29 Eylül 2006 Sayı: 2006/38 (38)
  Kızıl Bayrak'tan
   İnsanlığın geleceğini
emperyalist barbarlık değil, sosyalizm
temsil etmektedir!
  Ekonomik kriz beklentisi ve kan pazarlığı
  Sendika bürokratları da çelişkilerin üstünü din ile örtmeye çalışıyor
  Devlet kamu emekçileriyle alay ediyor
  Yardım rezaletlerine son! Herkese iş, tüm
çalışanlara iş güvencesi!
Eylem ve etkinliklerden
Eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumu
giderek kötüleşiyor!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
AB'nin yolları taştan, sosyal şart sen
çıkaramadın beni baştan!/ Yüksel Akkaya
"Günümüz üretim ilişkilerinin eleştirel
marksist perspektiften değerlendirilmesi"
sempozyumu
 Metal TİS'lerinde 3. tur görüşmeler tamamlandı.. Kazanmak için “müzakere” değil militan mücadele! / Orta sayfa
  Gençlik emperyalist işgale ve ticari eğitime geçit vermeyecek!
  Geleceğimizi mücadeleyle kazanacağız!
  Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden mektup
  Devlet terörü ülke çapında sürüyor!.
Saldırılara karşı birleşik direniş ve devrimci dayanışma!
  Beyrut mitingi: Emperyalizme, siyonizme
ve işbirlikçilerine meydan okundu
  İsviçre'de ırkçılık yasallaştı!
  Taylandída generaller 20. kez darbeyle
yönetime el koydu
  “Koordinatörlük” ve boş hayaller
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Tayland'da generaller 20. kez darbeyle yönetime el koydu

ABD ordusuyla sıkı ilişkiler içinde bulunan Taylandlı generaller askeri bir darbeyle yönetime el koydu. Darbe, Başbakan Thaksin Shinawatra'nın BM Genel Kurulu için New York'ta bulunduğu sırada gerçekleştirildi. Askeri cunta ilk adımda meclisi ve senatoyu lağvetti; anayasa mahkemesini askıya aldı; anayasayı yürürlükten kaldırdı; sıkıyönetim ilan etti; bankaları, okulları, devlet dairelerini bir günlüğüne tatil etti; toplantı ve gösteri yasağı getirdi; medyaya sansür koyduÖ

Bu darbe ile Tayland ordusu, son 70 yılda 20. kez silah zoruyla yönetime el koymuş oldu. Karşı darbeler ve darbe girişimleri ise bu sayıya dahil değil! Ülke yönetiminde Ortaçağ kalıntısı monarşinin halen etkili olduğu Tayland'da kral generallerle birlikte hareket ediyor. Nitekim generaller darbe sonrası krala sadık olduklarını bildirirken, kral da darbeye onay verdiğini açıkladı.

Darbeciler imaj îdüzeltme derdine düştü

Darbe ile tüm yasa ve kuralların silahlı zor aygıtı tarafından belirlenmeye başladığı Tayland'da, generallerin yayınladığı özel kararname ile askerlere “gülümseme” emri verildi. Böylece askeri darbe ülkenin “güler yüzlü” imajını bozmamış olacak. Darbeci generaller, moda okullarının kız öğrencileri ile “top model”lerin askerlerle birlikte tankların önünde fotoğraf çektirme seferberliği de başlattı.

Ordu radyosundan yapılan yayınlarda, başkent Bangkok'un bütün önemli noktalarında konuşlanan askerlere özellikle kendileriyle fotoğraf çektirmek isteyenlere ve çocuklara “kibar” davranmaları gerektiği hatırlatılıyor. Tüm demokratik hakların silah zoruyla gaspedildiği, 5 kişinin biraraya gelmesinin bile yasaklandığı ülkede, kentleri işgal eden askerlerin sırıtmalarıyla, güya cuntanın “imajı” düzeltilecek.

Darbe şefi general daha birkaç ay önce, “Darbeler dönemi geçmişte kaldı. Siyasal sorunları politikacılar çözmeli. Tayland silahlı kuvvetleri olarak anayasal düzene yürekten bağlıyız” diyordu. Oysa son yıllarda Asya'nın “önde gelen demokrasilerinden biri” olarak gösterilen Tayland'da yönetimi gaspeden ordunun başında da aynı general bulunuyor. Bu kaba tutarsızlığın farkında olan cunta şefi, iki hafta içinde “sivil” bir başbakan atayacağını ilan etti. Buna göre Amerikancı generallerin Tayland'a “sivil” başbakan atamasıyla askeri yönetim “sivilleşmiş” olacak.

