10 Ağustos 2007 Sayı: 2007/31(31)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sandıktan çıkan başarının ve istikrar beklentisinin sınırları
  Cumhurbaşkanı seçememe krizi sürüyor
Anayasa değişikliği tartışmaları neyi gizliyor?
Meclise kapağı atan liberal solun burjuva siyasetinde konum arayışı
Sendika bürokratları sermaye hükümetinden umutlu!
Tekstil’de grev kapıda...
  THY çalışanları kazanacak!
  Telekom işçilerinden mücadele kararlılığı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem - 1
  Bir yeni korku: Küresel ısınma ve susuzluk -
Yüksel Akkaya
  “Bilim üssü”mü, sermayenin arka bahçesi mi?
  İşgalci ordular Sudan’a gitme hazırlığına başladı!
  Ortadoğu halklarına saldırı hazırlığı
  Kasap Şaron’un hayali revaçta - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 2 - Volkan Yaraşır
  Rejim, seçimler ve AKP… - M. Can Yüce
  24-25-26 Ağustos’ta Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Nagazaki ve Hiroşima’da ölen kimdi?
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Temmuz ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Nagazaki ve Hiroşima’da ölen kimdi?

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının üzerinden tam 62 yıl geçti. Yarım yüzyılı aşkın bir sürecin geçmiş olmasına rağmen bugün hala geçmişin izlerini görmek mümkün. Geçmişi bu kadar canlı kılanın kara bir ölüm bulutu olması, 1945’te yaşanan katliamın trajik yanını derinleştiriyor. Bu katliamı hafızalarımızda canlı tutansa, Hiroşima ve Nagazaki’yi derin bir sessizliğe boğan emperyalist saldırganlığın bugün dünyanın birçok coğrafyasında halihazırda sürüyor olması.

İkinci emperyalist paylaşım savaşının son günleri… Dünya coğrafyasının birçok yerleşim yeri savaş cephesine dönüşmüş durumda. Siviller, ki bunların büyük bir kısmını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor, bir yandan silahların hedefi olmaktan kaçınırken, diğer yandan emperyalist savaşın faturasını açlık, sefalet ve insanlık dışı yaşam koşulları ile ödüyorlar. Savaşın hiçbir koşulda tarafı olmamış milyonlar hakkında süslü karargahlarda adeta hüküm veriliyor! Ve bu hükmün sonucunda bir kısım insan kurşunlarla, bombalarla vb. ölüme, bir kısım insansa emperyalist savaş koşullarında sürünerek ölmeye mahkum ediliyorlar. Ama çok açık bir gerçek var ki, emperyalist savaş makinesi kendinden başka hiçbir canlıya yaşama hakkı tanımıyor!

İkinci paylaşım savaşı dünya coğrafyasında emperyalizmin halklara kan kusturduğu ilk örnek değildi, son örnek de olmadı. Ama barbarlığın doruklara ulaştığı bu süreç emperyalizmin kendi gerçekliğinin en çıplak, en yalın haliyle açığa çıktığı örnek olarak kayıtlara geçti. İşte bu yüzden iki şehri içindeki anılar, yapılar ve en önemlisi insanlarla beraber silen atom bombasının yarattığı vahşet hatırlanmalı ve başta ABD olmak üzere emperyalistlerce yazılan bu tarih tekrar tekrar okunmalıdır! Ve işte bu yüzden katliamı belgeleyen bütün fotoğraflar, Irak’takilerle, Afganistan, Filistin, Vietnam ve dünyanın dört bir yanındakilerle yanyana konarak öfkemizi bilemek için hafızamızda saklanmalıdır!

Nagazaki ve Hiroşima’da yaşananları yeniden ve yeniden hatırlatmanın sonucu Japon bürokratlarının yaptığı gibi anmalar düzenlemek olamaz elbette. Hatırlanan emperyalizmin kanlı tarihinden bir kesit olduğu yerde, bize düşen, her gün yeni yapraklar eklenen bu kanlı tarihin yazarı emperyalist-kapitalist sistemi çöplüğe yollamak olacaktır. Aksi halde kayıplarımıza sahip çıkmak mümkün olmayacağı gibi sayıları da günbegün artacaktır.

