13 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/46 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıyı püskürtmek için tabana dayalı
meşru–militan mücadele!
  İşçi ve emekçiler bir mücadele programı
etrafında harekete geçirilmelidir!
IMF–TÜSİAD patentli saldırı bütçesine karşı
mücadeleyi yükseltelim!
AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?
Yüksel Akaya
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Yeni bir kontra saldırının startı verildi...
  AKP’nin “Alevi açılımı”...
  Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...
  Güven Elektrik işçilerinin ücretli kölelik düzenine öfkesi büyüyor...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden...
  2. Tersane İşçileri Kurultayı coşkulu bir atmosferde gerçekleşti!
  Tersane cehenneminde grev ateşi!
  Kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için...
  Genç-Sen üzerine....
  Filistin İntifadası 20. yılında…
  “Yeni bir paket”...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Genç-Sen üzerine....

Birleşik, kitlesel ve devrimci bir gençlik örgütlenmesi için!

Genç-Sen tartışmaları ve çalışmaları gelinen yerde kuruluş faaliyeti biçimini almış bulunuyor. Henüz etkin ve kitlelere yönelen bir faaliyet süreci ve gençlik içinde ilerici olanaklar açısından dahi bir birleşme zemini oluşturamamamış bir gençlik örgütlenmesinin kuruluş ve tüzük tartışmalarına başlayarak kuruluşunu ilan etmesi doğal olarak yadırganacaktır. Ancak mevcut durum bugün budur. Ve hararetle süren kuruluş ve tüzük tartışmaları kitle mücadelesi ile herhangi düzeyde bir bağ kurabilmiş değildir. Bu durum ilk oluşum sürecinde anlaşılır olan öncü/ilerici güçlere sıkışmanın gelinen aşamada amaçlaşmış bir görüntüsüdür.

Gençlik hareketinin verili durumu, örgüt ve birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorununu tüm yakıcılığı ile karşımıza çıkartmaktadır. Bu parçalı ve dağınık gençlik mücadelesine ilerici güçlerin biraraya geldiği bir zeminde politik ve örgütsel bir tutum almak, ilerici bir adım, olumlu bir gelişmenin ifadesi olacaktır. Genç-Sen bu açıdan gençlik içinde oynayabileceği misyonu yerine getirebildiği koşullarda, açık ki desteklenmesi gereken bir çaba olacaktır. Ancak bugünkü kitle dışılık Genç-Sen’in oynayabileceği bu olumlu misyonu tartışmalı hale sokmakta, onu henüz doğum aşamasında etkisizleştirmektedir. Gençlik mücadelesi ile Genç-Sen ilişkisi açısından asıl sorun budur. Sorun çözümlenmediği koşullarda, birleşik bir mücadelenin olanakları, örgüt sorunu çerçevesinde anlamlı olabilecek birtakım tartışmalar süreç içinde heba edilecek, kaybeden oldukça sınırlı olanaklarla yürüyen gençlik hareketi olacaktır.

Genç-Sen nedir? Ne işe yarar?

Bu soruya verilecek yanıt sürecin gelişimi açısından da belirleyici olacaktır. Açık ki bu soruya verilecek yanıt, bugünün gençlik mücadelesinde ve bu mücadelenin sorunlarında gizlidir. Hareket kitle tabanı olarak oldukça daralmıştır. Denilebilir ki, bugün sözkonusu olan salt öncü güçlere sıkışmış bir harekettir. Tüm Türkiye’de 1500 kişinin katıldığı 6 Kasım eylemleri, tabloyu ortaya koyan açık bir veridir. Hareketin kitlelerle bağı neredeyse hiç kalmamıştır. Bunun sonucu olarak, burjuva ideolojisinin gençlik içinde belki de en yaygın olduğu bir dönem yaşanmaktadır.

