20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçim sonuçları üzerine
  Seçimler tamam, saldırıya devam!
İşbirlikçi asalaklar seçim sonuçlarından memnun!
Huzurumuz huzursuzluğunuz olacak!
Sermayenin ücret politikası...
Sınıf hareketinden...
  Özelleştirme mi yıkım mı?* - Yüksel Akkaya
  22 Temmuz seçimlerinin ardından
  BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  BDSP’nin seçim şenliklerinden...
  Siyonistler Filistin’deki çatışmayı derinleştirmek için kolları sıvadı!
  Dünyadan...
  Bodrum’da rant yangınları
  Vedat Demircioğlu’nu saygıyla anıyoruz!
  Halkın parlamenter avanaklığı ve sınıfsal kutuplaşmanın zorunluluğu - A. H. Yalaz
  Binali Soydan’la dayanışmaya eylemlerinden...
  Seçim sonuçları üzerine M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim sonuçları üzerine

M. Can Yüce

22 Temmuz seçimleri AKP’nin beklenmedik başarısıyla sonuçlandı. AKP 2002 seçimlerine göre oylarını yüzde 13-14 oranında artırdı. MHP, arkasına aldığı ırkçı-şoven rüzgarla mecliste 72 kişiyle bir grup oluşturmayı başardı. CHP, 27 Nisan muhtırasının estirdiği havaya, Cumhuriyet mitinglerine rağmen oylarını artırmayı başaramadı. Yapılan ilk değerlendirmeler, seçimlerin en büyük yenilgisinin CHP tarafından alındığı yönündedir. DTP’nin desteklediği “Bin umut adayları” ise bir grup oluşturacak bir sayıyı meclise göndermelerine rağmen, geçmişte HADEP’in aldığı oylara göre oylarında gözle görülür bir düşüşün olduğu görülmüştür.

22 Temmuz seçimlerinin bu genel sonuçlarını nasıl okumak, nasıl değerlendirmek gerekir? Bu sonuçlara içerilen mesajlar nelerdir? Kürdistan’daki oy dağılımı, İmralı-DTP eksenindeki çizginin gerileyişi hakkında birkaç söz söylemenin gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Egemenler cephesindeki çekişmenin Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinde büyüdüğü, ciddi bir krize yol açtığı biliniyor. 27 Nisan muhtırası, Anayasa Mahkemesi’nin kararı, AKP adayının seçilememesi, Cumhurbaşkanın seçilememesi, işte 22 Temmuz seçimleri de bu gerilimin ve gelişmelerin bir sonucu olarak gündeme geldi. Bu seçimler bu anılan gerilim ve krize çözüm olabildi mi, yoksa krize yeni halkalar mı ekledi? Daha da önemlisi egemenler cephesinde bundan sonra ne gibi çatışma noktaları gündeme gelecek, “it dalaşı”nın seyri nasıl olabilir?

Yapılan ilk değerlendirmelerde, AKP’nin başarısı, “Bu da halkın muhtırası” biçiminde ortaya konuldu. AKP lideri T. Erdoğan ise, seçim sonrası yaptığı ilk açıklamada, daha yumuşak, “kucaklayıcı” ve “uzlaşıcı” bir üslup kullanmayı tercih etti. Bu, belki de elini güçlendirmiş bir taraf olarak “rakiplerini” daha uygun bir zeminde uzlaşmaya çekme taktiği olarak değerlendirilebilir. Ama tüm bu oy potansiyeline rağmen Türkiye’de gerçek politik gücün ne ve nereden geçtiğini bilen T. Erdoğan’ın cepheden bir savaştan çok “uzlaşma” çizgisini daha akılcı gördüğü anlaşılıyor.

Hiç kuşkusuz 22 Temmuz seçimleri, egemenler cephesindeki krize tam anlamıyla çözüm getirmemiş, bunu yeni bir düzeye, yeni bir zemine taşımıştır. Bunun bir sonucu olarak “iç çatışmanın” araçları ve yöntemlerinin de bu yeni duruma göre biçimleneceği çok açıktır.

