29 Eylül 2006 Sayı: 2006/38 (38)
  Kızıl Bayrak'tan
   İnsanlığın geleceğini
emperyalist barbarlık değil, sosyalizm
temsil etmektedir!
  Ekonomik kriz beklentisi ve kan pazarlığı
  Sendika bürokratları da çelişkilerin üstünü din ile örtmeye çalışıyor
  Devlet kamu emekçileriyle alay ediyor
  Yardım rezaletlerine son! Herkese iş, tüm
çalışanlara iş güvencesi!
Eylem ve etkinliklerden
Eğitimin ve eğitim emekçilerinin durumu
giderek kötüleşiyor!
BJ Tekstil işçileri mücadelelerine devam ediyor!
Eylem ve etkinliklerden
AB'nin yolları taştan, sosyal şart sen
çıkaramadın beni baştan!/ Yüksel Akkaya
"Günümüz üretim ilişkilerinin eleştirel
marksist perspektiften değerlendirilmesi"
sempozyumu
 Metal TİS'lerinde 3. tur görüşmeler tamamlandı.. Kazanmak için “müzakere” değil militan mücadele! / Orta sayfa
  Gençlik emperyalist işgale ve ticari eğitime geçit vermeyecek!
  Geleceğimizi mücadeleyle kazanacağız!
  Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nden mektup
  Devlet terörü ülke çapında sürüyor!.
Saldırılara karşı birleşik direniş ve devrimci dayanışma!
  Beyrut mitingi: Emperyalizme, siyonizme
ve işbirlikçilerine meydan okundu
  İsviçre'de ırkçılık yasallaştı!
  Taylandída generaller 20. kez darbeyle
yönetime el koydu
  “Koordinatörlük” ve boş hayaller
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Emperyalist haydutların eksen kaydırma çabası boşuna!

İnsanlığın geleceğini emperyalist barbarlık değil, sosyalizm temsil etmektedir!

Son iki haftada peşpeşe yaşanan olaylar, tüm dünyada sermayenin yüreğine korku salan yeni bir iktisadi ve mali dalgalanmaya yolaçtı. Birçok ülkede borsalar yüzde 3 ile 6 oranında düşüş kaydederken, dolar ve euro bir miktar arttı. Kapitalist ekonominin pamuk ipliğine bağlı olduğunu bir kez daha gözler önüne seren yeni gelişmeler şöyle:

Tayland'da bir askeri darbe daha gerçekleşti (Bu, 75 yılda, 24. darbe oluyor.) Macaristan'da halk, “şimdiye kadar halka yalan söyleyerek durumu idare ettik” itirafında bulunan neo-liberal hükümete karşı ayaklandı. Olaylar hala da durulmuş değil. Polonya'da gerici koalisyon hükümeti çöktü, belirsizlik hala sürüyor. Güney Afrika Cumhuriyeti'nde cari açık son 25 yılın en yüksek düzeyine ulaştı ve para birimi yüzde ikibuçuk değer kaybetti. Borç batağında yüzen Ekvator'da hükümet, borçlarını ödeyemeyeceğini açıkladı. Brezilya ve Rusya petrol fiyatlarının 58 dolara düşmesiyle önemli bir gelir kaybına uğradı.

Burada dikkat çekici olan, bu yeni dalgalanmanın son yıllarda istikrarlı bir büyüme trendini yakalayan Polonya ile, Brezilya ve Rusya gibi son birkaç yıldır ekonomik toparlanma içinde olan ülkeleri de etkisi altına almasıdır.

Bu sınırlardaki krizlerin bile anında dünya ekonomisi üzerinde yıkıcı sonuçlar üretmesi elbette kapitalizmin yasasıdır. Oysa sıklığı giderek artan küçük çaplı-bölgesel iktisadi ve siyasi dalgalanmalar, buzdağının henüz suyun üstündeki görünen kısmıdır. Egemenlerin asıl korkusu ise, ana gövdesi suyun altında duran kapitalizmin yapısal krizinin bir gün tüm boyutlarıyla açığa çıkmasıdır. Boşuna değil zira, gelinen yerde dünyanın dört bir yanında kriz alametleri çoğalmaktadır. Bunu görmek için tüm dünyada had safhaya varan işsizlik, yoksulluk, yaygınlaşan hastalıklar ve göç rakamlarına bakmak yeterlidir. Dahası beş-on yılda bir nükseden ve gelişmekte olan ekonomileri alt üst eden krizler, artık kapitalizmin kalesi sayılan ülkeleri bile tehdit eder hale gelmiştir. Örneğin düne kadar ucuz işgücünden yararlanmak için dışarıdan göçü teşvik eden Avrupa ülkeleri bugün göçlere ve yabancılara karşı sert önlemler almaktadır. Çünkü tüm Avrupa'da işsiz sayısı 40 milyonu bulmakta ve bu sayı her geçen gün artmaktadır. vb.

