13 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/46 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıyı püskürtmek için tabana dayalı
meşru–militan mücadele!
  İşçi ve emekçiler bir mücadele programı
etrafında harekete geçirilmelidir!
IMF–TÜSİAD patentli saldırı bütçesine karşı
mücadeleyi yükseltelim!
AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?
Yüksel Akaya
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Yeni bir kontra saldırının startı verildi...
  AKP’nin “Alevi açılımı”...
  Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...
  Güven Elektrik işçilerinin ücretli kölelik düzenine öfkesi büyüyor...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden...
  2. Tersane İşçileri Kurultayı coşkulu bir atmosferde gerçekleşti!
  Tersane cehenneminde grev ateşi!
  Kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için...
  Genç-Sen üzerine....
  Filistin İntifadası 20. yılında…
  “Yeni bir paket”...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Türk-İş’in 20. Genel Kurulu…

Bir kez daha sınıf düşmanları ve sendika ağaları at koşturdu!

Türk-İş’in 20. Genel Kurulu geçtiğimiz günlerde yapıldı. Dört gün süren genel kurul, yönetim için yarışan taraflar arasında zaman zaman yumruklaşmalara varan olaylara sahne oldu. Genel Kurul’a başkan olarak giren Salih Kılıç’a karşı aday olan Genel Sekreter Mustafa Kumlu ve listesi seçimleri kazanarak Türk-İş yönetimine geldi.

Türk-İş Genel Kurulu’nda yine tanıdık manzaralar vardı. Sınıfla uzun zamandır bağlarını koparmış bürokrat ve ağalardan oluşan bir genel kuruldan başka türlü bir sonuç beklemek de mümkün değildi. Bütün bunlara, işçi sınıfının sesini ve soluğunu hissettirecek bir güç olamaması da eklenince, bürokrat-ağa takımı boş meydanda pisliklerini saça saça dilediğince at koşturdu. Mafyavari pazarlıkların ve kapışmanın hakim olduğu bir genel kuruldan doğal olarak işçi sınıfı yararına zerre kadar bir yarar umulamazdı. Sonuçta da böyle oldu.

Oysa işçi sınıfının oldukça kapsamlı ve tarihsel önemdeki haklarına yönelik bir saldırı dalgasıyla yüzyüze bulunduğu bir dönemde yapılan bir Türk-İş Genel Kurulu büyük önem taşımaktaydı. Sosyal güvenlik ve kıdem tazminatı haklarının gaspı, özelleştirmeler ve sendikaların altını oyan taşeronlaştırma gibi saldırılar karşısında mücadelenin önünü açacak bir irade ve kararlılığın ortaya konulması, bu yönde bir mücadele programının kararlaştırılması gibi gündemler doğal olarak Türk-İş Genel Kurulu’nun asıl işi olmak durumundaydı. Bu konularda asgari bir tutum ve program oluşturulabilse ve bu doğrultuda bir irade ortaya konulabilse, yanısıra genel kurulda oluşacak yeni yönetim de bu kararlılık ve iradenin sonucu olarak biçimlense, işçi sınıfı Türk-İş Genel Kurulu’ndan umutla çıkabilirdi. Fakat genel kurulda, her şeyiyle kurulu düzenin bir parçası olan ve taban basıncının olmamasından dolayı da eli kolu rahat olan mafyalaşmış bürokratların rant ve mevzi kavgasına tanık olundu.

Türk-İş Genel Kurulu’nda, işçi sınıfına yönelik saldırganlığın aleti ve kudurgan bir sınıf düşmanı olan Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül ayakta alkışlanarak karşılandı. Kürsülerden bu sınıf düşmanlarına methiyeler dizildi ve onların genel kurul kürsüsünü işçi sınıfına yönelik ideolojik-politik bir saldırının zemini olarak kullanmaları karşısında suskun kalındı. Fakat hemen ardından taraflar, birbirlerini hükümetin aleti ve kuklası olmakla suçlama ikiyüzlülüğünü de gösterdiler.

