29 Eylül 2006 Sayı: 2006/38 (38)
  Kızıl Bayrak'tan
   İnsanlığın geleceğini
emperyalist barbarlık değil, sosyalizm
temsil etmektedir!
  Ekonomik kriz beklentisi ve kan pazarlığı
  Sendika bürokratları da çelişkilerin üstünü din ile örtmeye çalışıyor
  Devlet kamu emekçileriyle alay ediyor
  Yardım rezaletlerine son! Herkese iş, tüm
çalışanlara iş güvencesi!
Eylem ve etkinliklerden
Eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumu
giderek kötüleşiyor!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
AB'nin yolları taştan, sosyal şart sen
çıkaramadın beni baştan!/ Yüksel Akkaya
"Günümüz üretim ilişkilerinin eleştirel
marksist perspektiften değerlendirilmesi"
sempozyumu
 Metal TİS'lerinde 3. tur görüşmeler tamamlandı.. Kazanmak için “müzakere” değil militan mücadele! / Orta sayfa
  Gençlik emperyalist işgale ve ticari eğitime geçit vermeyecek!
  Geleceğimizi mücadeleyle kazanacağız!
  Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden mektup
  Devlet terörü ülke çapında sürüyor!.
Saldırılara karşı birleşik direniş ve devrimci dayanışma!
  Beyrut mitingi: Emperyalizme, siyonizme
ve işbirlikçilerine meydan okundu
  İsviçre'de ırkçılık yasallaştı!
  Taylandída generaller 20. kez darbeyle
yönetime el koydu
  “Koordinatörlük” ve boş hayaller
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Devlet kamu emekçileriyle alay ediyor...

Bu aşağılanmadan ancak dişe diş bir mücadeleyle kurtulabilinir!

Kamu emekçileri bir zam dönemini daha geride bıraktı. Aslında buna tam olarak geride bıraktı denemez. Birincisi, maaşlara reva görülen zammın taleple ilgisi yok. İkincisi, devlet taleplerin de gerisinde belirlediği bu zammı bile, binbir tehdit, alay, demagoji eşliğinde verdi. Dolayısıyla, aslında geride kalan hiçbir şey yok. Kamu emekçileri insanca yaşamaya yetecek bir ücret talebini daha etkin ve kararlı bir biçimde yükseltmek zorundadırlar. Devletin alaylı tacizlerine maruz kalmaktan kurtulmanın da yolu buradan geçiyor.

Her görüşme sürecinde olduğu gibi, bu kez de, sendikaların “eylem yaparız ha!”, tehdidinin, devletin “karışmam ha!” tehdidiyle karşılanması eşliğinde başladı görüşmeler. Devlet adına kamu emekçisine tehdit savuranların, yasa/yönetmelik gibi engelleri ve bu engellere dayanarak uygulayabileceği “soruşturma terörü”nü kastettiği sanılırken, çok geçmeden, asıl kastın polis terörü olduğu açığa çıktı. Eylem yapmaya kalkan kamu emekçileri, bir kez daha, polis copu, gaz bombası, tazyikli su ile karşılandı. Görüşmelerin sürdüğü ve üstüne üstlük, KESK'in çekilmesiyle masada sadece devlet ve devlet güdümlü iki sendikanın kaldığı bir süreçte, “güdümlü”lerden Kamu-Sen'in düzenlediği bir eylemdi bu. Devlet, Kamu-Sen'e adeta, “güdümümde olman bana kafa tutmanı değil, tersine, her söylediğimi onaylamanı/desteklemeni gerektirir” demeye getiriyordu.

Sermaye devleti, İMF direktiflerine de dayanarak kararlaştırmış olduğu zam oranını kabul ettirebilmek için, kamu emekçisine sadece baskı ve terör uygulamadı. Her türlü yalan ve demagojiye başvurdu. Bakan Mehmet Ali Şahin'in, yabancı sermayeye sağlanan kolaylıklar üzerinden yöneltilen suçlamayla dalga geçercesine verdiği, “sermayeye sağlanan kolaylıkların ve aktarılan kaynakların amacının kamu çalışanlarının çocuklarına iş olanağı yaratmak olduğu” yönündeki yanıtta olduğu gibi, onlarla alay etti. “Seçimlere kadar mücadele”den bahseden sendikaları siyaset yapmakla suçladı. Böylece, siyaset hakkının salt burjuvaziye ait olduğu, işçi ve emekçiler yapmaya kalktığında “suç” görüldüğü, bir kez daha anlaşılmış oldu.

