13 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/46 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıyı püskürtmek için tabana dayalı
meşru–militan mücadele!
  İşçi ve emekçiler bir mücadele programı
etrafında harekete geçirilmelidir!
IMF–TÜSİAD patentli saldırı bütçesine karşı
mücadeleyi yükseltelim!
AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?
Yüksel Akaya
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Yeni bir kontra saldırının startı verildi...
  AKP’nin “Alevi açılımı”...
  Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...
  Güven Elektrik işçilerinin ücretli kölelik düzenine öfkesi büyüyor...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden...
  2. Tersane İşçileri Kurultayı coşkulu bir atmosferde gerçekleşti!
  Tersane cehenneminde grev ateşi!
  Kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için...
  Genç-Sen üzerine....
  Filistin İntifadası 20. yılında…
  “Yeni bir paket”...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?

Yüksel Akaya

Devlet kurumları birer birer islama uygun “ehil” kişilere teslim edilirken, işin iktisadi cephesi kadar medya cephesi de ihmal edilmemektedir. Görüntünün ötesindeki gerçeği anlamak için bir kez daha öze bakmakta yarar var. Özü daha iyi görebilmek için ise “plana” bakmak gerekiyor. İslamın planlı kuşatmasına dair ilk öneriler, şimdi milletvekili olan, eski Başbakanlık Müsteşarı Ö. Dinçer’in 1995 yılındaki “21. Yüzyıla Girerken Dünya ve Türkiye Gündeminde İslam” makalesinde çok açık bir şekilde ortaya konulmuştu. Bu nedenle planlı kuşatmada ne kadar yol alındığını anlamak için 1995 yılındaki makalesindeki değerlendirmeler üzerinden test etmek gerekiyor.

Dinçer, “İslam, bir hayat tarzıdır ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir sistemdir” diyordu. Nitekim bu İslami hayat tarzı gündelik hayatta kendisini seçimlerden sonra iyice oraya koymuş, kılık kıyafetten davranışlara kadar yaşam tarzına sinmeye başlamıştır. Hiç de küçümsenmeyecek bir hızla da yaygınlaşmaktadır.

Dinçer, “Siyasi öncelikli İslami hareketler aslında devlet yönetimini ve karar merkezini ele geçirerek, toplumda değişikliği sağlamaya yönelik hareketler olarak ifade edilebilir. Karar gücünü elinizde bulundursanız birtakım değişimleri bu karar gücüyle gerçekleştirmeye çalışırsınız” diyordu. Bugüne dek devletin pek çok stratejik kurumunun yanı sıra devlet aygıtının daha alt kademelerinde önemli bir kadrolaşmanın gerçekleştirilmiş olması basit bir yapılanma olmayıp, “toplumda değişikliği sağlamayı” amaç edinen bir örgütlenmedir. “Devlet yönetimini ve karar merkezini” ele geçirmeyi sadece bürokrasi ile sınırlı tutmayan bu yaklaşım, TOBB’dan kooperatiflere, sendikalara kadar pek çok önemli kurumu da “ele geçirmek” için büyük çaba sarf etmektedir. Türk-İş kongresi bun en son örneğini oluşturmaktadır.

Dinçer, “Bizim kendi müziğimiz yasaklanırken, diğer taraftan Batı musikisi ya da senfoni orkestraları, Anadolu’nun şehirlerinde gezdirilerek vatandaşlara zorla dinlettirilmiştir. Ve o dönemden bugüne kadar geçen süreç içerisinde İslam’a yönelik modern devletin birtakım dayatmaları olmuştur” diyor. Bugün bu “dayatmalar” hızla ortadan kaldırılmakta, bu kez islami hayat “devlete” dayatılmaktadır.

Dinçer, “Modern devleti, İslam’a tercüme ederek kullanmaya kalkışmak veya bürokratik mekanizmada yer alacak memurları dindar insanlardan seçmek devletin yapısını, İslam’ın öngördüğü yapıya kavuşturur mu?” diye soruyor ve “Aslında bu tür bir eğilimin, İslami bir iktidarı değil beşeri yanı ağır basan bir iktidarı öne çıkaracağı kanaatindeyim. Modern devletin İslam’a tercüme edilerek kullanılması bizim açımızdan önemli mahzurlar doğuracaktır” diyordu. Anlaşılan odur ki, şimdilik “beşeri yanı ağır basan bir iktidar” sağlanmıştır. Ancak, bu mahzurludur. Bu nedenle, bu iktidarı daha ileriye taşımak gerekecektir. Birinci “iktidar” aşamasından sonra, ikinci aşamaya geçmek gerekmektedir. Öyleyse, birinci aşama sadece bir araçtır, ikinci aşama amaçtır.

Dinçer, “İslam bir bütündür ve hayat tarzıdır. Siyaseten de karar gücüne yönelik hareketler yapmak zorundaydı” diyor. İktidarın ele geçirilmesindeki birinci aşama meşruiyetini ve gücünü bu yaklaşımdan almaktadır. Sabahattin Zaim’in cenaze törenine katılan devlet erkanı, ne kadar yol alındığını göstermek açısından oldukça önemli bir göstergedir. Bir bütün olarak islami hayat tarzını kitlelere zerk etmek için çağın en önemli araçlarından medyaya ihtiyaç vardır. Star gazetesi, ATV-Sabah operasyonları bize bu kuşatmada ne kadar kararlı ve gözü pek olunduğunu göstermektedir.