Böylece ortaya çıkan manzara tam anlamıyla bir pislik deryasını andırmaktaydı. Özellikle, koltuk yarışının Salih Kılıç ile Mustafa Kumlu arasında geçiyor olması, taraflar arasındaki çekişmeyi tam anlamıyla pisliklerin açığa vurulması yarışına dönüştü. Yönetim içerisindeki adam satın almaya varan kirli ilişkilerden sermaye ile girilen ilişkilere ve Hava-İş’in grev süreci ile Telekom grevindeki ihanetçi tutuma kadar bir dizi kirli iş, bu ağalar tarafından birbirlerini suçlamak üzere sıralandı. Yanı sıra, normal şartlarda “adliyelik” olan bu tür suçlamalar söylendiğiyle kaldı. Ne hesap soran, ne de tutum alan oldu. İşin ilginç tarafı, genel kurul sonunda tarafların sahne alarak birlik beraberlik pozları vermesiydi. Salih Kılıç’ın listesinden aday olan Petrol-İş Başkanı Mustafa Öztaşkın’ın aracılığıyla verilen bu poz, Türk-İş ağalarının yaşadığı çok boyutlu çürümenin vardığı noktaya ayna tutmaktaydı.

Bu, Türk-İş’in geleneksel işbirlikçi çizgisi karşısında, geçmişte şu ya da bu düzeyde görülen muhalefetin artık büyük ölçüde dibe vurduğunu da göstermektedir. Öyle ki, kirli işleri bir yana, mevcut Türk-İş yönetimi üye sayısının yarıya indiği, önemli hak gaspları karşısında göstermelik tek bir eylemin olmadığı bir dönemin sorumluluğunu taşıyan bir yönetimin kendi arasında bölünerek sahne aldığı bir genel kurulda (Deri-İş Genel Başkanı’nın konuşması dışında bırakılırsa) aykırı bir ses duyulmadı. Taraflar birbirlerini sendikal politikalar konusunda eleştirecek olsalar, karşı taraftan “tencere dibin kara, seninki benden kara” türünden sözlerle anında susturdular. Genel olarak ihanet ve işbirlikçilik ortak pratikleri olduğu ölçüde, bu alana girmemek konusunda aralarında gizli bir uzlaşmanın olduğunu da söylemek mümkün.

İşçi sınıfının çıkarlarını temel alan bağımsız bir muhalefetin olmaması da, bunun böyle olmasının en önemli etkenidir. Elbette, geçmişte Türk-İş yönetimi karşısında belli bir düzeyde muhalefet oluşturan ve mücadeleci ara kademe yönetici kuşağında yer alan kadrolar hala da sendikalardaki varlıklarını koruyorlar. Bunların bir bölümü genel kurul salonunda yerlerini de almışlardı. Fakat bu kadrolar bugün işçi sınıfının geriliği koşullarında bağımsız bir tutum alma ve bunu pratik bir mücadeleyle birleştirme konusunda irade koymaktan çekinmekte, büyük bir özgüven sorunu yaşamaktadırlar. Mustafa Öztaşkın ve Yaşar Seyman gibi bazıları ise Salih Kılıç’ın listesinden aday olacak kadar tükenmiş, Türk-İş bürokrasisiyle bütünleşmişlerdir.

Hava-İş ve Telekom grev süreçlerinin akabinde toplanan bir Türk-İş Genel Kurulu’nda, bu süreçlerde gözlemlenen dinamiklerin bir biçimde kendilerini göstermesi beklenebilir. Fakat böyle olmamış, Genel Kurul’u ağa takımı arasındaki kavganın kirli atmosferi doldurulmuştur. Bu durumun elbette anlaşılır nedenleri vardır. Bu nedenlerin başında ise, bu grev süreçlerinde belli ölçülerde başını kaldıran sınıf güçlerinin örgütlü bir taban inisiyatifi üzerinden bir güç sergileyememeleri gelmektedir. Bundan dolayı, Hava-İş ve özellikle de Telekom süreci Türk-İş bürokrasisi üzerinde bir taban basıncına dönüşememiştir.

