1 Temmuz 2006 Sayı: 2006/25
  Kızıl Bayrak'tan
   Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’ün İran ziyareti...
  Hükümetin ve Merkez Bankası’nın ekonomiye müdahale çabaları...
  İETT otobüs zammı geri alınsın!
  İğneden ipliğe her şey zamlanıyor... Sermaye faturayı emekçilere kesiyor!
  DTP 1. Kongresi… Seçim gündemli bir samimiyet sınavı!
  Devşirme yeni bir “sol” parti kuruluyor
Şeker özelleştirmeleri ertelendi...
HAS Alüminyum’da eylemli süreç devam ediyor
Direnişlerden
Bahçelievler Belediyesi işyeri temsilcisi Şenol Karakullukçu ile TİS süreci üzerine konuştuk...
10 Haziran tarihli BMİS Genel Temsilciler Kurulu Sonuç Bildirgesi’nin gösterdikleri…
  Kapitalist hayata karşı koyuştan teslimiyete, teslimiyetten nereye? - I - Yüksel Akkaya
  “Zeytin Dalı”: Ölü doğmuş politikanın aydınlattığı gerçekler
  ÖDP’nin “Bir arada yaşamı savunalım” kampanyası üzerine
  Halkevleri temsilcisi İlknur Birol ile sınıfın mücadelesi ve örgütlenmesinin önündeki engeller üzerine konuştuk...
  “Uygar batı”nın ikiyüzlülüğü!
  Sömürge valisinden suç itirafı: “Irak’ta durum vahim!”
  Engellemelere rağmen Küba BM İnsan Hakları Konseyi üyeliğine seçildi...
  Dünyadan...
  Sivas katliamının 13. yılında: Yine semahlar dönülüyor, yine türküler söyleniyor!
  Trabzon’da yeni bir linç girişimi daha...
  Ulus devlet üzerine kısa notlar -V-
M. Can Yüce .
  Yoksulluğa ve yozlaşmaya karşı Mamak 3. Kültür-Sanat Festivali’ni birlikte örgütleyelim!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Zeytin Dalı”: Ölü doğmuş politikanın aydınlattığı gerçekler

Abdullah Öcalan’ın seçimlere yönelik politikası beklenebileceği gibi PKK-DTP çizgisindeki Kürt hareketinde genel bir kabul gördü ve bazı tartışmaları da birlikte getirdi. Reformist solun bazı kesimleri bu tartışmaya politikanın Türkiye versiyonuna ilişkin düşünceleriyle katılırlarken ötek bazıları tartışmaya henüz açıktan katılmış değiller. Şimdilik bu cüretli önerinin kendileri için yarattığı sıkıntıları daha dolaylı bir biçimde ortaya koymak yoluna gidiyorlar.

Fakat bir noktadan itibaren bu tartışmaya onlar da açıktan katılmak zorundadırlar. Girmiş bulundukları burjuva parlamentarizmi çizgisinde bu politika kendilerini dolaysız bir biçimde ilgilendirmektedir, dolayısıyla ondan uzak durma ya da onu sessizlikle geçiştirme olanakları yoktur. Onlarda parlamenter hevesleri bu denli depreştiren ve giderek yeni bir siyasal kimlik haline getiren tam da Kürt hareketinin parlamenter güce de kanalize edilebilen kitle desteği olduğuna göre, yalnızca bundan dolayı bile sonuçta Kürt hareketinden gelen “Zeytin Dalı” önerisi ve “yerli Prodi” arayışı üzerine açık bir tutum belirlemek zorundadırlar.

“Zeytin Dalı”ın işaret ettiği kimlik

Bir önceki bölümde genel çizgileriyle gerekçelendirmeye çalışmıştık; “Zeytin Dalı” önerisi ve “yerli Prodi” arayışı, temel önemde bir politika sorunudur. Öylesine ki, salt bu politikadan hareketle onu ortaya atanların siyasal konumu ve kimliği hakkında bir fikir edinmeniz olanaklıdır. Bu politikanın işaret ettiği konum ve kimliğin en ayırdedici özelliklerinden biri düzen içi bir anayasal muhalefet çizgisi, bir ötekisi parlamenter başarıya endekslenmiş siyaset anlayışıdır. Ve dikkate değer bir biçimde, bu ikisi birarada halıhazırda reformist solun da ortak paydasını oluşturmaktadır.