Dinçer, “önce ekonomi dünyasında başlayan adem-i merkezileşme ve toplumun daha alt birimlerine yetki verme temayülü giderek sosyal ve siyasal hayatımızda da kendisini göstermekte, böylece dolayısıyla devlet yapısının da değişimi ve birtakım fonksiyonlarını özel sektöre ya da üçüncü sektöre devretmesini gerektirmektedir” değerlendirmesinde bulunuyor. İslami cephenin özelleştirme yanlısı tutumunun da kaynağı olan bu yaklaşım, iktisadi alanın da önemine dikkat çekiyor. Son çeyrek yüzyılda islami sermayenin büyük işletmelere dönüşmesi, ekonomi içindeki etkisini ve payını artırması, kuşatmanın her cepheden sürdürüldüğünü göstermektedir.

Dinçer, “bugün devletçilik düşüncesi ve uygulaması yerine devletin fonksiyonlarının yeniden tanımlandığı ve adem-i merkezi bir yapının oluşturduğu bir geçişe ihtiyaç duyulmaktadır” diyor. Özelleştirme, yerelleştirme çabalarını bir de bu gözle görmek gerekiyor.

Dinçer, “globalleşmenin olduğu her yerde mahalli kültürlerin gelişmeye başladığını görüyoruz. Bizim ülkemiz söz konusu olduğunda mahalli kültür İslam’dır. Globalleşme ne kadar artarsa İslamlaşma da o kadar artacaktır. Böylelikle varlığını hissettirmeye başlayacaktır. Nitekim hissettirmektedir de. Öyleyse Türkiye’nin bu durumu fark ederek, gerekli düzenlemeleri yapması gerekir” diyor. Başka bir söze gerek var mı?

“Türkiye’de Cumhuriyet ilkesinin yerini katılımcı bir yönetime devretmesi gerektiği ve nihayet laiklik ilkesinin yerinin İslam’la bütünleşmesinin gerekli olduğu kanaatini taşıy(an)” Dinçer, Başbakanlık Müsteşarlığı yaptığı dönemde bunu yerine getirmek için önemli çabalar sarf etmiştir, bugün de milletvekili güvencesi ile buna devam etmektedir.

Son söz yerine: “Bugün nasıl bir devlet ve toplum istediğimizin çok net ve çok açık bir şekilde tanımını yapmak zorundayız. Bu tanımlamanın aslında kafamızda çok net ve açık olduğunu ve bunun için az-çok hazırlıklı olduğumuzu biliyorum, ama topluma yansıtma konusunda eksiklerimizin olduğu kanaatini de taşıyorum. Öyleyse bu, tüm topluma duyuracak bir mekanizma ile ulaştırılmalıdır. İkincisi Türkiye’deki kültürel öncelikli İslami hareketlerle siyasi öncelikli İslami hareketlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimlerinin yeniden tanzim edilmesidir. Eğer bu iki hareket bütünleşmiş bir halde devam ettirilebilirse, Türkiye’de İslam’ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde sağlam bir temel üzerinde gelecek vaat ettiğini ifade edebiliriz.”

Evet, iktidar mücadelesinde oldukça planlı yol alan AKP, “kültürel öncelikli İslami hareketlerle siyasi öncelikli hareketleri” önemli ölçüde bütünleştirmiş, buna bir de etkili iktisadi öncelikli islami hareketleri eklemiştir. Sıra, şimdi, “Türkiye’de İslam’ın hiçbir ülkede görülmemiş bir şekilde sağlam bir temel üzerin”e oturtulmasındadır. Bu durumun halka, emekçilere nasıl yansıyacağını görmek için de İran’a bakmak yeterli olacaktır.

Kuşkusuz bu “alıntıların” ve değerlendirmelerin hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayabilir. “Ne yani” denilebilir. Bizim “ne yani” diyecekler için cevap olarak önereceğimiz üç kitap var. İsteyen, dileyen varsa, tartışmaya da açığız!..

Ama, bir de savaş uzmanı C.V. Clausewitz’i dinlemekte yarar var: “... düşmanın karşı koyma gücünü oldukça iyi tahmin edebileceğimizi kabul edersek, kendi gayretlerimizi de buna göre ayarlayabilir ve gayretlerimizi, ya üstünlüğü sağlayacak kadar büyük tutar, ya da, buna gücümüz yetmediği takdirde, olanak oranında büyük tutarız. Fakat düşman da aynı şeyi yapar. O halde, yalın bir tasarı olarak tarafları tekrar aşırılığa iten yeni bir tırmanma başlayacaktır.”

Ve son söz yerine bir kez daha C.V. Clausewitz: “Düşmanı mağlup etmediğim sürece, onun beni mağlup etmesinden korkmak zorundayım; o halde artık ben, kendimin efendisi değilim; aksine, düşman bana talimat veriyor, benim ona verdiğim gibi. Bu, ikinci aşırılığa götüren ikinci karşılıklı etkidir.”

Okuma “listesi” için kitap bir: C.V. Clausewitz, Savaş Üzerine, Özne Yayınları

Okuma “listesi” için kitap iki: M. Behrooz, Nasıl Yapılamadı: İran’da Solun Yenilgisi, Epos Yayınları

Okuma “listesi” için kitap üç: Y. Küçük, Sırlar, İthaki Yayınları