29 Eylül 2006 Sayı: 2006/38 (38)
  Kızıl Bayrak'tan
   İnsanlığın geleceğini
emperyalist barbarlık değil, sosyalizm
temsil etmektedir!
  Ekonomik kriz beklentisi ve kan pazarlığı
  Sendika bürokratları da çelişkilerin üstünü din ile örtmeye çalışıyor
  Devlet kamu emekçileriyle alay ediyor
  Yardım rezaletlerine son! Herkese iş, tüm
çalışanlara iş güvencesi!
Eylem ve etkinliklerden
Eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumu
giderek kötüleşiyor!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
AB'nin yolları taştan, sosyal şart sen
çıkaramadın beni baştan!/ Yüksel Akkaya
"Günümüz üretim ilişkilerinin eleştirel
marksist perspektiften değerlendirilmesi"
sempozyumu
 Metal TİS'lerinde 3. tur görüşmeler tamamlandı.. Kazanmak için “müzakere” değil militan mücadele! / Orta sayfa
  Gençlik emperyalist işgale ve ticari eğitime geçit vermeyecek!
  Geleceğimizi mücadeleyle kazanacağız!
  Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden mektup
  Devlet terörü ülke çapında sürüyor!.
Saldırılara karşı birleşik direniş ve devrimci dayanışma!
  Beyrut mitingi: Emperyalizme, siyonizme
ve işbirlikçilerine meydan okundu
  İsviçre'de ırkçılık yasallaştı!
  Taylandída generaller 20. kez darbeyle
yönetime el koydu
  “Koordinatörlük” ve boş hayaller
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Yeni eğitim-öğretim yılı başladı…

Eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumu giderek kötüleşiyor!

Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasıyla beraber yine öğrenciler ve veliler kayıt masraflarından boğulmuş, nefes almaya çalışıyor. Yine eğitim emekçilerinin iş güvencesi, ücret, grevli toplu sözleşmeli sendika talepleri gerçekleşmiş değil. Ve yine düzen tarafından eğitim ezberci, bilim-dışı ve anti-demokratik yöntemlerle verilmeye çalışılıyor. Üniversite sınav sistemi ve üniversitelerin özerk demokratik bir yapıdan uzak oluşu çözümsüz sorunlar olarak duruyor, vb...

Geçtiğimiz günlerde Eğitim-Sen “2006-2007 Eğitim-Öğretim Yılı Başında Eğitimin ve Eğitim Emekçilerinin Durumu” başlıklı bir rapor yayınladı. Bu rapor çerçevesinde eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumunu ana başlıklarıyla ele alalım.

Eğitim sisteminin durumu:

Türkiye'de eğitim sisteminin durumuna baktığımızda, giderek artan bir özelleştirme ve niteliksizleştirme olduğu görülmektedir. Eğitim sisteminin sorunlarını ortaya koyan birkaç gerçekliği madde madde ortaya koyarak özetlemek gerekirse;

* Türkiye nüfusunda yetişkin erkeklerin %11.2'si, kadınların %28'si hala okuma-yazma bilmemektedir. İlköğretime başlayan her 1000 çocuktan ancak 83'ü yükseköğrenimi bitirebilmektedir.

* Türkiye'de nüfusun ortalama eğitim süresi 5 yıldır.

* İlköğretimden yararlanamayan çocukların %70'i kız çocuğudur.

* Sınıf mevcutları büyük kentlerde hala ortalama 40-50 civarındadır, sınıfların kalabalık olması eğitimin niteliğini olumsuz etkilemektedir.

* Bütçeden eğitime ayrılan pay, eğitim sisteminin zorunlu ihtiyaçlarını karşılamaya bile yetmemekte, pek çok okulun zorunlu ihtiyaçları, özellikle kayıt dönemlerinde, öğrenci velilerinden çeşitli adlar altında toplanan paralarla karşılanmaktadır.

* Son on yılda üniversite öğrencisi sayısı % 50 artarken, çoğu özel olmak üzere sadece 12 yeni üniversite açılmıştır. Her yıl 1 milyonun üzerinde öğrencinin “üniversite yarışı” içine girdiği düşünüldüğünde, mevcut üniversite sisteminin yükseköğretimin sorunlarını taşıyabilmesi mümkün değildir.

* Yeni müfredat ders konuları Avrupa Birliği'ne uyum çerçevesinde, Avrupa ve ABD'de okutulan ders konularından neredeyse bire bir kopya edilmiştir. Müfredat programı, iddia edildiğinin aksine, Türkiye'nin özgün koşullarına göre hazırlanmamıştır.

* Hazırlanan Özel Öğretim Kurumları Yasa Tasarısı, eğitim sisteminin gereksinimleri üzerinden değil, özel öğretim kurumlarının istekleri ve taleplerine göre hazırlanmıştır. Öğrencileri özel okullara yönlendirmek amacıyla, her öğrenciye 1000 YTL destek, eğitim kredisi faizinin yarısının devlet tarafından karşılanması ve belki de en tehlikeli düzenleme olan “özel okullardan hizmet satın alma” gibi düzenlemeler içermektedir. Böylece hepsi ticari amaçla kurulan, ancak “müşteri” bulamadığı için zarar eden yüzlerce “özel okul” devlet tarafından kurtarılmış olacaktır. Özel okul sektörünün eğitim sistemi içindeki payını % 1,9'dan % 10'lara çekmek için hazırlandığı öne sürülen çalışma, paralı eğitimin ciddi bir ayağıdır.

* Katkı payı, kayıt parası, harç ve benzeri kalemlerle eğitim tamamen paralı hale getirilmek istenmektedir.