Seçim sonuçları, başka bir ifadeyle AKP’nin başarısı, ordu, daha özel olarak 27 Nisan muhtırası açısından bir hezimet mi? Bu soruya olumlu yanıt verenler çoğunluktadır. Yüzeysel bir bakışla bu böyledir. Ancak daha derinlere ve TC’deki iktidar ilişkilerinin kurumlaşmış yapısına bakıldığında bu “hezimetin” görece ve stratejik bir değer ifade etmediği anlaşılacaktır. Yapılan anketlerde Türk ordusunu en “güvenilir” kurum olarak değerlendiren “Türkiye seçmeni”, Cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP’nin “mağduriyetine” destek vermiştir. Ordunun müdahalesine karşı belli bir duruşu ve görüşü olan kesimler AKP’yi desteklemişlerdir. Daha önce yapılan anketlerin sonuçları ile seçim sonuçları karşılaştırıldığında bu destek açık görülüyor. Yani AKP oylarını 27 Nisan muhtırasından sonra artırmıştır. Kuşkusuz bu bir tepkidir, tepkinin sandığa yansımasıdır. Ama bunu orduya ve darbeci yaklaşımlarına karşı kararlı bir duruş olarak değerlendirmek mümkün mü? Tepkisini belki sandığa yansıtır, ama somut bir darbe girişimi ve eylemi karşısında açık tavra dönüştürmeyeceği de çok açıktır. Menderes, milyonların oyunu almıştı, Demirel, Erbakan da milyonların oyunu almışlardı. Ama karşılaştıkları askeri darbeler karşısında bu milyonların kılı kıpırdamış mıydı? Bugün Erdoğan da milyonların oyunu almıştır. Bir darbeyle karşılaştığında bu milyonların oyu politik bir değer ifade edebilir mi?

Bu soruların yanıtları objektif verildiğinde, ordu için yapılan “hezimet” veya “halkın muhtırası” gibi değerlendirmelerin çok yüzeysel ve gerçekliğin bütününü kavramaktan uzak olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır. Dolayısıyla bu seçimleri ordu ile AKP veya gerçek iktidar gücü ile AKP arasında bir “muharebe” olarak tanımlamak doğru değildir. Erdoğan da yaptığı ilk açıklamada ve bu açıklamanın satır aralarında devletin resmi çizgisinden şaşmayacağı mesajını vermiştir.

Türkiye’de siyaset kurumu ile gerçek iktidar kurumlaşması arasındaki ilişkiyi doğru anlamak, elbette aralarında beliren çatışma noktalarını da doğru kavramak gerekir. Yoksa seçimlere, sonuçlarına bakarak olmadık sonuçlar çıkarmak aldatıcı olur. Siyaset kurumunun kimler, hangi “aktörler” eliyle kullanılacağı sorusu bu seçimde yanıtını bulmuştur. Belli ki AKP meclisi ve hükümeti kontrol edecek, bu çerçevede bir işlev görecektir. Ama bu AKP’nin tam anlamıyla iktidar olacağı anlamına gelmeyecektir.

AKP’nin seçimde oylarını belirgin bir biçimde artırması başka bir araştırma ve tartışmanın konusudur. Ancak ilk planda şunlar söylenebilir: Açık ki AKP ABD’nin, AB’nin ve büyük sermayenin, tekellerin desteğini arkasına almıştır, bunu çok etkili bir biçimde kullanmıştır. Tekelci medyanın çizgisi bunun açık göstergesidir. Öte yandan, CHP izlediği çizgiyle resmi çizginin açık sözcülüğünü yapmış, ırkçı-şovenizm bayraktarlığını yapmış olmasına rağmen Cumhuriyet mitinglerinin rüzgarını oya tahvil etmeyi başaramamıştır. Yeniden şahlandırılan ırkçı şoven dalga, daha çok MHP’nin yelkenlerini şişirmiştir. Aslında bütün partiler bu alanda birbiriyle yarışmış, birbirlerinden geri kalmamaya özen göstermişlerdir. Dolayısıyla ırkçı şoven dalgalandırmalarla, Kürt düşmanlığıyla “muhalefet seçeneği” olunamıyor. Belli ki 2002’de çöken Türk siyaset kurumunun “muhalefet” kanadının boşluğu devam ediyor. CHP, DP, GP ve diğerleri bu boşluğu dolduramadılar. Bu boşluk AKP’nin başarısını koşullayan önemli etkenlerden biri… Aynı boşluk Kürdistan’da ve metropollerdeki Kürtler açısından da geçerlidir.