Üniversitelerde yürütülen politik çalışmalara ilginin görülmemiş bir düzeye gerilediğine tanık olmaktayız. Öte yandan, bu ideolojik-politik boşluk (yakın dönemde şovenist saldırganlığın doldurduğu gibi), düzen içi gerici taraflaşmalar üzerinden belli bir kolaylıkla doldurulabilmektedir.

Bu nesnel tablo gençliği aşan bir dizi etmenle ilişkilidir. Özellikle sınıf ve kitle hareketinin bugünkü geri düzeyi ve hakim gericilik atmosferi gençlik güçlerini de dolaysız bir biçimde etkilemekte, gençlik hareketini sınırlamaktadır. Zira gençlik mücadelesi bugün siyasal bir sınıf hareketinin sürükleyici gücüne muhtaçtır. Bu ortaya çıkmadığı koşullarda, gençlik mücadelesinin yapısal sorunlarını aşması oldukça güçtür.

Genç-Sen öncelikle bu nesnellikle kurduğu ilişkiyi doğru bir temelde tanımlamalıdır. Zira, bir kitle örgütlenmesi hareketle kurduğu bağ ölçüsünde gelişebilir. Hareketin bu nesnel sorunlarına Genç-Sen hangi düzlemde çözüm oluşturmaya çalışmaktadır? Kendini bulunduğu alan içinde konumlandırmayı başaramayan bir örgütün yaşam şansı yoktur. Ya da en iyi durumda ortaya çıkacak sonuç, yeni bir mezhep olmanın ötesine geçemeyecektir.

Bu nesnel tabloya yanıtı açık ki, bugüne kadar gençlik mücadelesinin ortaya çıkardığı ilerici birikimin kendisi verebilir. Ancak bu ilerici güçler cephesinde de ciddi bir güvensizlik, dağınıklık ve apolitizm egemendir. Yılların yarattığı önyargı ve parçalanmışlık gençlik hareketine müdahaleyi iyice zora sokmaktadır.

Genç-Sen bu sorunlar karşısında nasıl bir çözüm zemini ve arayışı içindedir? Şunu açıklıkla belirtebiliriz ki, bugünün gençlik hareketinde hareketin biriken sorunlarına dönük herhangi düzeyde bir çözüm arayışı, ilerici güçlerle birleşmeyi bir tercih değil zorunluluk haline getirmektedir. Kendi içine daralmış, bugüne kadar ortaya çıkan olanakları ve ilerici birikimi yok sayan ya da bünyesinde toparlamak için etkin bir çaba ortaya koymayan herhangi bir örgütlenmenin kitle mücadelesini geliştirmede ve kitleleri örgütlemede bir başarı şansı bulunmamaktadır.

Bu elbette bir çırpıda olmayacaktır. İdeolojik-politik bir mücadele, örgütsel planda buna açıklık ve dinamik bir pratik çaba ancak bu soruna çözüm oluşturabilir. Genç-Sen buna ne kadar açıktır? Öncelikle tanımlaması ve pratiğe taşıması gereken budur.

Bugün daralan gençlik mücadelesi kitlelere dönük çok daha ısrarlı, sabırlı ve yaratıcı bir çalışmayı zorunlu kılmaktadır. Bu yapılamadığı koşullarda, öteki sorunlara da gerçekçi bir çözüm bulabilmek olanaksızdır. Gençlik mücadelesinde dinamik ve hedefli bir kitle pratiği oluşturmayan, tüm zorluklara karşın kitlesel bir gençlik mücadelesi hedeflemeyen herhangi bir çaba, hareketin bugünkü darlığının duvarına çarparak tuz-buz olur. Nitekim gençlik mücadelesi yakın geçmişte bir dizi “iyi düşünülmüş” ancak kitle mücadelesi içinde kendini ortaya koyamamış örgütlenme tartışmaları yaşamıştır. Bugün bunlardan geriye kalan koca bir hiçtir.