* Eğitim-Sen'in yapmış olduğu araştırmaya göre, Türkiye çapında ilköğretim ve ortaöğretim okullarında okuyan öğrencilerden yaklaşık olarak 400 milyon YTL civarında katkı payı alındığını söyleyebiliriz. Bunun anlamı şudur; öğrenciler ve veliler, evrensel ve anayasal bir hak olan eğitim hakkından yararlanabilmek için “resmen” soyulmaktadır.

* Her yönüyle sınavlara endekslenen eğitim sistemi kamu eğitimini işlevsiz bırakarak eğitimi dershane, özel ders, özel okul alanına kaydırmıştır. Bugün okulların yapması gereken eğitimi dershaneler yapıyor ve bu nedenle özellikle sınav zamanları okullar boşalıyor.

* Eğitimde özelleştirme, paralılaştırma ve niteliksizleştirmede gelinen son nokta budur ve daha da ileriye götürülmek istenmektedir. Bir yandan özel okullara kaynak aktarılırken diğer yandan eğitim emekçilerinin ücret talepleri “kaynak yok” gerekçesiyle görmezden gelinmekte, dahası iş güvenceleri ve sendikal örgütlülükleri ellerinden alınmak istenmektedir.

Eğitim emekçilerinin durumu:

Eğitim sistemindeki bozulmaya paralel olarak eğitim emekçilerinin de durumu kötüleşmiş, giderek daha fazla güvencesiz çalışmaya, baskı ve sürgüne maruz bırakılmışlardır. Eğitim-Sen'in yaptığı araştırmalara göre;

* Düzen, ilerici eğitim emekçilerini çeşitli baskı yöntemleriyle sindirmeye çalışırken, diğer taraftan da ırkçı-gerici kadrolaşmayı Milli Eğitim Bakanlığı'nın bütün birimlerinde gerçekleştirmektedir. Yalnızca AKP iktidarı döneminde yaklaşık 2 bin kişi yerleri değiştirilerek sürgün edilmiştir. Eğitim Sen'in geçtiğimiz 3,5 yıl içinde yaptığı tespitlere göre, görevden alınan ve göreve yeniden atanan yönetici sayısı 10 binleri aşmıştır.

* Kamuoyunda “sözleşmeli öğretmenlik” olarak bilinen “kısmi süreli geçici öğreticilik” uygulamasında ciddi bir artış olmuştur. Devlet, bütçenin yetersizliğini bahane ederek tıpkı kâr-zarar hesabı yapar gibi “1.5 milyara mal edilen bir öğretmeni 600 milyona mal ederek” tasarruf yaptığını sanmakta, ancak eğitimi daha niteliksiz hale getirmektedir.

* YÖK Kanunu'nun 33/a maddesince atamaları yapılan Araştırma Görevlilerinin kadro durumları, aynı kanunun 50/d maddesine çevrilmek istenmektedir. Bu düzenlemeyle Araştırma Görevlileri iş güvencesinden yoksun bırakılmaktadır.

* Eğitim emekçilerinin ücret talepleri görmezden gelinmiş, enflasyon karşısında eriyen maaşlarla durumları giderek kötüleşmiştir. 1996, 2001 ve 2006 yılı fiyatları göz önünde bulundurulduğunda 22 kalem temel tüketim malı, son on yılda ortalama olarak yaklaşık 50 kat artarken, aynı dönemde öğretmen maaşlarındaki artış oranı sadece 28 kat ile sınırlı kalmıştır.

* Son on yılda yoksulluk sınırındaki artış oranı 32 kat olurken, aynı dönemde öğretmen maaşları ise sadece 28 kat artmıştır.

* 1996 yılında bir öğretmen ile bir milletvekilinin maaşı arasındaki fark 3.8 kat iken, 2001 krizi sonrası bu fark yaklaşık olarak üç kat artarak 10,4 kata çıkmıştır. 2006 yılına baktığımızda ise, bir öğretmenle bir milletvekilinin maaşı arasında 9,3 kat (öğretmen maaşı: 820 YTL, milletvekili maaşı: 7.680 YTL) fark olduğu görülmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, öğretmen maaşları son on yılda 28 kat artmışken, aynı dönemde milletvekili maaşlarının artış oranı tam olarak 70 kat olmuştur.

* Bin bir yokluk ve yoksulluk içinde çalışan köy öğretmenlerinin %40'ı birleştirilmiş sınıfları okuturken, plansızlık sonucu kent öğretmenlerinin %10'u sınıf okutmamaktadır.

* Eğitim emekçilerinin yoksullaşma, güvencesiz çalıştırılma, baskı ve sürgüne maruz bırakılma gibi sorunlarla karşı karşıya olması GSS, SGY gibi diğer tüm sosyal yıkım saldırıları ve TMY ile birlikte düşünüldüğünde tam bir kıskaç anlamına gelmektedir.

Sorunların çözümü birlikte mücadele etmekten geçiyor!

Eğitimin ve eğitim emekçilerinin yeni bir eğitim-öğretim yılı başında içinde bulunduğu durum budur. Bu tabloya karşın, eğitim sisteminin, MEB ve YÖK cenderesinin altında eğitim emekçilerinin, emekçi çocuklarının ve ailelerinin elleri kolları bağlanmak istenmektedir.

Kayıt parası ödemek istemeyen lise öğrencilerinin; YÖK, jandarma ve polis boyunduruğu altında anti demokratik ve bilim-dışı yöntemlerle eğitim-öğretim almak istemeyen üniversite öğrencilerinin; iş güvencesi ve insanca bir yaşam isteyen eğitim emekçilerinin; çocuğunu okula zar zor yazdırabilen, har(a)çlardan bıkmış olan emekçi ailelerin sorunları ortaktır. Her geçen gün daha da pervasızlaşan sermaye devletine karşı omuz omuza bir mücadele cephesi örülmediği sürece saldırıların sonu gelmeyecektir.