Peki, düzen cephesindeki bu korkunun kaynağı nedir?.. Neden, her başı sıkışan işçi ve emekçilere “siyaset yasağı” getirir, yasağı delmeye kalkanları yargılar, cezalandırır, içerde çürütür? Neden bu derece korkarlar işçi ve emekçilerin siyaset yapmasından?..

Korktukları, hiç kuşkusuz, işçi ve emekçilerin şu veya bu düzen partisine oy vermesi değildir. Hatta, pek çok Türk-İş başkanının yaptığı gibi, bir “işçi”nin bir düzen partisinden aday olup milletvekili seçilmesi, hatta hatta, Çalışma Bakanı yapılması da değildir. Siyasetin bu çeşidine -bu kendi siyasetleri oluyor çünkü- burjuvazinin hiçbir itirazı olmadığı gibi, işçi ve emekçiler buna teşvik de edilir. Burjuva politikası ve burjuva partileri açmazında dolanıp durmaları için elden gelen herşey yapılır.

Onların suçladığı siyaset “sınıf siyaseti”dir. Bugünkü durumda ve kamu emekçileri özgülünde ise, daha çok, sınıf siyasetini hatırlatacak söylemlerdir. Yasaklanan, bozulmaya, ezilmeye, saptırılmaya çalışılan, işçi sınıfının bağımsız politikasıdır. Çünkü tam da böyle bir politik eksende örgütlenen sınıf, emekçi katmanlara da yol gösterebilecek, birlikte çıkılan bu yolun sonunda da burjuvazinin egemenliğine son verecek o son çatışma gündeme gelecektir. Burjuvazinin, sınıfa ve emekçi kitlelere karşı gerçekleştirdiği her eylemin, uyguladığı her baskı ve terörün, getirdiği her yasağın, çıkardığı her ceza yasasının arkasında, o son çatışmadan duyduğu korku yatmaktadır. Ve burjuvazi, bu tarihsel sürecin ve zorunluluğun farkında olduğunu her tutumuyla ortaya koymaktadır. Yani, aleyhinde gelişen tarih konusunda o son derece bilinçlidir.

Mesele, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerin de leyhlerindeki bu tarihsel sürecin farkına varmalarında, bu farkındalıkla davranmaya başlamalarındadır. Bu sağlandığında, böylece sınıflar savaşı gerçek rayına oturduğunda, düzen sahiplerinin artık eskisi kadar rahat davranamadığı, emekçilerle alay etme cüreti gösteremediği açıkça görülecektir.

Devrimci kamu emekçileri, o günlere hızla ulaşabilmek için üzerlerine düşen sorumluluğun bilinciyle hareket etmek zorundadır. Bu, bugün için, düzen tarafından suçlanan o sınıf siyasetini daha fazla öne çıkarmak; örneğin, sermaye devletinin emperyalizme uşaklık politikası gereği Ortadoğu halklarına karşı açılan emperyalist savaşa dahil olma çabalarına karşı, “İşçilerin birliği, halkların kardeşliği” şiarını yükseltmek demektir. İMF-TÜSİAD programlarıyla yoksullaştırma politikasına karşı, insanca yaşayacak bir ücret talebini yükseltmek demektir.

Ve elbette hiçbir biçimde bir sonraki zam sürecini beklemeden, temel ve güncel hak ve çıkarlar uğruna mücadeleyi süreklileştirerek...

---------------------------------------------------------------------------------------

Kamu emekçilerine yine sefalet ücreti!