Genç-Sen kitlesel bir gençlik örgütlenmesi olma iddiasını ne kadar taşımaktadır? Bu soruya yanıt, etkin bir kitle çalışması, hedefli bir politik faaliyet içinde verilebilir ancak.

Kuruluş iddiası ile ortaya çıkan Genç-Sen ‘in bu soruya vereceği yanıt, elbette tek başına düşünsel değil pratik yanıt, sonraki süreci belirleyecektir.

Gençlik tüzüksel normlar üzerinden değil, devrimci bir pratik ile kazanılabilir!

Genç-Sen’in yönelimlerine ve temel tartışmalarına bu değerlendirmeler ışığında kısaca bakalım. Genç-Sen 10 Ekim günü Ankara’da gerçekleştirdiği merkezi toplantı ile kuruluş sürecini başlatmış oldu. Toplantıda bu kuruluş süreci tüzüksel bir hazırlık olarak tanımlandı.

Öncelikle Genç-Sen’in bugünkü durumunu açık bir biçimde tanımlamalıyız. Bugüne kadar kitle mücadelesi içinde oldukça hedefsiz ve başarısız birkaç etkinlik ve ulaşım zamlarına karşı oldukça etkisiz birkaç çalışma dışında tanımlanabilir pratiği olmayan, ilerici güçlere güven verebilecek bir genişlikte bir tartışma zemini oluşturmamış bulunan bir örgütlenme, kitlesel bir gençlik örgütlenmesi olma iddiası ile kuruluşunu ilan ediyor ve bu kuruluşu bir tüzükle taçlandırıyor.

Bizim elimize de ulaşan tüzük önerilerini tartışmayı gereksiz buluyoruz. Ancak şu kadarını söyleyebiliriz. Bu tüzükleri hazırlayanlar, bir tarih bilincinden ve devrimci bakışaçısından oldukça uzaktırlar. Nitekim bu tüzükler DİSK avukatlarının dahi “devlet sizi tanımıyor, ama siz kendinizi yasal kalıplara sokmaya çalışmışsınız” eleştirilerine konu olmuştur.

Ancak bizi hazırlanan tüzükler değil, tartışmanın sürdürülüş biçimi ilgilendirmektedir. Zira bizim için önemli olan, kendi içinde tüzük maddeleri değil, hareket içinde ve hareket için bir örgüt mü yoksa kendi içinde bir örgüt mü olunacağıdır? Kitle mücadelesine karşı sorumlu bir örgüt mü yoksa bugünkü kısırlığı sürdüren hareketsiz bir zemin mi? Unutulmamalıdır; hareketsizlik çürütücüdür ve herşeyi çürüten bu sistem karşısında çürümeyi engelleyecek tek güç devrimci bir hareketlilik olabilir.

Kitle mücadelesini geliştirmeyi hedefleyen bir kitle örgütlenmesi elbette faaliyetini düzenleyebilmek için belli normlara sahip olmak durumundadır. Bu normlar, örgütün kitle mücadelesine daha etkili müdahalesini sağlamak, onun kitle temelini geliştirmek içindir ve mücadelenin güncel ihtiyaçlarına yanıt vermeyi hedefler. Bunun dışında tartışılan tüzükler, metin olarak ne kadar iyi düşünülürse düşünülsün, sonuçta bürokratik ve mücadele dışı bir normlar yığınını ifade eder. Bugünkü tüzük tartışmalarına buradan bakılmak durumundadır.

Peki bugün için belirlenecek normlar neler olabilir?

Genç-Sen’in bugünkü konumu üzerinden yapması gereken, hedeflerle bütünlüklü bir örgütsel irade beyanıdır. Genç-Sen kendisini, taban inisiyatifini açığa çıkartacak bir örgütlenme olarak tanımlamalı ve tabanın doğrudan katılımını engelleyen temsiliyet biçimlerine karşı çıkmalıdır. Hareketin ihtiyaçlarına yanıt verebilecek olan budur.