Devletle bütünleşme, kendisini devlete kabul ettirme çizgisi olan İmralı partisi ve onun eksenindeki DTP, yıllardır, deyim mazur görülsün, “cepten” yiyor. Yani yılların devrimci birikimi, Kürdistan devrimci dinamiğinin kendisi kullanıla kullanıla bu noktaya getirildi. Her seçimde hızlı gerileme yaşanıyor. Neden? Önemli bir belediye gücü elinizde, karşınızda politik güç anlamında “muhalif seçenek” yok! Bir bakıma “politik iktidar elinizde” ve bu tartışmasız bir tabu haline getirildi. Ama her seçimde oylarınız gözle görülür bir biçimde düşüyor. AKP, Kürdistan illerinde ortalama olarak yüzde 40-50’lere varan bir oy oranı yakaladı. Neden? Oysa AKP de “Tek bayrak, tek, dil, tek millet, tek devlet” sloganını her fırsatta dillendiriyor. Resmi çizgi konusunda kendisini devlete kanıtlamak için herşeyi yapmaya hazır olduğunu vurguluyor. Ama buna rağmen AKP oylarını katlayarak artırıyor. Buna neden olan etkenlere cevap vermek durumundasınız!

Kuşkusuz devletle bütünleşme, devlete hizmet ve tasfiye çizgisi halkımızın bilincini ve devrimci reflekslerini baltalıyor. Kabul etmek gerekir ki, tasfiye çizgisi hatırı sayılır bir yol katetmiştir. “Bin umut” adaylarına oy verenlerin düşünsel ve ruhsal yapıları tartışılmaya değerdir. “Bin umut” adaylarına oy verenler, bir ikilem içinde olmuşlardır. Bir yandan kendi kimliğine sahip çıkma zorunluluğu, bir yandan “Türkiye’ye sözümüz var” diyerek Aysel Tuğluk ağzından kendini devlete pazarlayan çizgiye karşı içten içe duyulan tepki ikilemidir bu. Bu ikilemi aşanlar ya oylarını AKP’ye vermişlerdir, ya da oy kullanmamışlardır. Ama anlaşılan o ki, devlet olanaklarını kullanan, halkın ağzına bir parmak bal çalan, kömür dağıtımı gibi, AKP’ye önemli bir yönelim olmuştur! Bu, İmralı çizgisi, onun eksenindeki DTP için tam anlamıyla bir yenilgidir. Mecliste bir grup kuracak kadar milletvekili seçtirmiş olmalarına rağmen bu, yine böyledir.

Açık ki kendini devlete pazarlama ve kabul ettirme çizgisinin geleceği yoktur. Kürtleri bu düzene, bu sisteme ve siyaset kurumuna sığdırmanın olanağı yoktur. Bu devlet, bu sistem ve siyaset kurumu, Kürtler’in inkarı ve imhası üzerine kuruludur; bu kuruluş TC açısından herhangi bir özellik değil, varoluş özelliğidir! Kendisine “Resmi çizgi dışı bir duruş” atfedilen AKP lideri Erdoğan’ın seçimler sonrasında yaptığı ilk konuşmada sözlerini “Tek devlet, tek dil, tek vatan, tek bayrak” sloganıyla tamamlaması bu anılan varoluş özelliğinin bir kez daha dışavurumundan başka bir şey değildir!

Eğer Kürdistan’da bu resmi çizgiye bir yönelim varsa bu, İmralı teslimiyetinin “başarısı” değilse nedir?

24 Temmuz ‘07