Gelinen yerde kapitalizmin yapısal kriz gerçeği, bizzat egemen sınıfların penceresinden bakanlar tarafından bile ifade edilmektedir. Resmi kuruluşlara ya da özel bir takım şirketlere danışmanlık yapan bazı stratejistler, verili koşullarda istikrarlı bir büyümenin artık mümkün olmadığını, son 30 yıldır vahşice uygulanan özel programlara (kanlı faşist darbelerle, kapsamlı sosyal saldırılarla desteklenen neo-liberal saldırılara) rağmen kapitalist ekonominin krizden kurtulamadığını, oluşan belirsizliklerin daha sert rekabet koşullarını tetiklediğini ve bunun gerisin geriye istikrarsızlığı beslediğini itiraf ediyorlar. Daha geçenlerde İMF eski başkanlarından biri, İMF programlarıyla hiçbir ülkenin kalkınmadığını/kalkınamayacağını, bu konuda tüm dünyaya büyük bir yalan söylendiğini itiraf etmek zorunda kaldı. Dolayısıyla yalanlarla halkı idare etmek yolunu tutan Macaristan Başbakan'ı Ferenc Gyurcsany, hiç de yalnız değildir. Kimisi karanın bittiğini söylerken, kimisi çözüm adına kapitalizmi günahlarından arındırarak yola devam edilebileceğini salık vermektedir. Başını süper gerici ve saldırgan neo-con'ların çektiği bir kesim ise kan deryası üstünde gemisini yürütme politikasında ısrar ederek, iktisadi krizleri körüklemekte, onlara siyasal bir hüviyet kazandırmakta ve tüm dünyaya yaymaktadır.

Bilindiği gibi bu politikanın kutsal üçlüsü; yalan, tehdit ve talandır. Kitleleri yalanla kandırmak, muhalifleri tehdit ve baskıyla susturmak, askeri güçlerini kullanarak zengin petrol yataklarına sahip ülkeleri talan etmek biçiminde özetlenebilecek bu politika, gelinen yerde üç cepheden de dökülmektedir. Uydurdukları savaş yalanlarına artık kendileri bile inanmamaktadırlar. Savurdukları tehditler artık eskisi kadar etkili olmamaktadır. Talan savaşları ise halk direnişleriyle karşılanmaktadır. Ne var ki tüm bunlar, onları alıkoymaya yetmemekte, haydut takımı tüm yatırımlarını bu politikayla yapmayı sürdürmektedir.

Papa 16. Benediktus'un 12 Eylül'de İslam'a ilişkin yeni bir kriz yaratan konuşması ve ardından Bush'un Pakistan'a yönelik tehdidi, bu ısrarın son örnekleridir. ABD tarafından özel biçimde desteklenerek Vatikan'ın başına getirilen Nazi artığı Papa Benediktus'un konuşmasının içeriği gibi, seçtiği tarih de (11 Eylül saldırılarının yıldönümünden bir gün sonra) elbette bir tesadüf değildir. Hıristiyanlığı aklın ve çağdaş medeniyetin temsilcisi, İslamı ise barbarlığın, şiddetin ve akıl dışılığın kaynağı olarak gösteren bu konuşma ile ABD'nin “medeniyetler savaşı” olarak yutturmaya çalıştığı emperyalist saldırganlık arasında köklü bir ilişki ve bütünlük sözkonusudur. Papa onca tepkiye rağmen geri adım atmazken, Bush ise yaptığı son konuşmalarından birinde aynen şöyle seslenmektedir: “Bin Laden'in Pakistan'da olduğunu öğrenirsek, oraya da gireriz. Böyle bir durumda bombalanmaya, taş devrine dönmeye hazır olun!”