Bu açıdan kuruluş aşaması iddiasında olan Genç-Sen’in bilmesi gereken; örgütlenmenin kendi içinde bir ilkeler birliğine değil, mücadele içindeki kitlelerin eylemsel-pratik birliğine dayanması, bunun hedeflenmesi gerektiğidir. İlkeler bu zeminde oluşur ve gerçe anlamına kavuşur.

Kendini kitle mücadelesi içinde vareden bir gençlik örgütlenmesi

Genç-Sen öncelikli olarak kitle mücadelesi içinde kendini var etmek zorundadır. Bugünkü hareketin sınırlılıkları bu sorunun üzerinden atlamayı değil üzerine gitmeyi zorunlu kılmaktadır. Bugün en iyi tüzüğü hazırlama çabasındaki Genç-Sen’in yapması gereken, politik bir tartışmanın ürünü bir politik kampanya süreci ile yolunu yürümektir. Ancak böylelikle, Genç-Sen’in sık sık ifade ettiği gibi, “yolumuz açık olacaktır”.

Böyle bir kampanya süreci hayati bir önem taşımaktadır. Genç-Sen’in kendi kimliğini kitleler karşısında daha etkili bir biçimde ortaya koymasını kolaylaştıracaktır. Bir tüzük oluşturup kitlenin karşısına çıkan bir örgütlenmenin kitle mücadelesinin gündem ve sorunlarının dışında kalması tam bir ciddiyetsizlik olacaktır.

İşin kötü yanı, bugün Genç-Sen üzerinden tartıştığımız kavrayışsızlığın muhatabı DİSK bürokratları değildir. Zira, sınıf mücadelesi içinde yıllarca sınanmış bir bürokratik kimliğin kitle mücadelesinin sorun, ihtiyaç ve gündemlerini anlamasını beklemek mantıklı da değildir. Buradaki eleştirinin asıl muhatabı Genç-Sen içindeki bir dizi siyasal gençlik örgütlenmesidir. Bu nedenle, sergilenmekte olan kavrayışsızlığı anlamak gerçekten güçtür ve apolitizm bu durumu açıklamaya yetmemektedir.

Gençlik mücadelesini geliştirme bakışıyla piyasalaşan eğitime, mesleki dönüşümlere ve geleceksizlik sorununa karşı açık ve belirgin bir politik tutum almak ve bunu etkili bir kampanya süreci ile bütünleştirmek bugünün zorunluluğudur. Genç-Sen içinde bizim güncel tartışmalara dönük olarak yaklaşımımız bu olacaktır, bunu pratiğe taşımaya çalışacağız. Bu başarılamadığı koşullarda, bizim ya da başka bir örgütlenmenin Genç-Sen’in bir parçası olmasının kitle mücadelesi açısından bir anlamı olmayacaktır.

Tartışmaların dışında kalmak ne anlama geliyor!

Bugün bu tartışmaların dışında kalmak için hiçbir geçerli neden bulunmamaktadır. Bugün farklı saiklerle tartışmaların dışında duran eğilimleri kısaca değerlendirmek, birleşik bir mücadeleyi örgütleme sorununun bir diğer önemli yanını oluşturmaktadır.

Bu eğilimlerden birincisi, sürece dair politik bir yaklaşım ve güncel çözümlemelerden yoksunluktur. Bu eğilimle tartışabileceğimiz bir başlık ne yazık ki bulunmuyor. Zira sözkonusu olan gençlik siyasetinden kopuştur.