Bu bize politikanın sahibi Abdullah Öcalan liderliğindeki Kürt hareketinin yeni konum ve kimliği hakkında da dolaysız bir fikir vermektedir. Kürt hareketi için bu konum ve kimliğin belirsiz ya da tartışmalı bir yanı kalmamıştır. İmralı sonrası değişimin Kürt hareketinde yarattığı sindirilmiş yeni konum ve kimlik gerçekte tamı tamına budur. Atgözlüğü takmış bazıları hala da “Kürdistan devrimi” üzerine güzellemelerini sürdürüp bunu müzmin kuyrukçu çizginin mazereti olarak kullanmaya çalışsalar da, günümüzün PKK-DTP çizgisindeki Kürt hareketi gerçekte dört dörtlük bir sosyal-demokrat hareket konumundadır. Ezilen ulus hareketi olması onun özgün yanını oluşturmaktadır, fakat bu benimsenen yeni dünya görüşü ve felsefenin özünü değiştirmemektedir. Topluma, sınıflara, sınıf mücadelesine, devlete, demokrasiye, dünya sistemine, uluslararası ilişkilere bakış üzerinden, özetle tüm temel önemde toplumsal ve siyasal sorunların ele alınışı üzerinden yansıyan, sosyal-demokrat bir dünya görüşüdür. “Zeytin Dalı” önerisi ve “yerli Prodi” arayışının Kürt hareketinin genelinde bu denli kolay kabul görmesinin gerisinde de benimsenmiş ve sindirilmiş bu yeni kimlik vardır. Tüm sorun resmi düzen siyasetinin bu yeni kimliği kendi legalitesi içine almasında zorlanmasından çıkmaktadır. Bu zorlanmanın gerisinde ise, uzun onyılların inkarcılığından ve özel olarak da son 20 yılın kirli savaş döneminden beslenen aşırı gerici-şoven birikimin yanısıra, bölgesel bir karakteri olan ve çözümü bölge çapında gündemde bulunan Kürt sorununun dizginlenmesi kolay olmayan potansiyel dinamiklerinden duyulan yerinde korkular vardır. Kürt sorunu bölgesel değil de salt Türkiye’ye özgü bir sorun olsaydı, bu denli ılımlı ve uyumlu bir çizgiye kaymış bir Kürt hareketi ile ilişkilerin seyri büyük ölçüde başka olabilirdi. (Şu son dönemde yeniden sıklıkla tekrarlanan İspanya örneğinin Türkiye’den temel önemde bir farkı tam da buradadır.)

Bu aynı gerçeklik “Zeytin Dalı” politikası ve “yerli Prodi” arayışının da Türkiye gibi bir ülkede daha baştan ölü doğması anlamına gelmektedir. “Zeytin Dalı” İtalya’daki biçimiyle tüm ılımlı sol ya da sosyal-demokrat partilerin seçim başarısına endeksli bir politikanın adıdır. Fakat İtalya’nın bir Kürt sorunu, dolayısıyla bu sorunun inkarcı-şoven bir çizgide şekillendirdiği bizdeki türden sözümona sol ya da sosyal-demokrat partileri yoktur. Orada sözkonusu olan toplumsal ve siyasal sorunlara ilişkin olarak ılımlı reformlar (neo-liberal politikaların egemenliği nedeniyle bunlar gerçekte lafta kalsa da) çizgisine dayalı bir ortak payda ekseninde kurulan bir seçim ittifakıdır. Bizde ise halen siyaset sahnesi bu tür sorunlar üzerinden değil, rejimin yüzyüze bulunduğu temel sorunlar üzerinden, özellikle de Kürt sorunu üzerinden şekillenmekte, gerçek saflar buna göre oluşmaktadır. CHP ve DSP’yi MHP ile, şoven-inkarcı devlet solunu faşist akımla buluşturan tam da budur.

