13 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/46 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıyı püskürtmek için tabana dayalı
meşru–militan mücadele!
  İşçi ve emekçiler bir mücadele programı
etrafında harekete geçirilmelidir!
IMF–TÜSİAD patentli saldırı bütçesine karşı
mücadeleyi yükseltelim!
AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?
Yüksel Akaya
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Yeni bir kontra saldırının startı verildi...
  AKP’nin “Alevi açılımı”...
  Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...
  Güven Elektrik işçilerinin ücretli kölelik düzenine öfkesi büyüyor...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden...
  2. Tersane İşçileri Kurultayı coşkulu bir atmosferde gerçekleşti!
  Tersane cehenneminde grev ateşi!
  Kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için...
  Genç-Sen üzerine....
  Filistin İntifadası 20. yılında…
  “Yeni bir paket”...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sermaye uşakları “Ücrette en yüksek ülkelerden bir tanesiyiz” diyorlar.... Emekçilerle alay ediyorlar...

İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!

Yeni yıl yaklaştı. Bu da ister istemez ücretlere yapılacak zamlar konusunu gündeme taşıdı. İşçi ücretlerine yapılacak zamlar gündeme geldiğinde sermaye temsilcileri artık bilinen bir söylem tuttururlar. Aslında ücretlerin düşük olduğunu kendilerinin de bildiğini, ama ekonomik olanakların ancak bu kadarına elverdiğini, uluslararası piyasalarda rekabet edebilmek için şirketlerin ücretlerden kısmak durumunda kaldıklarını vb. tekerlemeleri söyler dururlar.

Ücret ve asgari ücret tartışmalarının başlamasından bu yana benzer yakınmaları gene duymaya başladık. Hem başbakan hem de Çalışma Bakanı ücretlerin daha yüksek olmasını arzu ettiklerini, ama büyük ihtimalle asgari ücrete en fazla yüzde 6 dolayında zam yapılabileceğini, belki bu oranın biraz daha üzerine çıkılabileceğini geçtiğimiz günlerde söylemiş oldular.

Fakat hükümette yer alan biri var ki, bu alışılmış söylemin dışına çıktı. Uluslararası Yatırım Bankası Merrill Lynch’te Afrika, Rusya ve Ortadoğu’daki ülkelerden sorumlu bir yöneticiyken Tayyip Erdoğan’ın ekonominin başına geçirmek için Türkiye’ye getirip önce meclise sonra da hükümete soktuğu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, ücretler konusunda diğer hükümet üyelerinden farklı bir yaklaşım sergileyerek, sermayenin gerçek düşüncelerini de ortaya koymuş oldu. Uluslararası sermayenin bu has uşağı, aslında Türkiye’deki ücretlerin mevcut koşullarda “çok iyi” olduğunu iddia etti. Buna örnek olarak İngiltere’de aylık bağlanma oranının 1.25, Türkiye’de ise 3 olduğunu gösteren Şimşek, şunları söyledi:

“Şimdi bu oranı 2’ye indiriyoruz, buna rağmen bir sürü gürültü? Diyorlar ki ücretler çok düşük. Türkiye’de ortalama ücreti alın, kişi başına milli gelire bölün. OECD ülkeleri ile karşılaştırdığınızda, ücrette en yüksek ülkelerden bir tanesiyiz. Yani yorganına göre imkanlar, aslında son derece iyi.”

Mehmet Şimşek elbette ki bu sözleri bilgisizliğinden, gerçek durumu bilmediğinden dolayı söylemiyor. Uluslararası bir yatırım bankasının yöneticiliğini yapan, yani asıl becerisi uluslararası spekülatörler adına az gelişmiş ülkeleri haraca bağlamak, soyup soğana çevirmek olan, tam da bu meziyetleri nedeniyle olsa gerek Türkiye’de ekonominin başına oturtulan bir kişinin gerçek durumu bilmemesi tabii ki mümkün değildir. Onu böyle konuşturan bilgisizliği değil, hizmetinde olduğu sermaye sınıfının çıkarlarına uygun davranmasıdır. O, diğer ülkelerde ücretlerin daha düşük olduğu yalanını öne sürerek, işçi ve emekçilerden hallerine şükretmelerini istemektedir.

