28 Temmuz 2006 Sayı: 2006/29 (29)
  Kızıl Bayrak'tan
   Saldırıları devrimci sınıf cephesini örerek, halkların devrimci dayanışmasını yükselterek karşılayalım!
  "Yeni Ortadoğu" halkların anti-emperyalist anti-siyonist direnişiyle yaratılacaktır!
  Türk ordusu emperyalist ordulara piyonluğa hazırlanıyor
  Düzen kalemleri emperyalist savaşın gönüllü neferliğine soyunuyor
  Direnen Ortadoğu halklarıyla dayanışma eylemlerinden...
Çelebiler'in siyaseti ve sendikacılığı üzerine
Eylem ve etkinliklerden
Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - V / Yüksel Akkaya
  Dünün devrimcileri ile dünün reformistlerinin bugün aynı safta buluşması / Orta sayfa
  Pamukova hızlı tren katliamının 2. yıldönümü
  Gizli anayasa ve devletin gizli "hukuk"u
  Emperyalistlerden medet umanların hüsranı
  Hahamlar ve hocalar aynı safta; Din adamları siyonist barbarlığa destek veriyor
  Emperyalist-siyonist barbarlık dünyanın dört bir yanında lanetleniyor
  Hatırlanan tek şey kızıl olacak!
  Burjuvazinin ÖSS sıfırları
  Bir metal işçisi ile İstanbul İşçi Kurultayı üzerine röportaj
  OSİM-DER'in kreş kampanyası sona erdi
  Direnişteki Akmercan işçisi ile röportaj
  Yılmaz Erdoğan'a açık mektup; "Genç ölümlerden" sen de sorumlusun!
  Hürriyet "Aile içi şiddeti" önleyecekmiş!
  İsrail'in gerçek amacı / Uri Avnery
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Düzen medyası halklara kan ve kin kusuyor...

Düzen kalemleri emperyalist savaşın gönüllü neferliğine soyunuyor

Hükümet “sınırötesi operasyon”dan sözetti ve Irak-İran sınırına ordu yığıldı ya, medya köşelerini işgal etmiş rütbesiz çavuşlar da yine şevke geldi. Zehirli birer mızrak gibi kullandıkları kalemlerini, halkların kanına batıra batıra döktürmeye başladılar. Yaptıkları ise halk ve insanlık düşmanlığı...

Sadece ezilen halklara karşı değil, kendileri gibi düşünmeyen herkese karşı kusuyorlar kinlerini. Uşaklıklarıyla övünüyor, uşaklığa övgüler diziyor, uşaklığa karşı çıkan her görüşü ise akılları sıra yerlere çalıyorlar.

Örneğin, bunlardan Fatih Altaylı, 23 Temmuz tarihli Sabah'taki köşesinde, 1 Mart tezkeresine onay veren az sayıda kalemden biri olduğunu övünerek hatırlattıktan sonra;

“Ve o dönemde hep şunu yazdım.”

“Türkiye tezkereye evet demezse bölgedeki kontrolünü ve gücünü kaybeder. PKK yeniden ortaya çıkar. Türkiye'nin müdahale gücü kalmaz. Kürt Devleti'nin kuruluşunu engelleyemez. ‘Askerimiz Irak'ta çatışmak zorunda kalır' diyorlardı. Ben de onlara ‘Tezkere geçmezse kendi topraklarımızda çatışmak zorunda kalırız' diyordum” diyerek, güya, gelişmelerin kendini haklı çıkardığını anlatmaya çalışıyor.

Altaylı'ya göre, tezkereye evet dense ve ABD'nin peşinden Irak'a gidilse imiş, bugün PKK diye bir sorun kalmayacakmış. Sanırsınız ki Irak'a giden Türk askeri ABD'nin piyonu olarak değil, emperyalist işgal gücü olarak çalışacak. ABD'nin “stratejik ortağı” olarak Irak'ta egemenliğe ortak olacak!.. Tabii o da, ABD ne kadar egemen olabildiyse o kadar olacak. Beyefendiye göre, tezkereye evet denmezse bölgedeki kontrol ve güç kaybedilecekmiş. Dolayısıyla kaybedilmiş oluyor. Herhalde hiç kimsenin kalkıp, “hangi güç ve hangi kontrol” diye sormayacağını düşünüyor. Gücü, uşaklığını yaptığı emperyalist efendisinin gücünde arayan bir devlettir söz konusu olan. İlle de tezkere milad alınacaksa, sonrası süreçte uşaklık konusu daha da pekiştirildiğine göre, aslında, daha da güçlenmiş olması gerekir. Kaldı ki, hükümetin konuya ilişkin açıklamaları ve faaliyetleri bunun böyle olduğunu da gösteriyor. Amerika ile geliştirdiği ikili (uşaklık-efendilik) ilişkilerine dayanarak, bölgede arabuluculuğa soyunuyor, “operasyon yaparız ha!” dayılanmalarına kalkışıyor ve benzeri...

Süreci halk düşmanlığını sergileme fırsatı olarak değerlendiren bir başka medya çavuşu da Emin Çölaşan. Fakat onun tarzı biraz daha farklı. Ek olarak son dönem hükümet yıpratma operasyonunda aktif biçimde rol almasının da etkisiyle, konuyu, hükümeti aşağılamanın da fırsatı olarak kullanıyor.