Politika ve önerinin sahibi Abdullah Öcalan “İtalya’daki Prodi pratiğini örnek alabilirler. Yalnız birebir taklit değil, Türkiye koşullarını da dikkate alarak daha geniş bir tabanı esas almalılar” diye dursun, gerçekte herkes Türkiye’ye özgü durumun tüm açıklığı ile bilincindedir. Abdullah Öcalan’ın ortaya attığı her öneriyi kural olarak olduğu gibi tekrarlayan PKK yöneticileri bile bir yandan bu politikayı hararetle savunup “en çarıpıcı örnek” olarak İtalya’ya işaret ederlerken, öte yandan ve tam da aynı değerlendirmelerin devamında, Türkiye’nin sözde sosyal-demokrat solunun gerçekte sol olmadığını ve dolayısıyla “Zeytin Dalı” politikasının muhatabı olamayacağını söylemek zorunda kalıyorlar.

“Zeytin Dalı” ya da ölü doğmuş politika

DTP Kongresi vesilesiyle yoğunlaşan tartışmalar içinde bunu hemen herkes bir biçimde yinelemektedir. Kongrenin hemen öncesinde Özgür Gündem’de yayınlanan ve tartışmalara yolaçan uzun röportajında bu konulara da değinen Orhan Doğan’ın söylediklerine bu çerçevede daha yakından bakabiliriz.

“DTP’yi yaşatmak sol-sosyal demokratların takiyyesiz AKP’si yapmak durumundayız” diyen ve “Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlarda sol-sosyal demokrat kulvarda birlik oluşturmanın ertelenemez bir acil bir görev olduğunu” vurgulayan Orhan Doğan, kendisine yöneltilen “Nasıl bir sol ittifak” sorusuna şu yanıtı veriyor: “Ben sol kulvarda siyaset yapan ÖDP, SDP, EMEP gibi partileri asla küçümsemiyorum. Verdikleri mücadeleyi saygıyla karşılıyorum. Ama ne yazık ki son 15 yılda büyüme ve genişleme adına ittifak yaptığımız siyasi partiler, sol ve sosyal demokrat kulvarda birlik oluşturacak yapıdan uzaktılar. Herşeyden önce sol yeniden tanımlanmalı.” (Özgür Gündem, 22 Haziran 06)

Orhan Doğan uzun röportajının bütününde olduğu gibi burada da son derece açık ve kendi konumu ve kimliği üzerinden gerçekçi bir politik tutum sergiliyor. “Sol-sosyal demokrat kulvarda birlik” vurgusuyla Abdullah Öcalan’ın “Zeytin Dalı” politikasının mantığını ve gereklerini ortaya koyarken, öte yandan ÖDP, SDP, EMEP türünden reformist partilerle bu aynı kulvarda yapılacak fazla bir şey olmadığının altını çiziyor. Kendisinin de ifade ettiği gibi bu bir küçümsemeden değil fakat reel-politik anlamında gerçekçilikten geliyor. “Zeytin Dalı” politikası temelde parlamento seçimlerinde başarı sağlamaya yönelik bir politika olduğuna ve halen hükümette bulunan partinin karşısına yeni bir politik alternatif olarak çıkmayı gerektirdiğine göre, ÖDP, SDP, EMEP gibi oy desteğinden yoksun bulunan ve parlamenter alanda tümüyle Kürt hareketinin eteğine tutunarak bir şeyler elde etmeyi uman partilerle yapılabilecek ne olabilir ki? PKK gelsin dosdoğru meclise girsin, Abdulah Öcalan serbest bırakılarak evinde göz hapsine alınsın diyerek kamuoyu önünde legal alandaki Kürt politikacılarından beklenmeyen bir dobralıkla (ki bunun bir başka örneği Batman Belediye başkanıdır) konuşan Orhan Doğan, bu aynı dobralığı parlamentarizme soyunmuş reformist solun gerçeğini tüm çıplaklığı ile ortaya koyarak da göstermiş oluyor. “Zeytin Dalı” politikası oyalayıcı bir tartışma olarak değil de ciddi bir seçim politikası/stratejisi olarak ortaya atılmışsa eğer, kuşkusuz Orhan Doğan söylediklerinde tümüyle haklı sayılmalıdır. Her zeminin ve politikanın kendi mantığı, kendi gerekleri vardır. Zemin seçimler ve parlamento ve politika da “Zeytin Dalı” ise eğer, ÖDP, SDP, EMEP ve halen legal partilerini kuramadıkları için ismi anılmayan reformist blokun öteki bileşenleriyle bu alanda ne yapılabilir ki gerçekten?