Fakat hem kendisine dayanak yaptığı OECD’nin istatistikleri hem de yaşamın gerçekleri, bu sermaye uşağının sözlerinin aşağılık bir yalandan ibaret olduğunu ortaya koymaktadır. OECD istatistiklerine baktığımızda, Türkiye’nin hiç de “ücrette en yüksek” ülkeler arasında olmadığı rahatlıkla görülmektedir. OECD ortalaması dikkate alındığında Türkiye’deki ücretler bu ortalamanın yüzde 50’sinden bile aşağıda kalmaktadır. Belarus, Bulgaristan, Hırvatistan, Kazakistan, Letonya, Litvanya, Eski Yugoslav Makedonya Cumhuriyeti, Meksika, Karadağ, Polonya, Romanya, Rusya Federasyonu ve Sırbistan gibi ülkeler Türkiye ile aynı ücret düzeyi grubunda bulunan ülkeler arasındadır.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun, yani devletin ücretlere ilişkin rakamları da Şimşek’in sözlerini yalanlamaktadır. TÜİK verilerine göre, tarım sektöründe yaşanan çözülme ve hızlı kentleşme nedeniyle ücretle geçinenlerin sayısı süratle artmakta fakat buna karşılık bu kesimin milli gelirden aldığı pay artmamaktadır. Üstelik kırdan gelen nüfusun aktığı kentlerdeki sanayi ve hizmet sektörlerinde verimliliğin her geçen gün yükselmesine rağmen bu böyle olmaktadır. TÜİK’e göre ücretlilerin ulusal gelirden aldıkları pay 1987’de yüzde 20,7 civarındaydı. Bu oran (yükselen sınıf hareketinin etkisiyle) 1991 yılında yüzde 31,9 ile son 20 yılın en yüksek düzeyine çıktı. Fakat 1994’ten itibaren sınıf hareketinin geri çekilmesine paralel bir biçimde sürekli düştü. 1995’te yüzde 22 dolaylarına geriledi. 1999’da yeniden yüzde 30’lar düzeyine yükselse de 2001 krizinin ardından bir kez daha aşağılara indi. 2006 yılında ücretlilerin milli gelirden aldıkları pay yüzde 26 civarında idi. Yani 1991 yılına göre çok ciddi bir gerileme söz konusu.

Bütün bunlar bir yana. Her ay resmi kurumlar tarafından açıklanan açlık ve yoksulluk sınırı rakamları dahi ücretlilerin yokluk ve sefalet içinde yaşadıklarını gözler önüne sermektedir. Örneğin Türk-İş’in Kasım 2007 araştırmasına göre 4 kişilik bir aile için açlık sınırı 697 YTL’dir. Yoksulluk sınırı ise 2271 YTL’dir. Ve bu ülkede asgari ücret net 419 YTL’dir. Üstelik yüz binlerce işçi de kayıt dışı olarak asgari ücretin altında maaş alarak çalışmak durumunda kalmaktadır.

Başka söze gerek yoktur. Milyonlarca işçinin asgari ücret ya da altında ücret aldığı düşünüldüğünde, bu ülkede ücretlilerin gelirlerinin “aslında son derece iyi” olduğunu söylemenin hiçbir inandırıcılığı yoktur. Ekonominin tepesindeki insan olarak Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in yaptığı açıkça işçi ve emekçilerle, açlık ve sefalet içinde yaşamaya çalışan milyonlarca insanla alay etmektir.

İşçi ve emekçiler kendilerine reva görülen sefalet ücretlerine mahkum olmak, sermaye uşaklarının alaylı sözlerine katlanmak durumunda değiller. Kendini bilmez sermaye uşaklarına haddini bildirmek için, asgari ücretin belirlenmesinde taraf olmak için, daha iyi çalışma ve yaşam koşulları için yapmamız gereken şey ayağa kalkmak ve sesimizi yükseltmektir. Adımlarımız ve seslerimiz birleştiğinde sermayenin oyunlarını boşa çıkarmış, yalanlarını yenmiş olacağız.


 

Ankara’da güpegündüz bir devrimci katledildi!

Katil devlet hesap verecek!

Mızrak’ın cenazesi alındı!