İkincisi ise örgüt biçimlerine sıkışmış bir tartışma eksenidir. Devrimci Gençlik çevresi ve Öğrenci Kolektifleri bu tutumun en belirgin temsilcileri durumundadır. DİSK üzerine söylenenler ve Genç-Sen pratiğinin kitle mücadelesi ile kurduğu bağa dair tartışmalar elbette önemlidir ve sürdürülmelidir. Ancak bu tartışmalar hangi saiklere dayanmaktadır, bizce tartışmanın düğüm noktalarından birisini bu oluşturuyor. Bunu söyleyenler bugün ilerici güçleri biraraya getirebilecek bir mücadele ve örgütlenme için ne söylemektedir, bu sorunu nasıl tanımlamaktadırlar? Buna bir açıklık getirmek durumundadırlar. Zira bu olmadığı ölçüde ortaya çıkan sadece günün yetersizliklerini dar grupçu çıkar ve hedefleri gizlemek için kullanan bir yaklaşım olabilir. Nitekim bu eğilimin temsilcileri tam da bu grupçu bakışın dışavurumu olarak bizi siyasal örgütlenmeleri birleştirmeye çalışmakla eleştirmektedirler.

Buna yanıtımız şu olmuştur: “Kitle örgütlenmesi sorununu bir çırpıda masa başında çözeceğini sanan yaklaşım, elbette ki ilerici potansiyelin bir araya gelmesinin önemi ve kapsamını kavramakta zorlanacaktır. Sorunu ‘örgütleri birleştirmeye’ indirgediğimizi düşünmeleri de örgüt sorununa bakıştaki bu yavanlığın dışavurumundan ibarettir sadece. Zira birleşik bir gençlik örgütlenmesi sorunu öznel bir sorundur, öznelerin iradi çabası ve müdahalesi ile elbette bir çırpıda başarılabilir. Ancak bu hiçbir biçimde gençlik örgütlenmesi sorununun çözüldüğü anlamını taşımamaktadır. Bu sadece bir olanağa, hareketi sıçratabilecek bir dinamiğe işaret etmektedir. İlerici potansiyeli bir araya getiren bir birleşik örgütlenme, asıl hedefin, geniş gençlik yığınları ile buluşma hedefinin bir kaldıracıdır sadece. Ve hedefe, doğru bir yöntem ve bakışla ilerleyebildiği koşullarda bir anlam taşır.”

Bugün, yukarıda işaret ettiğimiz eğilimin temsilcileri birleşik bir mücadele açısından ne önermekte, nasıl bir çerçeve çizmektedirler. DİSK’i, Genç-Sen’i doğru bir zeminde eleştirmek, bu tartışmanın üzerinden atlamak için gerekçeye dönüştürülemez. Ama “‘bizim kitlesel örgüt biçimimiz’ var ötesi bizi ilgilendirmez” diyorsanız da, bu sizin sorununuzdur. O zaman bugünün ilerici olanaklarına dahi kendini açamamış bir tekke olarak kalmaya mahkum olursunuz.

Bir diğer eğilim, sürecin eksiklik ve yetersizliklerinden dolayı, varolan olanağa devrimci müdahale yaklaşımını yok saymaktır. Bu ise kendiliğindenciliğin bir dışavurumudur. Birleşik bir gençlik mücadelesi üzerine sözü olan, ilerici muhalefetin biraraya gelmesini önemseyen herkes bu tartışmalara kendi yaklaşımları ile katılmak durumundadır. Zira bugünün gençlik mücadelesinin en temel ihtiyaçlarından birisi dinamik bir tartışma sürecidir. Olanaklar tükenene kadar bu tartışmanın zorlanması devrimci bir çaba olacaktır.

15-16 Aralık’a ve Genç-Sen’e dair bir tartışma platformu

* Genç-Sen gençlik sorununu güncel boyutları ile tartışmak ve çözüm oluşturmak için etkin bir mücadele örgütü olarak kendini tanımlamalıdır.

* Genç-Sen bu kapsamda gecikmeksizin gençlik sorununu tartışmaya açan bir forum veya kurultayla örgütlenme sürecini başlatmalıdır. Bu kapsamda kendi dışındaki tüm ilerici gençlik güçlerini bu sürecin bir parçası haline getirmek için sistematik bir çaba harcamalıdır.