Hiroşima ve Nagazaki’de kaybolanlar…

Emperyalist işgal süreçlerinde yaşanan kayıplardan istatistiklere yansıyanları, genelde doğruluğu şüpheli ölü-yaralılar, yıkılan evler, iktisadi kayıplar oluşturur. Oysa her emperyalist işgalin daha ağır sonuçları vardır. Emperyalistler eliyle yazılmış tarih kitaplarında bu kayıpların esamesine bile rastlanmazken, insanlık tarihi bu kayıpların yarattığı boşlukların geleceğe kazınmış izleri ile doludur!

İşte bizler de Hiroşima ve Nagazaki’de böylesine büyük kayıplar yaşadık! Ve bugün halen bu kayıpların faturasını olanca ağırlığı ile ödüyoruz.

Biz “orada” yüzlerce kardeşimizi kaybettik!

6 Ağustos 1945’de Hiroşima’da bombanın atıldığı anda ölen insanların sayısı 50 bine yakındı. 6 Ağustos’u takip eden aylar boyunca, bombanın radyoaktif etkisinin bir sonucu olarak, ölü sayısı resmi kayıtlara göre 150 bine ulaştı. Bu sayının çok çok üstünde insan sakat kaldı. Yayılan radyasyon doğal yaşamın bütün dengelerini alt üst etti. Hiroşima topraklarında uzun yıllar tek bir bitki yetişmedi ve doğan çocukların büyük çoğunluğu kanser vb. hastalıklarla karşı karşıya kaldılar.

9 Ağustos 1945’te Nagazaki’deki ölü sayısı ise ilk anda 27 bin, ardından süren radyasyonun etkisiyle 140 bini buldu. Bugün hala sözkonusu iki kentte radyasyon etkisine bağlı ölü ve sakat doğumlar yaşanıyor!

Hiroşima’da ve Nagazaki’de sağ kurtulanlar, bu kayıplarla beraber anılarını, geleceklerini, umut ve inançlarını kaybettiler. Bir patlama sesiyle beraber, taraf olmadıkları bir savaşın faturasını ödeyen “hayatta kalan kardeşlerimiz” yaşama ne ölçüde sıkı tutunurlarsa tutunsunlar, hep ama hep eksik yaşadılar. Çünkü bombanın etkisiyle tepelerine yıkılan yalnızca evleri değildi! Onların üzerilerine yığılan önü kesilmezse hepimizi soluksuz bırakacak bir kapitalizm gerçeğiydi!

Biz “orada” bilime güvenimizi kaybettik!

Hiroşima’yı ve Nagazaki’yi üç gün arayla vuran bombalar, hiç de bir ordu komutanının aklının ürünü değildi. Genelkurmay Başkanı, Savunma Bakanı veya emperyalist savaş makinesinin akla gelebilecek diğer tescilli uşakları keşfetmemişlerdi bu silahı! Bu silah düpedüz “bilim” insanlarının elinden, usundan, emeğinden çıkmıştı. Yani milyonlar bilimsel ve teknolojik gelişmenin sonuçlarını gökyüzünden yağan ölümle öğrenmişlerdi!

İşte o an biz, bilime ve bilim insanına olan güvenimizi kaybettik! Çok da yerinde bir güvensizlikti bu. Zira herşeyi/herkesi kendi hizmetine tabi kılan emperyalist-kapitalist düzen dünya kaynaklarını sömürmek, kendi sürekliliğini perçinlemek, önüne çıkan engelleri düzleyebilmek için bu alanda da bir ordu kurmuştu. 2. paylaşım savaşı gösterdi ki, kapitalist-emperyalist düzeninin adına bilim dediği şey, bir savaş silahı, bu düzenin bilim insanı ise rütbeli bir askerdi! Kapitalist-emperyalist düzenin kültürüyle yoğrulmuş bu insanlar topluluğu doğaldır ki üretkenliklerini -insanların canı pahasına- satmakta bir sakınca görmemişlerdi. Günümüzde de hala korunan bu ordu, gerek bilim olduğuna inandıkları teknolojik gelişmelere imza atarak, gerekse emperyalist işgalleri meşrulaştıran sosyal bilim tezleri ile emperyalist haydutluğun suç ortağı olmaya devam ediyorlar!

