atan işçiler Birleşik Metal-İş yönetiminin ne olduğundan bağımsız olarak sermaye karşısında çok daha güçlü, çok daha özgüvenli, çok daha moralli olacaklardır. Ama Bosch örneğinde olan neydi? Evet, bu en iyi sonuç elde edilememiş olmakla birlikte, Bosch işçisi bozguna uğramadı, öncüleri dağıtılamadı, moral bakımdan çökertilemedi. İşte tam da bunun üzerinden mücadeleye devam ettiler, MİB’le bağlarını güçlendirdiler, o acı deneyimden öğrendiler, dostu düşmanı daha iyi kavramaya başladılar. İşte gelişme buydu.

Bu aynı durum bugün Renault için de geçerli değil mi? Evet, sendikal bakımdan hedefe ulaşılamadı, ama Renault işçisi de bozguna uğramadı, sendeledi ama moralmen çökmedi. Dahası Türk Metal’e istemeye istemeye dönmüş olsa dahi seçim sürecinde yine de bir şekilde tepkisini ve gücünü göstererek özgüvenini arttırdı, moral bakımdan da güçlü çıktı. Bu nedenle şu an hem MESS, hem Türk Metal hem de iktidar için 2017 grup sözleşmesinde Renault hâlâ büyük bir tehdit ve tehlikedir. Olası satışa ve oyunlara karşı daha hazırlıklıdır ve bu da karşı cepheyi kara kara düşündürtüyor. Tabi sadece düşünmekle kalmıyor bu işçi düşmanları, buna uygun yol, yöntem ve araç bulmaya çalışıyorlar.

Öte yandan Türk Metal denilen sendikal şebeke sadece Renault’da değil, hemen hemen diğer tüm fabrikalarda eskisi gibi gardiyanlık yapamıyor, korku imparatorluğu oluşturamıyor, egemen olamıyor. İşte tüm bunlar işçi hareketinin gelişmesinin olanakları, imkanları vs. vs...

Mesele yaşanan mücadeleye dar sendikal-yasal sınırlar ve kesitler içerisinde bakmamakta. Asıl olarak gözümüzü dikmemiz gereken nokta, metal işçisinin Türk Metal’den kurtulup kurtulmaması değil, bilinç-örgütlenme ve mücadele düzeyi açısından yaşadığı gelişme, biriktirdiği imkan ve olanaklardır. Böyle baktığımızda Bosch’taki sürecin nasıl olur da Metal Fırtına’nın dayanağı haline geldiğini daha iyi anlarız.

Geleceği kazanmak için bugüne yanıt vermek gerek

Yapılması gereken, metal işçisini “siyasal bir sınıf hareketi” ölçüleriyle yargılayıp mahkum etmek değil, metal işçisi hareketinin bugünkü durumunu çok yönlü tespiti ile bugün, bu anda, bu durumda, bu somutlukta “siyasal bir sınıf hareketi” hedefine bağlı olarak yapılacak somut müdahale, görev ve sorumlulukların tespiti olmalı.

Yapılması gereken bu çerçeve içerisinde kendi mücadele-önderlik ve yönetme kapasitemizi her bakımdan geliştirmek, metal işçisiyle-onun gelişmeye en açık, en ileri kesimleriyle daha ileriden bir kaynaşma ve bütünlüğü sağlayabilmektir.

Bu yolda belirlenmiş politika, araç ve yöntemleri sabırla, sistemli bir şekilde, uygulama becerisi ve kararlılığı göstermektir.

Elbette tüm bunlar yaşanmış deneyimlerin ışığında olacak, tecrübelerin, eksikliklerin, yetersizliklerin ışığında... Eksik olanı tamamlamalı, zayıf olanı güçlendirmeli, kazanımlarımızı sıçramak üzere dayanak yapmalıyız.

Bu olmadığında, bazı ileri amaçları bugünle karşılaştırıp hiçbir somut görev, politika ve sorumluluk üzerinden tanımlayamadığımızda, tek başına “siyasal bir sınıf hareketi” demek ve bunu her durumda tekrar etmek, mevcut hareketi de hiçbir objektif anlama, tahlil ve görev çıkarma kapasitesi göstermeden bununla yargılamak bizi bir adım dahi ileri götürmeyecektir.

Daha ileriye gideceğiz, başaracağız!

Her şeye rağmen MİB Bursa’da bu bütünlük, bu sorumluluk, bu soğukkanlılık, bu özveri ve yoğunlaşmayı sağlamaya çalışıyor. İşçi sınıfının tarihsel rolüne güvenle, metal işçisi hareketinin mevcut gelişme seyrini analiz etmeye, onu hareket içerisinde ilerletecek somut yol ve yöntemleri uygulamaya çalışıyor.

Bunu yaparken bir andan, tek bir ayrıntıdan, dar sendikal kalıplar içerisindeki gelgitlerden, bir noktadaki şu ya da bu tutumdan, şu ya da bu küçük başarısızlık ya da eksiklikten hareket etmiyor. Tarihsel bir perspektifle dünü bugüne bağlamaya, bugünü anlamaya, kazanım ve derslere dayanarak bugüne yanıt verip geleceğe ulaşmaya çalışıyor.

Ne iyi ki dün yaşanan gelişmeler bizi haklı çıkardı, büyük bir başarı elde ettik.

İki yılın ardından metal işçisi acı tecrübeler ve kayıplarla da olsa birçok şeyi tanıdı, test etti, kavradı. O yüzden -zaman zaman uzaklaşsa da- acı tecrübelerin ışığında MİB’e daha çok güveniyor, daha çok inanıyor. Demek ki doğru yoldayız.

Büyük deneyimler elde ettik. Acı tecrübeler yaşadık. Bazen hatalar da yaptık. Ama tüm bunlar hayatın içinde var. Ve ne iyi ki hayatın içindeyiz, ne iyi ki onun yeşilini daha iyi görüyoruz, daha güçlü dokunuyoruz. Ne iyi ki sararmış olanı ayıklıyor, daha iyi su veriyoruz, toprağı daha iyi işliyoruz, ustalaşıyoruz.

Elbette yetmiyor, hep daha iyisini yapmamız lazım, daha az hata yapmamız lazım. Yeni gelişme düzeyine yanıt verecek, yeni ihtiyaçları karşılayacak yeni araç ve yöntemlerle donanmamız lazım. İşçi sınıfı bir yol yürüdü, bir noktaya geldi, ama bu daha başlangıç, onu ileriye götürmemiz lazım. Bunu da o büyük Metal Fırtına’yı daha iyi anlayarak yapacağız.

İnanıyoruz ki yeni ve daha büyük fırtınalar, gerçek baharlar göreceğiz. Ektiğimiz tohumlar yeşerecek, çiçek açacak.

Başaracağız!


 
§