Devletin her geçen gün tırmanan terörüne 10 Aralık günü yenisi eklendi. Ankara’nın göbeğinde bir eve düzenlenen baskın sonucunda bir kadın devrimci katledildi.

10 Aralık Pazartesi günü sabah saat 10.30’da, Ankara Terörle Mücadele Şubesi ve Özel Hareket timlerinin Ankara Kurtuluş Mahallesi Dedeefendi 1. Sokak’ta bulunan bir eve operasyon düzenledi.

Katledilen devrimcinin isminin Kevser MIZRAK ve DHKP-C’li olduğu öğrenilirken, Sezgin Çelik isimli kişinin ise sokaktan gözaltına alındığı yansıyan bilgiler arasında..

Kevser Mızrak’ın Ankara’nın Polatlı İlçesi’nde yaşayan ailesi cenazeyi almak için Adli Tıp Kurumu’na geldi. Cenazeyi almak için bekleyen aile, gözaltına alınarak, sorgulanmak üzere Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldü. Aile, Terörle Mücadele Şubesi polislerince sorgulandıktan sonra serbest bırakıldı. Cenazenin aileye teslim edilmesinin ardından, Mızrak Ailesi memleketleri Polatlıya hareket etti. Kevser Mızrak az sayıda insanın katılımıyla ailesi tarafından defnedildi.

Ailenin, polis baskısı nedeniyle TAYAD’lıları cenazede istememesi sonucu, TAYAD’lı aileler törene katılamadı. TAYAD’lılar törenin bitmesinin ardından mezar başında bir anma gerçekleştirdiler.

ÇHD’nin yargısız infaz açıklaması!

Çağdaş Hukukçular Derneği Ankara’da yaşanan ve Kevser Mızrak’ın ölümüyle sonuçlanan çatışmayla ilgili olarak bir açıklama yayınladı. Açıklamayı ÇHD Genel Sekreteri Selçuk Kozağaçlı okudu. Kozağaçlı, kolluk güçlerinin görevinin, suç işlediğine inanılan kişileri yargı önüne çıkarmak olduğunu hatırlatırken, bu olayın kamuoyuna açık bir şekilde soruşturulmasını talep etti.

ÇHD, yaşanan yargısız infaz ile ilgili değerlendirmelerini ise şöyle sıraladı:

1. Aynı evden çıktığı öne sürülen ve kollukça ismi Sezgin Çelik olarak açıklanan kişinin, hiçbir zorluk ve mukavemetle karşılaşmadan kolayca gözaltına alınmış olması, usulüne uygun bir yakalama işlemi yürütülseydi yaşamını yitiren Kevser Mızrak hakkında da sağ kalmasını gözeten bir yakalama işlemi yapılabileceğini düşündürmektedir.

2. Evde savcı nezaretinde arama ve inceleme yapılmış ancak evin acilen kolluk tarafından basılması gerekliliğini haklı çıkaracak bir neden açıklanmamıştır. Bu husus, ölen kişinin sağ yakalanması için gerekli gayret ve özenin gösterilmesi yerine, ne için silahlı baskının tercih edildiği sorusunu sormamızı gerektirmektedir.

3. Soruşturma kapsamında 24 saat boyunca avukat görüş kısıtlaması getirilmesini anlamak ve kabul etmek mümkün değildir. Yürürlüğe girdiğinden bu yana eleştirdiğimiz gibi Terörle Mücadele Kanunu’nun “hiçbir adli işlem yapılmamasına rağmen” 24 saat avukat görüşünü kısıtlama yetkisi veren hükmü açıkça işkence ve kötü muameleye davetiye çıkarmaktadır. Bu uygulamayı kabul edilemez buluyoruz.

4. Alınması talep edilen “gizlilik kararı”nın, sadece gözaltında bulunan kişi ya da kişilerin soruşturmalarını değil, kolluğun silah kullanmada, gerekli sınırı ve yetkiyi aşıp aşmadığına ilişkin soruşturmayı etkilediği dikkate alınmalıdır. Bu aşamada “gizlilik kararı” kaldırılmalı, silahlı ev baskınını yürüten kolluğun, soruşturmayla ilişkisi kesilmeli ve silah kullanımı nedeniyle kendilerinin de şüpheli olduğu bir soruşturma yönünden, delil karartma tehlikeleri bulunduğu gözetilmelidir.