Biz “orada” ormanları, çiçekleri, hayvanları kaybettik!

Bugün küresel ısınma ile dünya kavruluyor. Doğal çevre geri dönüşsüz bir yıkımla karşı karşıya. Ve bunlar bir anda olmadı. 6 Ağustos günü Hiroşima’dan sağ kurtulanların “her yanıma iğneler battı sanki”, “Sanki gökyüzü bir anda karardı. Ve bir daha günlerce güneş doğmadı”, “dereler ve nehirler ceset kaynıyordu” sözleri katliamın sadece insanları, sadece Japonya’yı değil ama bir bütün olarak dünyayı hedef aldığının bir belgesi olarak tarihe geçmiştir. Atom bombası saldırısına maruz kalan bu iki kentte yıllarca tek bir ot, çiçek görülmemiş, bitki örtüsü tamamen ölmüştür! Bu iki kentte doğal yapının uğradığı bu yıkımın faturasını bombayı atan haydutların ülkesi ABD dahi ödemiştir, ödemektedir!

Biz orada bir tek insanlığımızı ve bilincimizi kaybetmedik!

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalarla neşemizi kaybettik belki. Belki bu güzelim dünyanın emperyalist haydutlarca istilasının sonuçlarından dolayı bir an aklımızı kaybedecek hale geldik. Ama biz orada bir tek insanlığımızı ve bilincimizi kaybetmedik! Zira insanlığını çoktan kaybetmiş emperyalist sürünün bilincimizi hedef alan saldırılarını boşa çıkartmak için katliamın fotoğraflarını hafızamızdan silmedik!

İşte bu yüzden geçtiğimiz günlerde Japon Savunma Bakanı “ABD’ye teşekkür eder” ve “atom bombalarının Japonya’yı komünizmden koruduğunu iddia ederken”, bu sistemin efendilerinden ve onun uşaklarından bir kez daha tiksindik!

Bugün biliyoruz ki, herşeyimizi kaybetsek dahi elimizde insanlığımız ve bilincimiz olduğu ölçüde, emperyalistlere diz çöktürecek esas güce sahibiz! Bugün savaş, ismi değişse dahi sürmektedir. Ve bizler emperyalistlerle giriştiğimiz bu savaşta üstün teknoloji ürünü silahlardan yoksun olsak da, yaşamı değiştirecek güçte yüreklere ve bilinç açıklığına sahibiz! Hiroşima ve Nagazaki katliamının 62. yılında kayıplarımızı, kaybetmediklerimize olan inancımızla bir kez daha anıyoruz!


Emperyalist barbarlığı yıkmadıkça Hiroşima son olmayacak!

Ya kapitalist-emperyalist barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!

Emperyalist barbarlığın doruk noktalarından Hiroşima ve Nagazaki saldırılarının 62. yıldönümündeyiz... Yüzbinin üzerinde insanın -sivil halkın- bir anda yakılıp kül edilmesi, yüzbinlercesinin takip eden yıllarda aynı bombaların etkileriyle katledilmesi, emperyalist barbarlık tarihine bir savaş suçu olarak bile kayıt düşülmedi.

Fakat insanlık tarihinin sayfalarında, emperyalist-kapitalist barbarlığın köşe taşlarından biri olarak yerini aldı. Asla unutulmadı, unutulmayacak.

Gerçi bunun için ayrıca bir çaba göstermeye de gerek yok. Çünkü emperyalizm, Hiroşimalar’ı unutturmamak için elinden geleni yapıyor. Vahşi sömürüsünü sürdürebilmek için en gaddar yöntemlerle katliamlarına devam ediyor.

Hiroşima ve Nagazaki vahşeti, ikinci paylaşım savaşının yorduğu eski emperyalist dünyanın yeni şefini ilan etmişti. Artık emperyalist barbarlığın başını ABD tutacak, emperyalist soygunun kaymağını o toplayacaktı. Nitekim, geçen 62 yıllık sürede, dünya halklarını iliğine kadar sömürmenin yöntemi olarak sürekli kan döktü. Bölgesel savaşları ya kışkırttı, ya kendisi çıkardı. Kimi ülkelerde de kanlı darbelerle başa geçirdiği kukla yönetimler aracılığıyla sürdürdü sömürüsünü.

