10 Ağustos 2007 Sayı: 2007/31(31)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sandıktan çıkan başarının ve istikrar beklentisinin sınırları
  Cumhurbaşkanı seçememe krizi sürüyor
Anayasa değişikliği tartışmaları neyi gizliyor?
Meclise kapağı atan liberal solun burjuva siyasetinde konum arayışı
Sendika bürokratları sermaye hükümetinden umutlu!
Tekstil’de grev kapıda...
  THY çalışanları kazanacak!
  Telekom işçilerinden mücadele kararlılığı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem - 1
  Bir yeni korku: Küresel ısınma ve susuzluk -
Yüksel Akkaya
  “Bilim üssü”mü, sermayenin arka bahçesi mi?
  İşgalci ordular Sudan’a gitme hazırlığına başladı!
  Ortadoğu halklarına saldırı hazırlığı
  Kasap Şaron’un hayali revaçta - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 2 - Volkan Yaraşır
  Rejim, seçimler ve AKP… - M. Can Yüce
  24-25-26 Ağustos’ta Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Nagazaki ve Hiroşima’da ölen kimdi?
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Temmuz ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

İki dönem, iki yemin!

‘90’ların başları, büyük bir devrimci yükseliş yaşayan Kürt ulusal hareketinin tepe noktasını ifade eder. Bu yıllar Türk devletinin tüm katliamlarına rağmen mücadele bayrağını yükselten bir halkın gösterdiği kahramanlıklarla doludur. Kurşunlara hedef olma pahasına kutlanan yüzbinlerce kişilik Newrozlar, Filistin’i aratmayan Serhıldanlar, gerillaların boyun eğmez mücadelesi, Türk devletinin ‘80 sonrasında belki de ilk kez bu kadar korkmasına ve saldırganlaşmasına sebep olmuştur.

PKK önderliğinde yürütülen mücadeleyi bastırmak isteyen düzen güçleri bir yandan her türlü kirli savaş yöntemlerini uygulamaya çalışırken bir yandan da karanlık toplantılarla ulusal hareketi dizginlemenin, hareketi düzen içi sınırlara çekebilmenin imkanlarını yaratmaya çalışmışlardır.

Bu dönemde Kürt orta sınıflar öncülüğünde kurulan, Kürt burjuva aydınlarının belli bir etkinliğe sahip olduğu Halkın Emek Partisi (HEP) sermaye devletine bir imkan yaratmış oldu. Herhangi bir yasal açılım şöyle dursun, Kürtçe konser düzenlemenin bile imkansız olduğu bir dönemde ulusal hareket ile bağlantılı bir yasal partiye göz yumulması, düzen cephesinden HEP’in temsil ettiği konum aracılığıyla PKK’nin etkisizleştirmesi anlamına geliyordu. Kürdistan’daki devrimci atmosfere rağmen HEP saflarında daha liberal ve uzlaşmacı bir kanat etkin olmaya başladı. Fakat ulusal hareket kısa süre içerisinde HEP içerisindeki etkinliğini arttırarak düzenin planlarını boşa düşürdü. HEP’ten özellikle batının metropollerinde faydalanılabilecek bir imkan olarak yararlanma yoluna gitti. Tabii bu süreçte HEP içerisindeki burjuva aydınlar da bu partiyi belli ölçülerde, kendi liberal platformlarını dile getirecek bir kürsü olarak kullandılar.

Mecliste Kürtçe yemin

20 Ekim 1991 genel seçimlerinde SHP ile işbirliği yapan HEP’in adayları SHP tarafından Kürdistan illerinde aday gösterildi ve seçim sonucunda SHP’den HEP çizgisinde 20’ye yakın milletvekili çıktı. 6 Kasım’da gerçekleştirilen yemin töreninde kürsüye çıkan Hatip Dicle sözlerine “Bu yemin metnini Anayasa’nın baskısı altında okuyoruz” diyerek başladı ve arkasından yemin etti. Kürsüye sarı-kırmızı-yeşil bir fularla çıkan Leyla Zana’nın ise Türkçe başladığı yemini Kürtçe sonlandırması, Kürt sorununu düzen içi sınırlara çekme umutlarını ilk adımda boşa düşürdü. Leyla Zana’nın sarfettiği Kürtçe sözler meclis tutanaklarına “Hatip tarafından bilinmeyen bir dille bir takım kelimeler ifade edildi” şeklinde geçti.

Gerisini tahmin etmek zor değil. Meclis Başkanı Ali Rıza Septioğlu’nun “Sus kız” şeklindeki “uyarısı”, sıralara vurmalar, bağırışlar... Takip eden yıllar boyunca tüm liberal açılımlara ve uzlaşmacı politikalara rağmen, Leyla Zana eksenli hakaretler, saldırılar peşlerini bırakmadı.

Düzen cephesi tarafından hedef tahtasına çakılan Leyla Zana’nın tahliyesinden sonra sarfettiği “Kürtler, Cumhuriyet’in kurucu asli unsurudurlar. Türkiye Cumhuriyeti’ni sembolize eden tüm değerlere saygılıdırlar” sözleri de onu sistemin saldırılarından kurtarmaya yetmedi. Kuşkusuz sorunun kişiler üzerinden değil çizgiler üzerinden şekillendiğini düzen cephesi de biliyor. Kürtçe yemin, yıllardır inkar ve imha politikalarının hedefi haline gelen ve yaşadığı devrimci uyanış ile özgürlük mücadelesine atılan Kürt halkının varlığının devletin sembolik yönetim organı olan mecliste dillendirilmesidir ve bu yüzden Türk devletinin kalbine saplanan zehirli bir bıçaktır. Bıçağı saplayan ise ne Kürt burjuva aydınları, ne de HEP’in orta sınıf vekilleridir. Bu güç, bir halkın mücadelesinin yarattığı devrimci rüzgardır.

