20 Temmuz 2007 Sayı: 2007/28(28)

  Kızıl Bayrak'tan
   Seçim sonuçları üzerine
  Seçimler tamam, saldırıya devam!
İşbirlikçi asalaklar seçim sonuçlarından memnun!
Huzurumuz huzursuzluğunuz olacak!
Sermayenin ücret politikası...
Sınıf hareketinden...
  Özelleştirme mi yıkım mı?* - Yüksel Akkaya
  22 Temmuz seçimlerinin ardından
  BDSP’nin seçim faaliyetinden...
  BDSP’nin seçim şenliklerinden...
  Siyonistler Filistin’deki çatışmayı derinleştirmek için kolları sıvadı!
  Dünyadan...
  Bodrum’da rant yangınları
  Vedat Demircioğlu’nu saygıyla anıyoruz!
  Halkın parlamenter avanaklığı ve
sınıfsal kutuplaşmanın zorunluluğu
A. H. Yalaz
  Binali Soydan’la dayanışmaya eylemlerinden...
  Seçim sonuçları üzerine M. Can Yüce
  Mücadele Postası.
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Seçim sonuçları üzerine

Cumhurbaşkanlığı üzerinden derinleşen siyasal kriz 22 Temmuz erken seçimleriyle sonuçlandı. Ana taraflarını AKP ve ordu merkezli kampın oluşturduğu seçimleri AKP kazandı. Dahası AKP, bu sonuca, oylarını yükselterek ulaştı. Her ne kadar MHP seçimlerde oylarını artırmış da olsa, AKP karşısında ordu bayrağı altında mevzilenen CHP ve MHP açısından seçimler bir hezimet oldu. AKP’nin başarısıyla birlikte seçimlerin en önemli sonuçlarından biri de, DTP’nin bağımsız adaylarının mecliste grup kuracak sayıda milletvekili çıkarması oldu. Bu önümüzdeki dönemde Kürt sorununun siyasal gündemde tutacağı yere ilişkin önemli bir veri olduğu gibi, düzen açısından önemli bir kriz dinamiği demektir.

Bilindiği üzere seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri üzerinden yaşanan krize çözüm yolu olarak gündeme getirilmişti. AKP’nin meclis çoğunluğuna dayanarak Cumhurbaşkanı’nı kendi inisiyatifiyle belirleme isteği karşısında, ordu, bir gece yarısı yayınladığı muhtıra ile müdahalede bulunmuştu. Ordu böylelikle kurucusu ve kollayıcısı olduğu siyasi düzene islami gelenekten gelen bir partinin rengini vermesinin önüne geçmeyi hedeflemekteydi. Sonuçta ordu bu girişiminde, devlet mekanizması içerisindeki etkinliğine de dayanarak başarılı oldu. AKP’nin Cumhurbaşkanı’nı seçmesi engellendi. Fakat bu durum rejimi bir kriz haliyle yüzyüze bıraktı ve erken seçim kaçınılmaz oldu. Açıktan taraf olduğu seçimlerde ordu, AKP karşısında CHP’yi ve CHP’nin tek başına AKP’yi dengeleyecek bir güç olamadığı bir durumda MHP’yi destekledi. Ordunun bu tutumu sivil bir takım uzantıları tarafından açıkça ortaya konularak, halktan “Cumhuriyeti savunmak” adı altında bu partilerden birine destek vermeleri istendi. Böylelikle AKP karşısında bir ağırlık merkezi oluşturularak kendi tercihlerini uygulatma imkanına sahip olmayı umuyorlardı. Fakat seçim sonucunda ortaya çıkan tablo tüm bu hesapları boşa çıkardı. AKP ezici bir üstünlükle meclis çoğunluğunu korurken, her ne kadar Cumhurbaşkanlığı için gereken 367 milletvekili sayısına ulaşamasa da konumunu sağlamlaştırmış oldu.

