10 Ağustos 2007 Sayı: 2007/31(31)

  Kızıl Bayrak'tan
   Sandıktan çıkan başarının ve istikrar beklentisinin sınırları
  Cumhurbaşkanı seçememe krizi sürüyor
Anayasa değişikliği tartışmaları neyi gizliyor?
Meclise kapağı atan liberal solun burjuva siyasetinde konum arayışı
Sendika bürokratları sermaye hükümetinden umutlu!
Tekstil’de grev kapıda...
  THY çalışanları kazanacak!
  Telekom işçilerinden mücadele kararlılığı!
  İşçi-emekçi hareketinden...
  Seçimler ve yeni dönem - 1
  Bir yeni korku: Küresel ısınma ve susuzluk -
Yüksel Akkaya
  “Bilim üssü”mü, sermayenin arka bahçesi mi?
  İşgalci ordular Sudan’a gitme hazırlığına başladı!
  Ortadoğu halklarına saldırı hazırlığı
  Kasap Şaron’un hayali revaçta - Abu Şehmuz Demir
  Filistin, Irak ve Lübnan’da mikro ve kanton devletler kuruluyor... / 2 - Volkan Yaraşır
  Rejim, seçimler ve AKP… - M. Can Yüce
  24-25-26 Ağustos’ta Mamak 4. Kültür Sanat Festivali’nde buluşalım!
  Nagazaki ve Hiroşima’da ölen kimdi?
  Günlük Kızıl Bayrak sitesinin Temmuz ayı rakamları...
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Anayasa değişikliği tartışmaları neyi gizliyor?

Gerçek anlamda hiçbir köklü değişiklik içermeyen, bu açıdan “değişiklik” adını bile hak etmeyen, gündemdeki anayasa değişikliği paketi, yine düzen cephesinde anlamsız tartışmaların konusu yapılıyor. Tartışmalar, içerik bakımından anlamsız olmakla birlikte, elbette amaç açısından epey “derin” anlamlar taşıyor.

Yapılan tartışmalar, anlamsızlığından öte temel yanlışlar içeriyor.

Bunun en basit fakat en temel örneği, anayasanın “ideolojilerin dışında ve üstünde” olması gerektiğine yönelik çok bilimsel dilek ve temennilerdir. Güya bilim adamları politikacılara yol gösteriyor. Ancak bilim adına bilimi katletmeye çalışıyorlar.

İdeoloji, bilindiği gibi, ve hemen herşey gibi, sınıfsaldır. Kişilerin “benim dünya görüşüm” diye ifadelendirdiği de, aslında madden veya fikren ait olduğu sınıfın görüşü, yani ideolojisidir.

Anayasalar, devletlerin temel kanunları olduğu ve devletler de bir sınıfın iktidarını anlattığı oranda, anayasanın ideolojiler üstü olmasından sözetmek abesle iştigaldir. Elbette tartışmacılar arasında cahiller de bulunabilir. Ancak bu büyük cehaleti tüm tartışmacıların cahilliğiyle açıklamaya kalkmak daha büyük bir cehalet örneği olacaktır.

Özellikle profesörlerin sınıflardan, sınıf iktidarlarından, ideolojilerden vb. habersiz olduğu düşünülemez. Onlar bu tartışmalarla cehaletlerini ifşa etmiyor, sadece görevlerini ifa ediyorlar. Halkın cahilliği üzerine kumar oynuyor, sermayenin düzeninde ve devletinde, sermaye sınıfının ideolojisinden, çıkarlarından bağımsız bir anayasa olabilirmiş, yapılabilir ve uygulanabilirmiş, yanılsaması yaratmaya çalışıyorlar.

Bu da elbette anlaşılır bir şey. Çünkü burjuvazi, zor ve zorbalıkla yönettiği, büyük çoğunluğu işçi ve emekçi kitlelerden oluşan halka doğruları söyleyerek iktidarda kalamaz. Gerektiğinde bilimi katletme anlamına da gelse, düzen hizmetkarlığı dışında aslında bilimle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan sözde bilim adamları da, bu yalan ihtiyacının “bilimsel” doğrulayıcılığına soyunurlar.

Oysa anayasa ve yasalar bağlamında, liberallerin ciddi ciddi tartışması gereken daha temel konular var. Örneğin, 30 yıldan sonra hala darbe anayasası ve yasalarıyla yönetilmektedirler. Darbe kalıntısı bu faşist yasalar yüzünden başları da zaman zaman belaya girebilmektedir. Sırf konuştukları veya yazdıkları bir şeyler yüzünden yargılanabiliyor, cezalandırılabiliyorlar. Üstelik söyledikleri hiç de düzenin temellerine dokunmadığı halde. Ama, kendilerinin de ihtiyacı olduğu halde işin bu yanını unutturmaya çalışıyorlar. Çünkü bunların tartışılması başka tartışmaların da önünü açabilir. Çünkü bu konularda söylenecekler, yüzeysel bile olsa, doğruları ifade etmek zorunda.

İşçi ve emekçilere gelince; her ne kadar okulunda okumasalar da, yaşam okulu onlara anayasa ve yasaların kendilerine değil, egemen sınıf ve devletine hizmet etmek üzere yazıldığını çoktan öğrenmiş bulunuyorlar. Hatta tablo, hizmet etmenin de ötesindedir. İşçiler yasalarda yazılı haklarını kullanmaya kalktıklarında dahi -örneğin sendikalaşmak- işveren konumundaki sermayedarın saldırısına uğramakta, bu saldırıya karşı son derece haklı bir direnişe kalkıştıklarında ise sermaye devleti karşılarına kolluk güçleriyle, copu, dipçiğiyle, karakolları, nezarethaneleri, hatta hapishaneleriyle dikilmektedir. Çok açıktır ki, bu örneklerde, patron da, devlet de, yürürlükteki yasaları -kendi yasalarını- çiğnemektedir. Ama, yasa onların olduğuna göre, demek ki çiğneme hakları da bakidir.