Statükonun temsilcileri sonraki yıllar boyunca Türk devletinin kalbine saplanan bu bıçağı çıkarmaya çabalamışlardır. Leyla Zana’yı hedefleyen saldırılardan kirli savaşın derinleştirilmesine ve şovenizmin sürekli körüklenmesine kadar geleneksel politikadan sapmamışlardır.

İki dönem, iki vekil, iki sembol...

Bugün meclise giren DTP’li vekillerin yemin töreni öncesinde, sermaye basınının komplo teorileri üretmesi ve Kürtçe yemin korkularının ifade edilmesi, 15 yıl önce alınan darbenin acısının hala hafiflemediğini gösterdi. DTP’li vekillerin “şov yapmayacağız” benzeri açıklamaları da onları rahatlatmaya yetmedi; “yemin etmeyecekler ama fular takacaklar” gibi sözlerle şovenist atmosferi körüklemeye çalıştılar.

Oysa bu yemin töreninin adeta 15 yıl öncesinin rövanşı olarak kurgulandığı çok geçmeden farkedildi. Ahmet Türk’ün yanındaki vekillerle beraber Devlet Bahçeli’nin yanına giderek elini sıkması ve MHP’li faşistlerin de kendilerini tebessümle karşılamaları, kuşkusuz üzerine düşünülmüş bir eylemdir. Ve burada elbette sorun tek başına MHP’ye karşı tavrın kendisi değildir. Bir bütün olarak düzen cephesine, “MHP ile bile el sıkıştık, devletle mi sıkışmayacağız” mesajının verilmesidir. Sonuçta, 15 yıl önce saplanan bıçağı çıkarmak DTP’lilere düşmüş, düzen cephesi de bu ‘jest’i memnuniyetle kabullendiğini ifade etmekte gecikmemiştir.

Azgın bir şoven-gerici atmosferde parlamentoya giren Kürt vekilleri düzen güçlerine samimiyetlerini gösterme çabasındalar. Ancak akıllarından çıkarmamaları gereken temel gerçek, Türk devletinin böğründen çıkarmaya yardım ettikleri bu hançerin hedefinin Kürt halkı ve büyük fedakarlıklarla elde edilmiş politik kazanımları olacağıdır.


Yeni saldırılara karşı mücadeleye!

22 Temmuz seçimleriyle yenilenen burjuva mecliste yeni ve eski vekiller yeminlerini yaptılar. Aslında yemin etmelerine hiç gerek yok, yeminli halk düşmanı olduklarını çok iyi biliyoruz. Gene de düzen bunu hatırlatmakta yarar umuyor olmalı ki, her yenilenmenin ardından, işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt halkına karşı düşmanlık ikrarını tekrarlatıyor.

Meclis güya yenilendi ama, eskisinden temelde bir farklılık yok. Yine katillerle, hırsızlarla, yolsuzlarla doldurdular ceylan derisi koltukları.

Bir önceki meclisten tek farkı, aralarına Kürt vekillerinin de katılmış olması. Onlara karşı da, düzenle tüm barışma çabalarına karşın, tam bir tahammülsüzlük sergileniyor. Düzen medyası, generallerin yemin törenine katılmamasını, hemen meclisteki Kürt varlığına bağlıyor. Düzenin Kürt düşmanlığı en azgın biçimde düzen medyası üzerinden sürdürülüyor.

Düzen medyası üzerinden ifadelendirilen bir başka sorun alanı, çözümün seçimlerde arandığı ve seçimlerle çözülemeyen iç çatışmasıdır. Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin yaklaşım da, tepkiler de aynen -hatta, seçim sonuçları düşünüldüğünde, güçlenerek- sürmektedir. Dolayısıyla, generallerin yemin törenine katılmamasına yönelik yorumlara, “AKP’ye tepki”yi de eklemek gerekiyor.

Seçimler düzen cephesine en fazla, MHP’yi meclise sokmak ve AKP’nin oy desteğini artırmak yönlerinden bir tahkim sağlamış olabilir. Diğer yandan, eski gerilim kaynakları aynen sürdüğü, hatta DTP’lilerin eklenmesiyle arttığı gözönüne alındığında, düzen içi çatışmaların çok yakında yeniden gün yüzüne çıkmasını beklemek gerekiyor.

Meclisi yenilemesine rağmen, burjuva düzenin devam edeceği aşikar olan bu sorun alanlarının, işçi sınıfına, emekçi kitlelere ve Kürt halkına karşı saldırılarda bir zayıflık yaratacağını ise düşünmemek gerekiyor. Zira, tahkimat esas olarak bu konularda işlevli olacak ve bu konularda çatışan taraflar arasında en küçük bir fikir ayrılığı bulunmadığı biliniyor. AKP’nin en yetkili ağızları, daha yeni hükümeti kurmayı bile beklemeden, hatta daha seçimler bile yapılmadan, ilgili konularda ilgili yerlere mesajlarını vermiş bulunuyorlar. Kaldı ki, o ilgili yerlerin en etkili kapitalist örgütleri de gerekli direktifleri çoktan verdi.

Komünistler olarak, bütün bir seçim süreci boyunca, burjuva parlamentonun teşhirini, güç ve olanaklarımız ölçüsünde en yaygın biçimde yapmaya çalıştık. Bundan böyle, yenilenen meclis ve hükümetin işçi ve emekçi düşmanı özünü ortaya koymaya, sınıf ve kitleleri yeni saldırı programlarına karşı mücadeleye çağırmaya devam edeceğiz.

Çünkü sorunların çözümü mecliste, hükümette değil, devrimde ve sosyalizmdedir.