Bugün de Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında, bölgemizde kapsamlı bir saldırı ve katliam planı uygulanıyor. Filistin’de vahşet hiç bitmiyor. Afganistan ve Irak işgal altında. Sivil halka yönelik sistemli bir katliam yaşanıyor. İç savaş kışkırtılıyor. İran ve Suriye’ye yönelik tehditler devam ediyor.

62 yıl önce Hiroşima ve Nagazaki’de, bugün Ortadoğu’da yaşananlar, emperyalizmin insanlığın başında nasıl bir bela olduğunu göstermeye fazlasıyla yetmektedir. Bu beladan bir an önce kurtulunmazsa eğer, insanlık yeni Hiroşimalar’dan da kurtulamayacaktır.

Emperyalist barbarlıktan kurtulmanın tek yolu, sermayenin sömürü iktidarını yıkmak ve işçi sınıfının sosyalist iktidarını kurmaktır. Vahşi sömürüye ve savaşlara, yeni Hiroşimalar’a ve Nagazakiler’e son vermek için, emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadeleyi yükseltmeliyiz. Filistin’deki, Irak’taki kirli savaşları durdurmanın da, yaşadığımız küreyi ısınma felaketinden kurtarmanın da tek yolu budur.

İnsanlık bir kez daha şu ikilemle karşı karşıya bulunuyor:

“Ya kapitalist barbarlık içinde çöküş ya sosyalizm!”




Karagöl’de ekolojik yıkım

Kapitalizmin doğayı yok etmesinin sonuçlarının “en sıcak” olarak yaşadığımız bir dönemden geçiyoruz. Kapitalizmin yokedici rekabeti doğal dengeyi yok ederken doğa yaşamını da yok ediyor. Bunun son örneği Artvin’de yaşanıyor. Artvin’in Murgul ilçesindeki Tiryal Dağı üzerinde 1700 rakımda bulunan Karagöl, maden arama çalışmaları nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Uzmanlar, çalışmaların durdurulmaması halinde Karagöl’ün 1 yıl içerisinde yok olacağını savunuyor.

Artvin Çoruh Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Oğuz Kurdoğlu, Karagöl’ün, kendine özgü yetişen bitkilere sahip, nadir böcekçil bitkilerin bulunduğu bir habitat olduğunu belirtti. Buna rağmen yok etme çalışmaları hız kesmeden ve umarsızca devam ediyor. Maden arayan şirketin maden aramak için henüz ruhsat almamasına rağmen kendinden emin tarzda yol açma çalışmalarına başlamış olması, sorunun “devlet büyükleri” katında da her zamanki gibi bir karşılığı olmadığını gösteriyor.

Kapitalizm tarih sahnesine çıktığı günden bugüne geçen iki yüzyıldan kısa bir süre içinde doğayı geriye dönüşü neredeyse imkansız bir şekilde yoketmeye devam ediyor. Kapitalizmin yarattığı tahribat tüm dünyayı hiçbir ayrım gözetmeksizin uçurumun eşiğine getirdi. Bunu durdurmanın tek yolu kapitalizmin yıkımına dur demekten geçiyor.


 

“Nükleer silaha ve santrale hayır!”

Bundan 62 yıl önce 15 bin ton patlayıcı gücüne sahip atom bombası Hiroşima’ya atıldı. Üç gün sonra ise Nagazaki’ye 22 bin ton patlayıcı gücünde bir bomba daha atıldı.

ABD emperyalizminin yayılmacı politikalarının sonucu yaşanan vahşette 210 bin kişi öldü, bombaların etkileri sonucu beş yıl içerisinde 350 bin kişi yaşamını yitirdi.

TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu 6 Ağustos günü Galatasaray Lisesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. “Nükleer silahlara da santrallere de hayır!/TMMOB İstanbul İKK” pankartının açıldığı eylemde basın açıklamasını Nükleer Karşıtı Platform Sözcüsü okudu. Yapılan açıklamada, emperyalist devletlerin silahlanma çalışmalarına değinilerek, nükleer lobinin pazar bulmak amacıyla nükleer santral projelerine başvurduğu söylendi.