Sonuç olarak; emperyalist savaş ve işgalin harabeye döndürdüğü Afganistan ve Irak; bu kanlı halkaya eklemek üzere hazırlıkları yapılan İran ve Suriye'ye dönük savaş ve saldırılar; ve nihayet BM “barış gücü” adı altında Lübnan'a yapılan askeri yığınakla birarada düşünüldüğünde, kapitalizmin önünü açtığı söz konusu gelişmelerin yalnızca iktisadi dalgalanmalar sınırında kalmadığı-kalmayacağı, milyonlarca insanın kanını da içine katarak daha da büyüyeceği kesindir.

Kesin olan iki şey daha var. Birincisi; kapitalizmin küresel bir köy haline getirmekle övündüğü dünyamız, yalnızca iktisadi, sosyal ve siyasal dalgalanmaların yarattığı sefalet, işsizlik, savaş ve kıyımlar, gerici boğazlaşmalarla da değil, aynı zamanda doğanın tahribatıyla önü açılan gerçek dalgalarla da artan bir tehdit altındadır. Son haberlere göre, kuzey kutbunda Türkiye büyüklüğünde bir buz parçasını ana buz kütlesinden koparıp alacak bir çatlak tespit edilmiş bulunuyor. Küresel ısınmanın tetiklediği buz kütlelerinin kopması, buzların erimesini hızlandırmakta ve böylece tarih biçilen felaketi daha da yakınlaştırmaktadır. Bu konuda şimdiye kadar hiçbir tedbir alınmaması bir yana, uzmanlara göre mevcut olanaklarla şimdiden sonra bir tedbir alınıp alınamayacağı bile kuşkuludur. Bu da yalnızca kapitalist ekonominin değil, gelinen yerde insan yaşamının ve uygarlığın da pamuk ipliğine bağlı olduğu bir noktaya doğru sürüklendiğini göstermektedir.

Küresel ısınmada en büyük paya sahip olan (küresel ısınmaya yol açan gazların yüzde 40'ından fazlasını üreten) ABD'nin şimdiye kadar hiçbir uluslararası yaptırıma uymama tavrını ısrarla sürdürerek adeta felakete davetiye çıkaran tutumu ile, sürdürmekte olduğu barbarca saldırıları “medeniyetler savaşı” olarak tanımlaması ve “daha güvenli bir dünya için savaş” olarak nitelemesi arasında ironik fakat gerçek bir tutarlılık söz konusudur.

Kesin olan ikinci nokta ise, “krizi ötelemek”, “önleyici vuruş”, “medeniyetler” savaşı vb. adlar altında ve çeşitli gerekçelerle zemini hazırlanan saldırıların, ezilen halklar ve emekçi yığınlar tarafından her geçen gün artan bir tepkiye ve mücadeleye konu olmasıdır.

Bugün karşı karşıya olduğumuz, çözüm bekleyen en acil sorun ise, artan sözkonusu tepkilerin henüz devrimci bir önderlik ve mücadele programından yoksun olmasıdır. Bugün herbir karış toprakta yaşanan çok yönlü yıkımın son bulması, gelip bu temel sorunun çözümü yolunda atılacak adımlara bağlanmış bulunmaktadır. Halkların bağımsızlığı ve özgürlüğünü kazanması sorunundan işçi ve emekçilerin insanca çalışma ve yaşam hakkına kavuşmasına, herbir yanı saran toplumsal çürüme ve yozlaşmaya son verilmesinden doğal felaketlerin önünün alınmasına kadar, üst üste yığılan devasa sorunlar, tüm dünyada uğrunda savaş verilecek bir dava olarak sosyalizmi yakıcı bir ihtiyaç haline getirmektedir.

Sosyalizmin maddi ve moral zemini giderek olgunlaşmaktadır.

Emperyalist kapitalizm insanlığın tarihsel ve toplumsal birikimini bir adım öteye taşıyamayacağı gibi, insanlığa topyekûn bir çöküş dışında bir gelecek sunamaz. Sosyalizm kazanmazsa, insanlık tarih öncesini, yani sınıflı toplumlara dayalı medeniyeti aşıp, tarih sahnesine çıkamaz, özgürleşemez. Tüm bu yakıcı gerçekler, her alanda ve her vesileyle güçlü bir sosyalizm propagandasına ve mücadelesine dönüştürülmelidir. Güncel planda şovenizm, dinsel gericilik, burjuva bireyciliği ve emperyalist saldırganlık böyle bir propagandada ve mücadelede özel bir tarzda hedef alınmalıdır.