Ne var ki Orhan Doğan’ın haklılığı yalnızca “Zeytin Dalı” politikasının soyut mantığı sınırları içinde bir anlam taşımaktadır, gerçek yaşamda ise durum tümüyle başkadır. Zira sosyal-demokrat kulvarda AKP’ye karşı birlik kurulmasını öneren aynı Orhan Doğan, bunun muhataplarına ilişkin bir soruya yanıtlarken CHP ve DSP’yi kastederek şunları söylemek zorunda kalmaktadır: “Onların sol ya da sosyal demokrat partiler oldukları doğru değil bence. Ben son açıklamalarına baktıktan sonra Karayalçın’ın da DTP’nin içinde olduğu bir birlik esprisine sıcak bakacağını sanmıyorum...”

Bunlar yerinde değerlendirmelerdir, fakat “Zeytin Dalı” politikasının ölü doğumunun da acı itirafıdır. Söyledikleri zımnen bu anlama geldiği içindir ki Doğan’a ÖDP, SDP, EMEP vb. ile olmaz diyorsun, CHP ve DSP’yi sol saymıyorsun, Karayalçın’ın da yan çizdiğine işaret ediyorsun, bu durumda geriye kim kalıyor ki sorusu soruluyor. Onun bu açık soruya yanıtı Türkiye’de geniş bir hoşnutsuz kitle bulunduğuna dair genel geçer bir sosyolojik gözlemden ibaret kalıyor. Bu ise bir yanıttan çok aynı açmazın yeni düzeyde bir itirafı olmaktan öteye gidemiyor.

AB sorunu ve çağdışı “marjinal sol”

Orhan Doğan’la yapılmış röportajda konumuzla bağlantılı iki önemli nokta daha var, çok kısa olarak bunları da aktaralım. Bunlardan ilki “sol-sosyal-demokrat” ittifakın ilkeleri ve programına ilişkin. Özgür Gündem adına röportajı yapan Cengiz Kapmaz, yerinde bir tutumla “Sol bileşenler arasında uzlaşma kolay olacak mı? Örneğin AB konusu gibi...” sorusunu yöneltiyor Orhan Doğan’a. 2002’den bu yana reformist bloku oluşturanlar arasında bir dizi temel konu üzerinden varolan fakat liberallere özgü bir maharetle sürekli biçimde hasıraltı edilen ilkesel önemde görüş ayrılıklarına işaret eden bu soruya Orhan Doğan, “Ben marjinal sol hariç, AB’ye karşı çıkacak çağdaş, evrensel bir sol anlayış düşünemiyorum” yanıtını veriyor. Bu tipik bir sosyal demokrat yanıttır ve gerçekte bir bütün olarak Kürt hareketinin Türkiye’nin devrimci ya da sosyalist olmak iddiasındaki sol hareketine, daha somut planda ise reformist blokun “sosyalist” bileşenlerine yaklaşımını ortaya koymaktadır.