* Genç-Sen bu süreci yerel inisiyatifleri ve tartışmaları açığa çıkartacak bir biçimde etkin bir politik kampanya olarak örgütlemelidir.

* Genç-Sen’in bugün için ihtiyacı, hayatın içinde karşılığı olmayan, örgütlenmeyi bürokratik bir cendereye sıkıştıracak tüzüksel tartışmalar değil, kitle mücadelesini geliştirecek bir örgütlenme yaklaşımı ve iradesi ortaya koymaktır.

* Genç-Sen bu kapsamda kendini taban inisiyatifini açığa çıkartacak bir örgütlenme olarak tanımlamalıdır.

* Genç-Sen, bunun bir ayağı olarak yerellerde, sınıflarda, amfilerde ve fakültelerde örülecek olan kitle mücadelesine katılan herkesin dolaysız bir biçimde karar alma sürecine katıldığı bir işleyişi ilkesel bir yaklaşım olarak benimsemelidir.

* Genç-Sen, kararların temsiliyete değil kitlenin doğrudan katılımına uygun bir biçimde alınmasını başlangıç adımı olarak mutlak suretle hedeflemelidir.

* Genç-Sen, bu kapsamda il düzeyinde çalışmayı düzenleyecek koordinasyonlar oluşturmalı, bu koordinasyonlar yerellerden herkesin katılımına açık forumlar olarak düşünülmelidir.

* Genç-Sen, bunun önünü kapayacak birtakım temsiliyet biçimlerine şiddetle karşı çıkmalı, bürokratik biçimlere sıkışmaktan özenle kaçınmalıdır.

Bugün kuruluş iddiasıyla ortaya çıkan Genç-Sen’in atması gereken öncelikli adımlar bunlardır. Ancak bu adımların atıldığı koşulllarda Genç-Sen daralmaktan ve içine kapanmaktan kurtularak, hem ilerici gençlik güçlerine hem de genelde gençlik kitlelerine güven veren bir örgütlenme haline gelebilir.

(Ekim Gençliği’nin Aralık 2007 tarihli 106. sayısından alınmıştır...)


19 Aralık’ı unutmayacağız!

12 Eylül zindanları, kanla, ölümle ve işkenceyle anılır. Darbenin en kanlı yüzü kendini zindanlarda ve işkencehanelerinde gösterir. Öyleki zindanlar da işkence merkezidir artık. Lağım sularıyla dolu, farelerin cirit attığı, soğuk, yalıtılmış hücreler... Ancak 12 Eylül’le birlikte zindanlarda gündeme gelen en ciddi uygulama, devletin devrimci iradeyi teslim almayı, devrimci kimliği yoketmeyi hedefleyen uygulamaları olmuştur. İstiklal Marşı’nın zorla okutulması, ceketlerin iliklenmesinin dayatılması, emir tekrarı, zorla “komutanım” dedirtrme, sayımların hazırolda yapılmak istenmesi, tek tip elbise dayatması vb...

En vahşi saldırının yaşandığı Diyarbakır zindanında ‘82 yılında Mazlum Doğan’ın tutuşturduğu kıvılcım, baskılara, işkencelere ve teslimiyet dayatmalarına ölümüne direnişle en anlamlı yanıt olur. Benzer bir yanıt ‘84 Ölüm Orucu direnişi ile verilir. Devletin baskı ve zulüm politikasında bir gedik açılır.

***

19 Aralık sabahı, Türkiye’nin cezaevleri yeni bir katliama tanıklık eder. 12 Eylül zindanlarındaki işkencelerin ardından, Buca, Ümraniye ve Ulucanlar katliamlarını katlayan bir operasyon gerçekleştirilir. Bu operasyonun en belirgin yanı, daha sonra devlet tarafından da itiraf edildiği gibi, operasyonun üzerinde bir yıl boyunca çalışılmış olmasıdır.