Fakat en önemlisi ordu merkezli cephenin seçim sonuçlarıyla birlikte siyasi ve moral açıdan yenilgi almış olmasıdır. Bu durum Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de aşan bir takım önemli sonuçlar yaratabilir. Bu sonuçlardan en önemlisi, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin AKP eliyle yürütmek istediği Güney Kürdistan ve Kürt sorunu, AB, Kıbrıs sorunu vb. politikaların önünde kurulu düzende sahip olduğu ayrıcalıkları yitirmemek kaygısı ile ayak direyen ordunun bu direncini büyük ölçüde zayıflatılabilecek olmasıdır. Bu durum, ordunun düzene bekçilikle yetinmesini isteyen egemen sınıflar için önemli siyasi ve moral koşulların bu seçimler yoluyla şimdilik sağlanmış olduğunu anlatmaktadır. Bu, ordunun çok daha pazarlıksız biçimde egemen sınıfların, emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin hizmetine koşturulması anlamına gelmektedir. Diğer taraftan da AKP elde ettiği bu sonuçlara dayanarak bugüne kadar emperyalizme ve işbirlikçilerine verdiği hizmeti çok daha büyük bir pervasızlıkla yerine getirmeye devam edecektir. Emperyalistler ve tekelci burjuvazi cephesinden AKP’nin seçim başarısı karşısında gösterilen coşkulu sevinç esasta buradan kaynaklanmaktadır.

AKP, 2001’de yaşanan ekonomik krizin ağır yıkım ortamından sonra hükümete geldi. Hükümet olduğu dönem boyunca emperyalistlerin ve sermayenin tam desteğini arkasına aldı. Uyguladığı sosyal yıkım programı işçi ve emekçilerin çalışma ve yaşama koşullarında ağır bir yıkım yaratsa da, ekonominin büyümesi ve göreceli bir istikrar kazanması, emekçi kitlelerin bilincinde AKP’ye yönelik beklentileri canlı tuttu. AKP’nin pervasızca uyguladığı İMF-TÜSİAD sosyal yıkım saldırılarının sonuçları henüz yeterince açığa çıkmadı. Bu anlamda AKP hükümeti henüz kitleler nezdinde yeterince teşhir olmadı, yıpranmadı. Tüm bunlara sermaye cephesinin çok yönlü desteğini, kitlelerin bilincinde yarattığı manipülasyonu ekleyebiliriz. Ayrıca “demokrasi” savunucusu ve ordu merkezli cephenin şoven propagandası ile birlikte “Kürt dostu” olarak görülmesi nedeniyle de Kürt illerinden büyük bir oy desteği de kazanmış oldu.

Belirtmek gerekir ki, AKP’nin seçim başarısında mevcut siyasi kutuplaşmanın etkisi de küçümsenemez. Zira böylelikle kitlelerin AKP’yi seçiminde onun ekonomik ve sosyal politikalarından ziyade Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki siyasi mağduriyeti ve bu mağduriyeti yaratan güçlere yönelik tepki belirleyici oldu. İşte bu durum ekonomik ve sosyal planda ne denli kötü koşullarda yaşıyor olurlarsa olsunlar işçi ve emekçi yığınları AKP’ye oy vermeye götüren koşulları kolaylaştırdı.

Tüm bunlara AKP’nin karşısında emekçi kesimlerin taleplerini ifade eden, kitlelere güven veren bir alternatifin olmamasını ekleyebiliriz. Tüm bunların kendisi AKP’nin seçimlerden zaferle çıkmasını sağladı.

Seçimlerin kaybeden tarafı olan ve bu sonucun faturasını ödemekle mükellef tutulan CHP ise tümüyle orduya dayanarak yürüttüğü şeriat korkusuna dayalı kof laiklik bayraktarlığı ile birlikte, şoven-milliyetçiliği körükleme yolunu tutmuştu. Seçim sonuçları bu eksendeki politikanın, öncelikle toplum düzeyindeki etkisinin sınırlarını göstermiştir. İkincisi şoven-milliyetçiliğin ana partisi MHP dururken estirilen gerici hava CHP’ye değil de MHP’ye yaramıştır. Bundan dolayı CHP’nin oylarında bir-iki puanlık bir artış dışında herhangi bir ilerleme olmamıştır. Bu sonuç ordunun siyasi uzantısı olmak dışında bir siyasi duruşa ve çizgiyi sahip olmayan CHP açısından tam anlamıyla bir hezimet olmuştur. Bundan böyle düzenin egemen güçlerinin CHP’nin çürümüş kumaşından bir elbise çıkarmak amacıyla 3 Kasım seçimlerinden sonra başlattıkları operasyonların yoğunlaşmasına tanık olunacaktır. Bununla birlikte bu yöndeki çabaların CHP dışındaki mecralarda da yoğunlaştırılacağını söyleyebiliriz.