Fakat, Türk-İş Genel Kurulu’nda ortaya çıkan bu manzara şaşırtıcı değildir. Zira, sınıfın kendini örgütlemesi ve örgütlenmesi bir süreç sorunudur. Önemli çıkış işaretleri olmakla birlikte sınıf hareketinde mücadele yönündeki dinamikler henüz ortaya çıkarılamamış ve örgütlü bir mecraya taşınamamıştır. Bu ise her şeyden önce, ileri ve mücadeleci sınıf güçlerinin işçi sınıfının bağımsız çıkarları uğruna mücadele etmek üzere inisiyatifi almaları ölçüsünde gerçekleşebilecektir. Türk-İş Genel Kurulu, bu yönde davranmanın acil bir görev olduğunu ortaya koymuştur.


“Sağlık haktır gaspedilemez!”

Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Yasa Tasarısı’nın geçen hafta meclise tekrar gönderilmesi üzerine İstanbul Tabip Odası, Diş Hekimleri Odası, Eczacılar Odası, Veteriner Hekimler Odası, Serbest Muhasebeciler ve Mali Müşavirler Odası, İstanbul Barosu, KESK İstanbul Şubeler Platformu, DİSK Bölge Temsilciliği ve TMMOB İl Koordinasyon Kurulu 12 Aralık günü bir eylem gerçekleştirdi. Bileşenler tasarının geri çekilmesini istediler.

Galatsaray Lisesi önünde saat 12.00’de toplanmaya başlayan yüzlerce kişi “Herkese sağlık, güvenli gelecek için birleşik mücadele!” pankartı açtı. “Katkı payı adı altında soyguna son!”, “AKP şaşırma çocuklarıma dokunma!”, “Halkın hastaneleri satılamaz!”, “Dikkat! Emekliliğimiz, sağlığımız tehlikede!”, “AKP, İMF, Dünya Bankası sağlığa zararlıdır!”, “Genel sağlık(sızlık) sigotasına hayır!” ve “AKP’nin sağlık anlayışı ‘prim yoksa sağlık hükümetide yok!” dövizleri taşındı. Kortejler oluşturan kitle Taksim Tramvay durağına kadar sloganlarla yürüdü. Telekom işçileri de ana pankartın arkasında “Grevimizi destekleyen tüm kurumlara teşekkür ederiz!/Telekom işçileri” imzalı pankart açarak eyleme destek verdiler.

Yürüyüş boyunca, “Hükümetin, İMF’nin direktifleri doğrultusunda emekçileri ölüme terkediyorlar!” sözleriyle bildiri dağıtıldı. “Parasız sağlık istiyoruz!”, “Hükümet yasanı al başına çal!”, “Herkese sağlık, güvenli gelecek!”, “Sağlık haktır satılamaz!”, “Yaşasın sınıf dayanışması, “Mezarda emekli olmayacağız!”, “Savaşa değil, sağlığa bütçe!”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!” ve “Kölelik yasaları geri çekilsin!” sloganları atıldı.

Tramvay durağına gelindiğinde basın açıklaması yapıldı. AKP’nin SSGSS Yasa Tasarısı’nı 2006 yılı Mayıs ayında İMF ve Dünya Bankası direktifleriyle çıkardığı, Anayasa Mahkemesi tarafından Aralık ayında iptal edildiği ve 1 Temmuz 2007’ye ertelediği, yasanın toplumun büyük bir kısmı tarafından tepkiyle karşılaşacağı için AKP’nin seçimler öncesinde yasayı çıkarmayı göze alamadığı ifade edildi. AKP hükümetinin hazırladığı tasarıda bulunan işçi ve emekçilerin haklarına yönelik saldırılar sıralandı. İstanbul Türk Tabipler Odası Başkanı Özdemir Aktan’ın konuşmasının ardından eylem sona erdi.

Devrimci kurumların, DKÖ’lerin ve sendikaların katıldığı eyleme komünistler BDSP imzalı “Kahrolsun ücretli kölelik düzeni!”, “Sınıfa karşı sınıf, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm!”, “Genel grev genel direniş!” ve “Sağlık haktır gaspedilemez!” dövizleriyle destek verdiler.

Kızıl Bayrak/İstanbul