Tek merkezden planlanan saldırı hayata geçirilerek, 22 cezaevine aynı anda operasyon düzenlenir. Onbinlerce asker, polis, özel tim operasyona katılır. Ölümlerin büyük çoğunluğu ateşli silah yaralanmasına bağlı olarak yaşanır. Bayrampaşa’da devrimci kadınların üzerine kimyasal gaz bombaları atılır. “Diri diri yaktılar” haykırışı katliamda hafızalara kazınan sözlerden biri olur. Operasyonun ardından 28 devrimci katledilir, yüzlercesi yaralanır. Devrimci tutsaklar zorla F tipi hücrelere konulur. Baskılar, işkenceler hücrelerde devam eder.

İşkencelere, baskılara ve kaybedilen devrimci tutsaklara rağmen, şanlı bir direniş sergilenir 19 Aralık’ta. Her cezaevi, operasyonu direnişle karşılar. Kurşunlara inat omuz omuza halaylar çekilir. Düşman tarafından dahi övgüye konu olacak şekilde kararlılık ve direnç sergilenir. Ölüm orucunu bitirmek bahanesiyle gerçekleşen operasyon, ölüm orucu direnişçisinin sayısının artırılmasıyla yanıtlanır. Bu direnç ve kararlılık F tipi cezaevlerinde de sergilenir. Sayımlarda, keyfi yasaklamalarda, arama dayatmalarında net ve kararlı tutumlar alınır. Düşmanın boyun eğdirme hevesi kursağında kalır...

***

19 Aralık’ta sınıf savaşımı en çıplak ve net bir şekilde yaşanır. Nasıl ki 12 Eylül sermayenin neo-liberal politikalarını uygulamak ve işbirlikçi sermayenin uluslararası sermayeyle bütünleşmesini kuvvetlendirebilmek için işçi sınıfına, emekçilere ve devrimci harekete yönelik çok kapsamlı bir operasyonsa, 19 Aralık da sermayenin içte ve dışta her geçen gün yükselen saldırganlığı karşısında toplumsal muhalefeti sindirme ve onların öncüleri olan devrimci tutsakları ezme operasyonunun adıdır.

Bugün, F tiplerinde, Sincan’da, Tekirdağ’da, Kandıra’da ve tüm tecrit hücrelerinde keyfi uygulamalar, baskı ve saldırılar sürmektedir. Örneğin pet şişelerin varlığı işkence gerekçesine dönüştürülmekte, görüş hakkı keyfi bir şekilde engellenebilmektedir, vb...

Ancak bu çabalar boşunadır! 12 Eylül’den bugüne kadar olduğu gibi, devrimci irade kazanacaktır. İçeride ve dışarıda süren mücadeleler sonunda, er ya da geç hücreler parçalanacaktır.


Kadınları sosyalist

işçi-emekçi cumhuriyeti kurtaracak!

“Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı” verilişinin yıldönümü kutlanıyor. Elbette ortada, sokaklara dökülmüş bayram yapan kadın kitleleri yok. Kutlayan devlettir. Bir de cumhuriyet (devletinin) kadınları. Yarattıkları her yanılsama konusunda olduğu gibi, kadın hakları üzerinden de, yine çok yönlü yalanlarla, sahtekarlıklarla, demagojiyle yüklü bir propaganda fırsatı olarak kullanıyorlar bu günü.

Sahtekarlığın başında “verme” konusu geliyor. Oysa, işçi sınıfının geneliyle birlikte, emekçi kadın da çok iyi biliyor ki, hak verilmez alınır. Türkiye’de oy hakkı için ne zaman mücadele yükselmiş de bu haklar alınmış, diye düşünenler için belirtelim. İşçi sınıfı mücadelesi sermayeden önce küreselleşmişti. Tıpkı 8 saatlik işgünü hakkı gibi, kadınlara oy hakkı da uluslararası işçi hareketinin ve onun doruk noktasını oluşturan Büyük Ekim Devrimi’nin armağanıdır bizlere. Öncelikle bu gizlenmeye çalışılıyor.