Seçim sonuçlarıyla birlikte ortaya çıkan en önemli olgulardan biri de, bağımsız adaylarla seçimlere giren DTP’nin mecliste grup kuracak sayıda milletvekili çıkarmış olmasıdır. Bununla birlikte belirtilmelidir ki, AKP’nin Kürt illerindeki seçim başarısı, liberal bir demokrasicilik ile birlikte Kürt sorununda kırıntılar elde etmeye endeksli siyasi çizginin Kürt halkının siyasal, sosyal ve sınıfsal arayışlarına yanıt veremediğini de göstermiştir. Bu bir yana bırakılırsa DTP’nin meclisteki varlığı Kürt sorununun ülke gündeminde çok daha belirleyici bir yer tutacağı bir döneme girildiğinin göstergesidir. DTP’nin varlığı karşısında sermaye iktidarının önünde iki seçenek duruyor, ya DTP’yi kabul edilebilir sınırlar içerisinde tutarak Kürt halkının devrimci enerjisini kontrol edebilmenin bir imkanı haline getirmek, ya da DTP’yi parlamentonun dışına itecek bir politikaya başvurmak. Düzen güçleri bugünlerde bu iki yolu, DTP’nin önüne koyarak onun tutumunu bugünden şekillendirmeye çalışmaktadırlar. Fakat DTP’nin izleyeceği siyasi çizgi, onun iradesini fazlasıyla aşmaktadır. Zira Kürt sorununun siyasal ve tarihsel muhtevası ile uluslararası niteliği, bu açıdan yaşanacak gelişmeleri ne sermaye iktidarının ne de DTP’nin iradesine bırakacaktır.

Seçimlerle birlikte içerisine girilen dönem, düzen açısından şeriat-laiklik sahte kutuplaşmasına dayalı kıskacın yarattığı imkanları daraltmaktadır. Zira, AKP’nin aldığı yüksek oy oranıyla birlikte Amerikan emperyalizmi ve tekelci burjuvazinin hizmetinde çok daha etkin ve engelsizce çalışacağı bir dönem olacaktır bu. Bundan dolayı, bugün hala da AKP’ye yönelik bir takım beklentiler içerisinde olan işçi ve emekçi kitleler hızla bu partinin etkisinden kurtulacak ve yeni arayışlar içerisine gireceklerdir. Bununla birlikte, unutulmamalıdır ki işçi sınıfı ve emekçilerin biriktirdikleri hoşnutsuzluklar sosyal ve siyasal planda düzene yönelen bir mücadele mecrasına taşınamazsa egemenler bu hoşnutsuzlukları yolundan saptıracak yeteneğe ve deneyime sahiptir. Bu zaten, seçim sürecinin gösterdiği en önemli olgulardan birisidir.

Bu durum mevcut siyasi tabloda, işçi sınıfı ve emekçilerin düzenden ve onun siyasi platformundan kopamamaları gerçeğini anlatmaktadır. Eğer devrimci sınıf çizgisi, düzen karşısında işçi sınıfı ve emekçilerin altında toplandığı bir ağırlık merkezi olarak çıksaydı, düzenin ve düzen partilerinin seçim oyunu bozulmuş olurdu. Fakat bu sorun, seçim dönemine özgü değil, genel olarak ülkedeki sınıflar mücadelesinin mevcut düzeyi ile ilgili bir olgudur. İşçi sınıfı toplum düzeyinde bağımsız bir sınıf olarak hareket edecek düzeyden yoksundur. Elbette çözümde sınıf hareketinin mücadele güç ve kapasitesinin arttırılmasına, bu yönde yürütülen gündelik devrimci faaliyetin büyük bir ısrar ve sebatla sürdürülmesine bağlıdır. Bununla birlikte tarihsel bir ölçekten bakıldığında yapısal bir kriz içerisinde bulunan kapitalist düzenin ve partilerinin bir proleter devrim yoluyla tarihin çöplüğüne atılacağı kesindir.