Düşkünleşmenin göstergesi “Amerikancılık yarışı”

Bağımlı ülkelerdeki yozlaşmış gerici yönetimler artık hemen her konuda iradelerini emperyalistlere teslim ediyorlar. Bu uşaklık hali öyle bir noktaya varıyor ki, bir ülkedeki egemen sınıflar arası çatışmada üstün gelmek için emperyalist merkezlerden gelecek desteğin özel bir rolü oluyor. Yakın zamanda Türk egemen sınıfları arasındaki çatışmanın dışavurumu olan AKP ile ordu şefleri arasında çekişmede de aynı koşul geçerliydi. Hem AKP hem de generaller, Amerikancılıkta birbiriyle yarışa girdi. Emperyalist savaşa katılmanın ilanı olan tezkereye her iki taraf tam destek vererek Washington'ın “takdirini” aldı.

Tayland egemen sınıfları ile onlar adına hareket eden askeri, siyasi, bürokratik ve diğer aygıtların başında bulunanların tümü Amerikancıdır. Darbeyi yapan generaller ABD ordusuyla sıkı bağlar içindeyken, devrilen başbakan da Amerikan tezgahlarında dizayn edilmiş eski bir polis şefidir. Her iki taraf da Beyaz Saray'a sadakat içindedir. Nitekim “demokrasi” ihraç eden Bush liderliğindeki savaş kundakçıları, söylemde bile, cuntaya karşı olumsuz ifadelerden kaçındılar. Oysa devrilen başbakan, ABD emperyalizminin “terörle mücadele” saldırısının baş destekçilerinden biriydi. Darbe buna rağmen savaş kundakçılarını kaygılandırmadığına göre, gelenlerin gideni aratmayacağına dair güvence almış olmalılar.

Hem devrilen başbakanın hem de darbeci generallerin Amerikancı olması, bu çatışmanın esas olarak egemen sınıflar arasında cereyan ettiğini gösteriyor. Fakat bu durum, cuntanın ilerici güçler, işçi sınıfı, emekçiler ve ayrımcı uygulamalara maruz kalan Müslümanlar üzerindeki baskının artacağı gerçeğini değiştirmiyor. Nitekim sıkıyönetimle daha ilk günden bütün demokratik haklar fiilen gaspedilmiştir.

Devrilen hükümetin başı, Amerikancılığının yanısıra ülkenin en büyük kapitalistlerinden biri olmasına rağmen, cuntacılardan farklı uygulamaları vardı. Sosyal harcamalara önem veren devrik başbakan döneminde, kent ve kır yoksullarının yaşam standartlarında, kısmen de olsa bir iyileşme olmuştu. Bundan dolayı seçimlerde yüksek oy alan Thaksin Shinawatra, ancak generaller, kral ve Tayland burjuvazisinin bir kesiminin planladığı darbe ile devrilebildi. Askeri darbenin emperyalist merkezlerden -yani Beyaz Saray'dan- ve Tayland'la bağlantılı uluslararası büyük tekeller tarafından desteklendiğine de kuşku yoktur. Zira bu güçlerin tümü, sosyal harcamaları sıfıra indiren neo-liberal politikaların eksiksiz uygulanmasını istiyorlar.

Asya'nın “örnek demokrasisi” Tayland'da gerçekleşen darbe, bir takım liberallerin darbeler döneminin kapandığına dair vaazlarının demagojiden ibaret olduğunu göstermiştir. Bilindiği gibi, Türkiye dahil darbe yasalarının geçerli olduğu pekçok kapitalist ülkede militarist aygıtlar fiilen siyasi yaşama egemen durumdadır. Polis devletine doğru hızla yol alan emperyalist ülkelerde ise, sermayenin silahlı güçlerinin yetkileri günden güne genişletilmektedir.

Özel mülkiyete, ücretli köleliğe, sömürü ve yağmaya dayanan kapitalist sistem yıkılmadığı sürece, sermayenin silahlı bekçilerinin siyasal ve toplumsal yaşam üzerindeki etkilerinin ortadan kalkması sözkonusu olmayacaktır.

--------------------------------------------------------------------------------------

İşbirlikçi rejimlerin onursuzluğu

Beyaz Sarayía egemen olan neo-faşist çetenin başı George Bush ile Pakistan diktatörü Pervez Müşerref'in bir gün arayla Amerikan medyasına verdiği demeçler, ABD ile “müttefikleri” arasındaki ilişkilerin tartışma konusu edilmesine vesile oldu. Bu açıklamalar, sadece ABD-Pakistan ilişkileri açısından değil, fakat ABD ve ona uşaklık eden rejimler arasındaki ilişkilerin niteliğine de ışık tutacak içerikteydi.