İkinci olarak ve yine sınıf bilinçli işçinin çok iyi bildiği gibi, mücadeleyle alınan hakları korumak için de mücadele vermek gerekir. Türkiye’de de kadının güya seçme ve seçilme hakkı vardır ama bu “seçme vazifesi” olarak kullandırılmaktadır. Kadına seçme hakkı vermekle övünen sermaye devleti, bunu bir hak olarak değil, görev olarak gördüğünü unutturmamak için, defalarca oyunu kullanmayan için para cezasından söz edebilmiştir. Bu, devletin hak konusuna bakışının tipik bir örneğidir.

Kadın hakları üzerine yükseltilen sahtekarlık propagandasının merkezini ise, M. Kemal ve onun üzerinden sermaye cumhuriyetinin “kadına verdiği değer” yalanı tutuyor. Pek çok ‘muasır’ medeniyet merkezi Avrupa devletinden önce verilen hak denilerek, burjuva cumhuriyetinin meziyetleri sayılıp dökülüyor.

Oysa emekçi kadın, devlet ve düzen katındaki değerini her günkü yaşamıyla öğreniyor, öğrendikleriyle reklam edilenler arasındaki tezatı görüyor. Devletin başını tutan bugünkü sahtekarların, Cumhuriyet’in ilk yıllarında verilen hakların üstüne tek bir tuğla koymadıkları gibi, geri gidişin mimarları oldukları biliniyor. Seçme ve seçilme hakkının sözde verenler tarafından kutlanıyor olması bile, işin sahtekarlık yanını görmeye yeter aslında.

Emekçi kadın 8 Mart’ı kutluyor örneğin. Hakların nasıl kazanılabileceğini gösteren gerçek yıldönümünü. Seçme ve seçilme hakkının kağıt üzerinde kalmaması, özgür iradesiyle seçebilmek ve seçilebilmek için yapılması gereken daha pek çok şey olduğunu ve bunların bu düzen sınırlarına sığmayacağını bildiğini haykırıyor bu kutlamalarda.

Kapitalizm kadını sanayiye çekerek, yani evinin dört duvarı arasından kurtararak, sözde özgürleştirdi. Fakat bu özgürlüğün kapitalizme kölelikten başka bir işlevi olmadığını her işçi kadın bilir. Değişen, evin dört duvarı arasındaki hapisten, fabrikanın dört duvarı arasındaki bir başka hapse geçiştir. Günün yarısı fabrikanın dört duvarı, diğer yarısı yine evin dört duvarı arasındaki hapis hayatıdır. Ev hizmetleri ve çocuk bakımı yine kadının üzerindedir.

Kadının seçme ve seçilme hakkını “hakkıyla” kullanabilmesi için özgür bir irade geliştirebilmesi gerekir. Bu ise ev ve sanayi köleliği koşullarında neredeyse olanaksızdır. Kadınlar ancak, devrimci sınıf mücadelesi içinde beyinlerindeki kölelik zincirlerini kırabilmekte, kendini geliştirme, özgürleşme şansı yakalayabilmektedir. Tüm kadınların gelişim ve özgürleşme imkanları ise, ancak işçi sınıfının sosyalist iktidarı altında yaratılabilecektir. Çünkü sosyalizm programının temel ayaklarından biri, kadının kurtuluşu için gerekli her türlü önlemin alınmasıdır.

Türkiyeli kadının kutlayacağı hak ve özgürlük günleri de elbette gelecek. Kapitalist cumhuriyetin kölelik bağlarını pekiştirdiği emekçi kadın, Sosyalist Cumhuriyet’le kurtuluş gününde en büyük bayramını kutlayacaktır.