13 Aralık 2007 Sayı: SİKB 2007/46 (48)

  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıyı püskürtmek için tabana dayalı
meşru–militan mücadele!
  İşçi ve emekçiler bir mücadele programı
etrafında harekete geçirilmelidir!
IMF–TÜSİAD patentli saldırı bütçesine karşı
mücadeleyi yükseltelim!
AKP’nin iktidar stratejisi mi, islamın planlı kuşatması mı?
Yüksel Akaya
İnsanca yaşamaya yeten ücret için mücadeleye!
Yeni bir kontra saldırının startı verildi...
  AKP’nin “Alevi açılımı”...
  Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...
  Güven Elektrik işçilerinin ücretli kölelik düzenine öfkesi büyüyor...
  Ekim Gençliği’nin “Yalanlarınızı da alın gidin!” kampanyası etkinliklerinden...
  2. Tersane İşçileri Kurultayı coşkulu bir atmosferde gerçekleşti!
  Tersane cehenneminde grev ateşi!
  Kitlesel ve devrimci bir gençlik mücadelesi için...
  Genç-Sen üzerine....
  Filistin İntifadası 20. yılında…
  “Yeni bir paket”...
M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Sansürle, baskıyla ve tehditle kirli cinayetlerini örtmeye çalışıyorlar...

Malatya katliamının gerisinde de çeteleşmiş devlet var!

18 Nisan 2007 tarihinde Malatya’da bulunan Zirve Yayınevi’nde gerçekleşen katliama ilişkin olarak hazırlanan iddianame bir kez daha çürüyen düzenin yargı mekanizmalarından yükselen küf kokusunu açığa çıkardı. Malatya’da 3 kişi korkunç işkence yöntemleriyle katledildiği halde, cinayetin işleniş biçimi üzerine bir süre ilgi toplamaya dönük “sansasyonel” haberler yayımlanmışsa da, cinayetin üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra katledilen 3 kişinin hristiyan, dahası misyoner oluşu temel bir vurgu olarak haberlerde işlenmeye başlanmıştı. Sonunda ortaya öyle bir tablo çıktı ki, nasıl Hrant Dink’i katleden gençleri harekete geçiren güçlere “milliyetçi hassasiyet” adı konulduysa, burada da iş “dinsel değerlerin yarattığı hassasiyet” denilecek düzeye vardırıldı. Geride bıraktığımız hafta içerisinde ise Malatya katliamının iddianamesi, gerçekleşen duruşma ve ardından basın emekçilerini hedef alan hukuk terörü, bir kez daha çok iyi bildiğimiz bir senaryonun sahnelenmekte olduğunu gözler önüne serdi.

Malatya katliamı ile ilgili olarak 31 klasörden oluşan bir dava dosyası hazırlandı. Ancak dava dosyasının 16 klasörü sanıklar ve suçla ilişkili olmayıp, tersine katledilen 3 kişiyle ilgili bilgileri içeriyor. Dava dosyasından anlaşıldığı kadarıyla bu 3 kişi, öldürülmeden önceki bir yıl boyunca polis tarafından takip edilmiş. Zira dosyada öldürülen 3 kişinin banka hesap kayıtlarından telefon kayıtlarına kadar hemen hemen bütün bilgiler yer alıyor. İddianameyi kaleme alan savcı, sanıklar hakkında suç isnadında bulunmaktan öte, sanki öldürülenlerin misyoner olduğunu ispat etmeye çalışıyor.

Elbette bu işin bir yanı. Diğer ve asıl önemli olan yanı ise, Malatya katliamının da altı kazıldığında, oklar doğrudan devleti gösteriyor!

Her taşın altından devlet çıkıyor!

Hrant Dink davasında olduğu gibi Malatya katliamında da devlet bağlantılarını ele veren telefon kayıtları ortaya çıktı. Katliamın sanıkları Emre Günaydın, Salih Güler, Hamit Çeken ve Abuzer Yıldırım’ın sadece cinayet günü üzerlerinden çıkan telefonlarının 6 aylık kayıtları, faşist partiden istihbarata kadar, birbiriyle bağlantılı adreslere işaret ediyor. Tabii söz konusu telefon kayıtlarının ilişki ağının bütününü yansıtmadığı açık. Zira bu süre zarfında E. Günaydın 35, S. Güler 38, H. Çeken 17, A. Yıldırım ise 16 kez telefon değiştirmiş. Görüldüğü kadarıyla, 31 klasörlük bir iddianame hazırlamaktan yorulmuş olan savcı, zamanının da büyük çoğunluğunu maktullerin misyonerliğini ispatlamaya ayırınca, onlarca defa değişen bu telefonların araştırılmasına rağbet etmemiş!

Sanıklar bu 6 ay içerisinde kimlerle görüşmüş? Telefonun bir ucundaki isim Ruhi Polat, Malatya MHP İl Başkanı... Telefonun diğer bir ucundaki isim ise C.K.B. Bu ismin adresi, Ankara Özel Harekat Dairesi olarak görünüyor. Ve son dönemde yargı mensuplarının adlarının da çete davalarına, kontra örgütlere karışmasına alıştığımız üzere, Kartal savcılarından R.H.B de sanıklarla telefon üzerinden ilişkiye geçenler arasında.