Daha çarpıcı örnek ise meclisin durumudur. Güya yasaları yazmak, onaylamak ve uygulamak meclise ve onun bir parçası olarak hükümete aittir. Ama yıllardır, her yeni hükümet öncekinin başı dahil olmak üzere pek çok üyesini yüce meclise sevketmiş, yargı karşısına çıkarmıştır. Nedeni de, kendi yaptıkları yasaları çiğnemek suretiyle suç işlemektir.

Gerçi bu yargılamalar cezalandırmayla değil, aklamayla sonuçlandırılıyor. Ama gerçek olan şu ki, bizzat o yasaları yapanlar suç işliyor. Ya da, öncesinde suç işlemiş olanlar, dokunulmazlık zırhına büründürülmek için meclise taşınıyor.

Herşeyden önce, TC anayasasının “değiştirilemez”’ etiketli maddeleri bile burjuvazi ve ideolojisiyle ilişkisini ortaya koymaya yeterlidir. Burjuva devletin yapısı ve karakterini tanımlayan bu maddeler baki kaldığı sürece, yapılacak hiçbir değişiklik anayasanın sınıfsal/ideolojik özüne halel getiremeyecektir. Önceki ve sonrakilerle kıyaslandığında oldukça “ileri” maddelere sahip ‘60 anayasası, buna son derece uygun bir örnek olarak alınabilir. Kimi demokratik hakları tanıdığı için burjuva özüne en küçük bir halel gelmemiştir. Gene burjuva devlete ilişkin aynı tanım ve yasaklar, değiştirilemez biçimde başta yer almıştır. İkinci paylaşım savaşının ardından, emperyalist-kapitalist dünyanın sosyalizm rüzgarını kesme umuduyla ve mecburen kabullendiği “sosyal devlet” uygulamalarının Türkiye versiyonu kabul edebileceğimiz ‘60 anayasası da sermaye sınıfının ihtiyaç ve yönelimlerini yansıtmıştır. Yani onun ideolojisinin bir ürünüdür.

Şimdi rüzgar tersten esiyor. Artık “sosyal devlet”e ihtiyaçları kalmadığını düşünüyorlar. Dolayısıyla, “en demokratik” geçinen, hatta bu konuda beşiklik payesini paylaşamayan burjuva devletler dahi, anayasa ve yasalarından her türden demokratik hak ve özgürlüğü temizlemeye çalışıyor.

Türkiye’de yıllardır, AB’ye uyum paketi adı altında gerçekleştirilen yasa değişikliklerinde de aynı amaç, aynı niyet görülmüş bulunuyor. Yapılan her değişiklikle kazanılmış birçok hak gaspedilmiş bulunuyor. Anayasa için düşünülen değişikliklerin daha farklı olması elbette beklenemez. Tabii, faşist bir metinde kaldırılabilecek bir hak kırıntısı bulurlarsa.

Bu nedenle, değişikliğe ilişkin bu gibi konulardan ziyade, Cumhurbaşkanlığı seçimi başta olmak üzere, devletin kendi iç işleyişine ilişkin konular gündemdedir. Elbette daha rahat bir işleyiş sağlamak amacıyla gündeme alınmıştır. Her değişiklikle olduğu gibi, anayasa değişiklik paketiyle de devlet mekanizmasında yeni bir düzenlemeye gidilmek istenmektedir. Tam da bu noktada yine devlet içindeki meşum çatışma meselesi devreye girmektedir. Hükümetin hazırladığı paket, sermayenin ihtiyaçları çerçevesinde ordunun siyasal yaşamdaki ağırlığını sınırlama eğilimine yanıt verdiği ve AKP’nin devlet içindeki konumunu güçlendirmeyi amaçladığı içindir ki, özellikle generaller tarafından onaylanmamaktadır.

Nasıl ki seçimler devlet içindeki çekişmeleri sona erdiremedi, sorunlarına çözüm olamadıysa, anayasada yapılacak değişiklikler de çözüm olmayacak, tersine, yeni bir problem kaynağına dönüşecektir.



İHD: Polis işkenceye devam ediyor!

İHD Genel Başkanı Reyhan Yalçındağ, 6 Ağustos günü polisin son süreçte gerçekleştirdiği saldırılarla ilgili bir basın açıklaması gerçekleştirdi.

Son günlerde kolluk güçleri, Polis Selahiyetleri Kanunu’na da dayanarak sokak ortasında işkence yapıyor, insanları katlediyor. Geçtiğimiz günlerde Avukat Muamer Öz’ün kendisine kimlik soran polisler tarafından sokak ortasında işkenceye uğraması, Alanya’da hırsızlık yaptığı gerekçesiyle “dur” ihtarına uymadığı iddia edilen 4 çocuk annesi Narin Böyür’ün polislerin açtığı ateş sonucu yaşamını yitirmesi, Gaziantep’te hırsızlık iddiasıyla bir evde yakalanan iki kişinin öldüresiye dövülmesi sadece birkaç örnek...

Son gelişmeler üzerine İHD tarafından yapılan açıklamada şunlar söylendi: “Yaşam hakkı ve işkence yasağının bu kadar pervasızca ihlal edilmesinde mevcut yasaların olduğu kadar idari ve adli pratiklerin de rolü vardır. 12 yaşındaki çocuk bedenine sıkılan 13 kurşunla yaşam hakkı çalınan Uğur Kaymaz vakasında olduğu gibi, failler korunduğu ve hak ettikleri cezaya çarptırılmadıkları sürece benzer ihlallerin yaşanmasından kaygı duymaktayız.”