Kamu alanında toplu görüşmeler uzlaşmazlıkla sonuçlanmış, Uzlaştırma Kurulu kararları hükümet tarafından dikkate alınmamıştı. Bunun üzerine hükümet tarafından son bir hamleyle 21 Eylül'de sendikalar toplantıya çağrıldı. Toplantıya Kamu-Sen ve Memur-Sen katıldı. Memur-Sen hükümetle sosyal haklara ilişkin bir mutabakat imzalarken, zam oranları konusunda herhangi bir anlaşma sağlanamadı.

Görüşme sürecini tamamlayan hükümet her zamanki gibi emekçilerin taleplerini hiçe saydı. Tek taraflı olarak 2007 yılı için zam oranlarını belirledi. Buna göre en düşük ücret alan emekçilere ilk altı ay için %4; ikinci altı ay için %4; en yüksek ücret alana ise her iki dönem için %3'er zam yapıldı. 2007 yılı için beklenen enflasyon oranının %7-9 arasında değişeceği göz önünde bulundurulursa, artışın beklenen enflasyondan daha düşük olduğu, ücretlerin 2007'de reel olarak düşeceği ya da kamu emekçilerinin biraz daha yoksullaşacağı görülecektir.

İMF'nin direktifleri esas alındı

Hükümet toplu görüşme süreci başlamadan zam oranlarını açıklamıştı. Buna göre en yüksek maaş alan memurlara her dönem için %2,5, en düşük maaş alan memurlara ise %4 zam öngörülmüştü. İMF tarafından da her koşulda zammın %5'i geçmemesi aksi takdirde mali (bütçe) dengelerin bozulacağı bildirilmişti. Hükümet de buna uygun davrandı. Başlangıçta öngörülen artışlar ile şu an karara bağlanan oranlar karşılaştırıldığında, aradaki tek farkın, hükümetin üst kademe yöneticilerini biraz daha kayırarak onlara %0,5 oranında ek zam yapması olduğu görülecektir. Bunun dışında değişen bir şey yoktur.

Ortaya çıkan sonuç, toplu görüşmelerin, Uzlaştırma Kurulu çalışmalarının oyalamaca dışında bir şey ifade etmediğidir. Sürecin tek taraflı olarak belirlendiği ve kamu emekçilerini edilgen kılmak dışında bir işlevi olmadığıdır. Ancak bu edilgen kılış da miladını doldurmuştur.

Sürecin tek taraflı belirlenmesine karşı mücadele edelim!

Toplu görüşme sürecinin hiçbir etkisi kalmamıştır. Görüşmeler, mücadelenin aktif öznesi olmayan emekçilerin gözünde bile değerini ve anlamını yitirmiştir. Örneğin hükümete yakınlığıyla bilinen Memur-Sen Genel Başkanı Aksu, Bakanlar Kurulu tarafından memura 2007 yılı için önerilen zam oranının hayal kırıklığı yarattığını, çalışanların toplu görüşmelere olan güvenini sarstığını söyleyebilmektedir. Benzer açıklamalar Kamu-Sen tarafından da yapılmıştır.

Elbette Kamu-Sen ve Memur Sen'in kaygısı üye tabanlarını korumaya yöneliktir. Yarın fiili-meşru-militan bir hatta gelişecek bir kamu emekçileri hareketini kötürümleştirmek için kendilerine biçilen rolü layıkıyla yerine getireceklerinden kuşku duyulmamalıdır. Bugünkü çıkışlarının ardında da bu misyonları yeralmaktadır. Bu söylemleriyle görüşme sürecinde “hükümet yakını” imajlarını biraz da olsa değiştirmek istiyorlar, yarın emekçileri etkileyebilmelerinin yolu bugün orta yollu çıkışlar yapmalarından, hükümeti yarım ağız eleştirmelerinden geçiyor.

Tüm bunlar bir tarafa, kamu emekçilerinin görüşme süreçlerine şüpheyle yaklaşmaları ileriye dönük olumlu bir adımdır. Ancak bu haliyle yeterli değildir ve yerine bir şey konulmadığı oranda uzun dönemde “herşeye güvensizlik duyma” ruhhalinin ortaya çıkmasının koşullarını da hazırlayacaktır. Bu nedenle süreç etkin, çok yönlü ve eyleme dönük bir biçimde karşılanmak ve örgütlenmek zorundadır.