“Tehdide rağmen ABD ile birliktehareket ettik”

Bush'la görüşmeden önce Amerikan CBS televizyonuna demeç veren Pervez Müşerref, “Pakistan İstihbarat Örgütü Başkanı bana gelip, Amerikan Dışişleri Bakanı Yardımcısı Richard Armitage'ın kendisine ëbombardımana hazır olun, Pakistan'ı taş devrine döndürürüz' dediğini aktardı” şeklinde konuştu. Pakistan diktatörü bu itirafı yaptıktan sonra, “bence çok terbiyesizce bir ifadeydi” diye de ekledi.

Amerikan kamuoyuna yakınma/yaranma havasında yapılan itiraf, Pervez Müşerref tarafından, gerici Pakistan rejiminin ABD'ye olan sadakatinin göstergesi olarak da sunuldu. Zira Pakistan diktatörü, bu kaba tehdide rağmen, Bush yönetimiyle “teröre karşı savaşta” ortak hareket ettiklerini hatırlatmayı da ihmal etmedi. ABD emperyalizminin saldırganlık ve savaş politikasına destek verirken ülkesinin “milli çıkarları”nı gözettiğini öne süren diktatör, Afganistan ve Irak'ın yerle bir edilmesinin ve bu ülkelerde yüzbinlerce insanın katledilmesinin, Pakistan'ın “milli çıkarları”yla hangi noktada çakıştığına açıklık getirmedi.

Neo-faşist çete öncülüğünde devam eden emperyalist savaşa destek veren Pervez Müşerref, Pakistan burjuvazisinin çıkarlarını gözetmekle birlikte, aynı zamanda CIA-Pentagon'a vefa borcu da ödüyordu. Çünkü askeri darbeyle rejimin başına geçen diktatör Müşerref, en büyük desteği Bush liderliğindeki savaş kundakçılarından almıştı.

“ABD ordusunun Pakistan topraklarına girmesi için tereddütsüz emir veririm”

Bu kelimeler, Müşerref'in açıklamalarından bir gün soran Haydutbaşı Bush tarafından sarfedildi. Pervez Müşerref'le görüşmesinden bir gün önce Amerikan CNN televizyonuna demeç veren çete başı Bush, “Usame Bin Ladin ve yardımcılarını yakalamak veya öldürmek için” ABD askerlerine Pakistan'a girme emri verip vermeyeceği yönündeki bir soruyu, “kesinlikle tereddüt etmeden veririm” diye yanıtladı.

Diktatör Müşerref'e “görüşme öncesi iletilen mesaj” olarak değerlendirilen Bush'un sözleri, bazı çevrelerde şaşkınlık yarattı. Ne de olsa Pakistan rejimi ABD tarafından “müttefik” kabul edilenler arasındaydı. George Bush'un sözleri elbette küstahça savrulan bir tehdittir, ancak şaşırtıcı değildir. Bu, emperyalistlerle uşakları arasındaki ilişkilerin niteliğini ortaya koyan somut bir örnektir. Bir kez daha görüldü ki, bağımlı ülkeler, emperyalistlerin müttefikleri değil, olsa olsa uşaklarıdır. Eğer uşak efendinin sözünden çıkarsa, “burun sürtme”, ya da “başa çuval geçirme” operasyonu uygulamaya konulur.

Pakistan'ın maruz kaldığı bu aşağılamaya rağmen görüşme sonrası, Beyaz Saray'da ortak basın toplantısı düzenleyen Bush-Müşerref ikilisi, birbirlerine “karşılıklı güven” duyduklarını vurguladılar. Bu vurgular, “efendi-uşak temeline dayalı işbirliğine devam etme”nin de ilanı oldu. Görüldüğü üzere, “uşaklık misyonu”na soyunan bir rejim saygınlık, onur gibi hasletleri yitirdiğinden; aşağılanma, hakaret, tehdit gibi saldırıları kolayca sineye çekebiliyor.

Gerici Pakistan rejiminin Çin, Hindistan, Afganistan ve Taliban-El Kaide gibi dinci akımlarla ilişkileri, yer yer Beyaz Saray'daki savaş kundakçılarından farklılaşmaktadır. İşte bundan dolayı, ABD'nin sadık işbirlikçisi Pakistan rejimi aşağılanarak, tehdit ediliyor. Tıpkı tezkere kazası sonrasında Ankara'daki Amerikancılar'ın başına çuval geçirilmesi olayında olduğu gibi. Emperyalizme uşaklığın “kerametleri”nden biri de bu olsa gerek.