Açıklama“Hiroşima ve Nagazaki kurbanlarını andığımız bugün, orada yüz binlerce insanın ölümüne ve canlı hayatın sona ermesine neden olan savaş ve nükleer gücün artık hayatımızda yeri olmadığını bir kez daha dile getiriyor, savaş ve nükleerden arınmış bir dünya istiyoruz” sözleriyle sona erdi.

Kızıl Bayrak/İstanbul


Üniversiteye girişte değişiklik taslağı

Bu yılın sıfırları bol ÖSS sonuçlarının ardından “ÖSS’de büyük değişiklik” arayışlarına tekrar başlandı. Bir dönemdir “olgunluk sınavı” başlığı ile gündemleşen ancak yasal bir zemine kavuşturulamamış olan üniversiteye giriş sisteminde gidilecek değişikliğe ilişkin bir taslak piyasaya sürüldü. Olgunluk sınavı tartışmalarının ilk başladığı günlerde çizilen çerçeveden belirli ölçülerde farklılıklar gösterse de, özünde yaratacağı sonuçlar itibariye hazırlanan taslak tümüyle aynı!

Milli Eğitim Bakanlığı’nın hazırladığı taslak yasalaşırsa, tüm 10, 11 ve 12’nci sınıf öğrencileri yıl sonunda merkezi sınava girecek. Performans sınavı notu, üniversiteye girişi de etkileyecek. Üniversiteye giriş puanı “yüzde 25’i performans sınavlarının sonucu, yüzde 75’i Öğrenci Seçme Sınavı’ndan (ÖSS) alınan puan” olarak hesaplanacak.

Performans sınavının sonuçları ağırlıklı orta öğretim başarı puanı yerine kullanılacak. Meslek liseleri içinse performans sınavlarında ayrı bir test daha hazırlanacak.

Öngörülen bu değişikliklerin ilk elden yaratacağı sonuçlara değinelim. Öncelikle 10. sınıfın sonunda öğrenciler ileride üniversiteye girip girememeleri konusunda belirleyici olacak bir performans ölçme sınavına tabi tutulacaklar. Bunun anlamı nedir? Lise 1’e başlayan bir öğrencinin okula kayıt yaptırdığı gün aynı zamanda dershaneye başlamak zorunda olmasıdır. Artık üniversiteyi kazanmak isteyen bir öğrenci açısından lise eğitimi boyunca dershaneye devam etmek bir zorunluluk olarak kendini dayatacaktır. Böylece dershaneler bugüne kadarki kazançlarını ikiye katlayacaktır.

Yine bu değişikliklerle beraber meslek liselilerin durumunda bir ölçüde olumluluk olarak tanımlayabileceğimiz bir değişiklik öngörülüyor olsa da, bu tasarının yasalaşması düz liseye kayıtlı öğrenciler için üniversite hayallerinin kesin olarak sona ermesidir. Meslek liselilere kendi branşlarına göre hazırlanmış ayrı bir performans sınavı yapılmasıyla, liselere kayıtlı öğrenciler açısından en azından bugüne dek ağırlıklı orta öğretim puanından ileri gelen eşitsizlik bir ölçüde ortadan kalkmış olacak. Ancak düz liseler, Anadolu liseleri, özel okullar, kolejler ve fen liselerine kayıtlı öğrencilerin performansları aynı sınav üzerinden değerlendirileceği ölçüde, bu liselerde verilen eğitimlerin “nitelik” farklılıkları ÖSS eşitsizliğinin sürekliliği anlamını taşıyor.

Tabii bir de bu sınavları, OKS’de yüzlerce teknik sorun yaratarak sınavı eline gözüne bulaştırmış, bir türlü sonuçları açıklamayı becerememiş kurumlar yapacak! Bu haliyle öngörülen tasarı ilk uygulamadan sonra -dershaneler sağladıkları ranttan kaynaklı ciddi bir basınç yaratmazsa- rafa kaldırılmak zorunda kalacak!