Bu arada karmaşık görünen ama aslında oldukça tanıdık olan bu ilişki ağına ilişkin olarak Türkiye Protestan Kiliseler Birliği’ne bir ihbar mektubu geliyor: “Emre Günaydın’ı azmettiren ve yönlendiren komutanımız Mehmet Ülger’in yönlendirmesiyle İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Ruhi Balat’tır (Polat). Balat, yaklaşık 4-5 aydır komutanımız Ülger’le birlikte çalışmaktaydı. Balat ile irtibata geçen ilk kişi üniversite karakol komutanı Halil İşler’dir. Daha sonra Alay Komutanımız ile irtibarı ise Şeyhmuz kod adlı uzman çavuş Mehmet Çolak sağlamaktadır. Özellikle olay öncesinde ve sonrasında bu çalışmalar yoğunluk kazanmaktadır.”

İki gün önce el konulan silah cinayete karışmış!

Malatya katliamından iki gün önce yani 16 Nisan günü yapılan bir ihbar sonucu cinayet zanlılarının rastgele ateş açtıkları gerekçesi ile silahlarına el konuluyor. Bu bilgi polis tutanağı ile sabit. Ancak her nasılsa iki gün sonra “el konulan” Smit Wesson marka ve 1312 seri numaralı kuru sıkı silah cinayetin işlendiği Zirve Yayınevi’nden çıkıveriyor. Sanıklar silaha el konulduğu konusunda bir ifade birliği içerisindeler. Ancak silahın nasıl olup da suç mahaline döndüğü noktasına açıklık getirilmiş değil.

Kameralar ne için çalışıyor!?

Malatya katliamının işlendiği Ağbaba Apartmanı’nın 3. katından atladığı için ağır yaralanan ve cinayetin en önemli sanıklarından olan Emre Günaydın’ın, kaldırıldığı İnönü Üniversitesi Araştırma Hastanesi’ndeki odada 24 saat boyunca çifte kamera ile izlendiği açıklanmıştı. Ancak Günaydın’ı hastanede yattığı ilk on günlük süre zarfında kimin ziyaret ettiği bilinemiyor.

Hikaye Amerikan filmlerini andırıyor. Emre Günaydın’ın hastaneye yatışının 10. gününde Malatya Cumhuriyet Başsavcılığı hastane kameralarının ses kaydı yapma özelliği olmamasından dolayı değiştirilmelerini talep ediyor. Kameraları değiştirmek için gelen “teknik ekip” eskilerinin yerine yenisini takıyor ve “teknik” nedenlerle 10 günlük eski kayıtları kopyalama olanaklarının olmadığını söyleyerek kayıtları imha ediyor.

Festus Okey’in ardından misafirhanede öldürülen Polonyalı göçmenin ölümü de kamera kayıtlarında bulunmuyor. Oysa misafirhane 24 saat izleniyor. Hrant Dink’in katledildiği noktanın hemen yakınındaki banka kameralarının ise yalnızca Dink cinayetinin işlendiği güne ilişkin kayıtlarına ulaşılamıyor.

Basın emekçileri yargılanıyor!

Bütün bu anlatılanlar ışığında ve İHA, Vakit gibi kimi basın kuruluşlarının haberleri yansıtış biçimi düşünüldüğünde, çeteleşmiş sermaye devletinin bir kirli katliamı ile karşı karşıya olduğumuzu görmek güç değil. Cinayet duruşması yaklaştıkça İHA kaynaklı haberlerde avukatların hedef gösterilmesi, Vakit Gazetesi’nin en dolaysız bir biçimde cinayetin değil cinayeti işleyenlerin yargılanmasının mahkum edilmesi gerektiğini ortaya atması, bu cinayetin sahiplendiğini gözler önüne seriyor. Cinayetin devlet bağlantısı, bu bağlantının niteliği ve düzeyi halen belirsizliklerini korusa da, basın emekçilerini hedef alan hukuk terörü, bir kez daha sivil faşistler, yargı, polis ve askerin içinde yer aldığı derin bir cinayetle karşı karşıya olduğumuzu kanıtlar nitelikte.

Sanıkların telefon kayıtlarında ortaya çıkan savcı bağlantısının basında yer alması üzerine, söz konusu Kartal Savcısı Refik Hakan Başverdi, kendisi hakkında haber yapan 9 basın emekçisini şikayet etti. Haklarında soruşturma açılan basın emekçileri önümüzdeki günlerde ifade verecekler.

Sermaye düzeni bir kez daha yüzüne gözüne bulaştırdığı bir işin üzerini sansürle, baskıyla ve tehditle örtmeye çalışıyor. Ancak son yıllarda çokça olduğu gibi bu olayda da devletin, ne yaparsa yapsın, bu cinayetin gerisinde durduğunu gizleme olanağı bulunmuyor!