21 Temmuz tarihli Hürriyet'teki köşesinden şöyle “sesleniyor” okuyucularına: “Kuzey Irak'a operasyon falan beklemeyin. 1974 yılında değiliz! Kabahat askerde değil. Asker ancak hükümetten emir alırsa Irak'a girer. Eğer bir şey yapılacak olursa -bütçe olanakları nedeniyle- zaten çok kısa sürecek ve elimiz boş döneceğiz. O da tümüyle Türk milletinin gözünü boyamaya yönelik olacak”. Arada, Kıbrıs çıkarmasındaki “cesareti” için Ecevit gibi bir siyasi mevtaya övgülerini de sokuşturuyor ki, bu, bugünkü hükümette böyle bir cesaret görmediğini anlatıyor.

Dikkat edilirse, her iki çavuş da işi tümüyle hükümete bağlıyor, sivil mensupluğunu yaptıkları orduya toz kondurmuyorlar. Genelkurmay güya başbakanlığa bağlı ya, güya devlet memuru, yani emir kulu oluyor… Hükümet karar verecek, emir verecek, ordu da operasyon yapacak… Hem de bunu Türkiye'de iddia ediyorlar. Hem de seçilmiş hükümetleri ve parlamentoyu kaç kez silah gücüyle dağıtmış, başbakanları, bakanları hapse atmış, partileri kapatmış, dahası işbaşındaki hükümete defalarca “terbiye operasyonu” düzenlemiş bir ordunun yönettiği Türkiye'de!...

Aynı Çölaşan, 20 Temmuz tarihli köşesinden de, “Elin oğlu bir askeri kaçırıldı diye bölgesini kan gölüne döndürdü. Bırakın askerimizin kaçırılmasını, biz her gün şehit cenazesi kaldırıyoruz, üstelik Kuzey Irak'a girebilmek için ABD'den icazet bekliyoruz. Hem de ‘Kararı ABD elçisi değil, biz veririz' diye havalar atarak, Türk milletini kızdırarak ve dünyayı güldürerek!” sözleriyle hükümete laf söylüyor. Bu sataşma, İsrail hayranlığıyla özdeşleştirilerek yapılıyor. Çeşitli vesilelerle Kürt düşmanlığı kusanlar her gün onlarca Filistinli'yi kadın-erkek, çoluk-çocuk, genç-yaşlı demeden katledenleri övebiliyor. Çünkü onları asıl ilgilendiren ölen bebekler, kadınlar, gençler falan değil. Aslolan, baskı ve sömürüye karşı isyan içinde olan halklardan duydukları korku ve onlara karşı besledikleri kindir.

O kini, hiç lafı döndürüp dolaştırmadan, açıkça ortaya dökenlerden biri de, Milliyet'ten Hasan Cemal. ABD'nin, dünya hakimiyetini pekiştirme planı çerçevesinde seçtiği bölgede hakim din olduğu için karşısına aldığı İslam dünyası (ki daha dün sosyalizme karşı yeşil kuşak projesinde bu dünya ABD emperyalizmi için son derece kıymetliydi, Türkiye'deki uşakları için de öyle) 21 Temmuz tarihli Milliyet'teki köşesinde Cemal'in kaleminden bakın nasıl tarif ediliyor:

“Hıristiyanlığa, Museviliğe düşmandır. Batı'yı Batı yapan değerlerin izini İslam âleminden silmeyi amaçlar.

Batı tarzı demokrasiden de, hukuk ve insan haklarından da nefret eder. Serbest rekabetle ‘faiz'e dayalı pazar ekonomisi de, yani kapitalizm de hedef tahtaları arasında yer alır.

Totaliter bir ideolojidir radikal İslam. Tıpkı komünizm, nasyonal sosyalizm, faşizm gibi...

Günümüzde totalitarizmi radikal İslam temsil eder. Peki bizler de demokrasiyi, hukuk devletini, insan haklarını, ifade, vicdan ve girişim özgürlüklerini temel alan bir devlet ve toplum düzeninden yanaysak eğer, bu yeni ya da yeşil totalitarizm karşısında ne yapacağız? Elbette mücadele edeceğiz yeşil totalitarizmle. Kendi hayat tarzımızı savunacağız. Demokrasi bayrağını yükseltmeye devam edeceğiz.”

Dünya bu kini, bu yalanı, yıllardır ABD medyasından izliyor. Amerikan emperyalizmi de “kendi hayat tarzını, demokrasisini” savunmaktan söz ediyor her saldırıdan önce. Dünya egemenliğini pekiştirmek ve yaymaktan değil. Radikal İslamı “terör kaynağı” olarak gösteriyor ve “genişletilmiş Ortadoğu”daki İslam dininin yaygın olduğu tüm ülkeleri ve halklarını hedef tahtasına oturtuyor. Hasan Cemal'in yaptığı, sadece, efendisinin yıllardır tekrarlayıp durduğu demagojiyi Türkçe'ye tercüme etmek olmuş. Laiklik savunusunu halk düşmanlığıyla özdeşleştirmek de Cumhuriyet'ten kalma bir alışkanlık olsa gerek.

Düzen medyasının halklara kin kusan bu kanlı kalemlerinin kırılacağı gün elbette gelecek. Fakat o gün gelene kadar, onların akıttığı zehrin işçi ve emekçilerin kanına bulaşmaması için, devrimci basının faaliyetini çok güçlü tutması gerekiyor. Özellikle, savaşın kapımızda olduğu, emperyalizm ve siyonizmin halklara kan kusturduğu günümüzde, Filistin, Lübnan ve Irak halklarıyla eylemli dayanışma fikrinin ve anti-emperyalist bilincin işçi sınıfı ve emekçi kitleler arasında yaygınlaştırılması zorunludur. Bu çalışmada devrimci basının rolü son derece kritiktir.