AB Kürt hareketi için Kürt sorununun çözümü çerçevesinde üzerine hayaller kurulan bir politik proje olmaktan öteye insanlık için geleceği temsil eden bir uygarlık projesidir de. Bu özelliği ile Abdullah Öcalan’ın kitaplarında kendine genişçe yer bulmuş, geliştirilen “yeni sistem”in gerekçelendirilmesi çerçevesinde sayısız olumlu atfın konusu olmuş, buradan uyarlamalarla KADEK-Kongra Gel-PKK programlarında geleceğin insanlık özlemi ve hedefi olarak yüceltilen “demokratik uygarlığın” halen gerçekleşmiş örneği olarak olumlanmıştır.

Dolayısıyla ortada sanıldığından da önemli bir ilke ve politika sorunu vardır. Reforimst sol ittifakı kendi liberal doğasına yakışır bir biçimde bunun üzerinden yıllardır atlayıp durmaktadır ama artık lütfedilip bu konuya blok adına bir açıklama getirilmek durumundadır. Kaldı ki gündemde yeni bir seçim var ve bu seçimde kitlelerin karşısına ortak bir tutumla çıkacak az-çok ciddi her oluşumun AB gibi önemli bir politika sorununda mutlaka topluma ve kitlelere açık bir şeyler söylemek zorunluluğu vardır. Bunun söylenip söylenmeyeceğini, söylenecekse eğer nasıl söyleneceğini bekleyip görmemiz gerekecek.

“Yerli Prodi” arayışına yerinde düzeltme

Orhan Doğan’a sorulan öteki soru ise şöyle: “Peki bu sol ittifakın Prodisi kim olacak?” Yanıt bize göre her açıdan dikkate değer, bu nedenle bütünlüğü içinde olduğu gibi aktarıyoruz: “Belki de Evo Morales’i kim olacak? diye de sormak gerekebilir. Veya içinde De Clerk olacak mı, Zapatero olacak mı? Mevcutlar içinde bir Prodi tiplemesi göremedim, bilmiyorum. Muhtemelen bu yeni bir yüz, belki de sürpriz isim olacaktır. Geçmişte benzer çalışma yürütürken Sayın Celal Doğan olabilirdi diye düşünmüştük. Ortaya koyduğu vizyon Türk ve Kürt halklarını buluşturacak bir perspektif içeriyordu. Bir şeyler mi kaçırdık yoksa yanlış mı düşünüyoruz, bunu tarih gösterecektir.”

Türkiye gibi bir ülkenin sol ittifakı için “yerli Prodi” aramak normal koşullarda mantıktan yoksundu ve biz geçen sayıda bunun üzerinde genişçe durmuştuk. Orhan Doğan deneyimli ve özgün düşünebilen bir politikacı olarak kaynağı Öcalan da olsa sorudaki mantıksızlığı anında düzeltiyor. “Belki de Evo Morales’i kim olacak? diye de sormak gerekebilir” diyor. Evo Morales bir kitle hareketi dalgasının üzerinden başkanlığa yükseldi. İlla örnek aranacaksa bu İtalya’dan çok Latin Amerika olmalıydı diyen Kızıl Bayrak’ı Orhan Doğan da doğrulamış oluyor.

Fakat bundan da önemli olanı De Clerk ve Zapatero’ya yapılan atıftır. İlki ırkçı Güney Afrika Cumhuriyet’inde Aparheid dönemine son veren sürecin beyaz temsilcisi, öteki Katalonya için daha geniş bir özerkliği geçtiğimiz günlerde oylayan ve şu günlerde ETA ile barış görüşmeleri yapacak olana İspanya başbakanı. Orhan Doğan, bir kez daha son derece isabetli bir tutumla Kürt hareketinin bugünkü politikası üzerinden işaret edilebilecek türden şahsiyetlere işaret ediyor.

Aynı konuda, Prodi örneği konusunda, Kızıl Bayrak’ın geçen sayıdaki yorumu şöyleydi: “Abdullah Öcalan ve onu izleyerek PKK yöneticileri böyle bir örnekten Türkiye’nin emekçileri ve mazlum Kürt halkı için en ılımlı reform sınırlarında dahi ne gibi bir yarar umuyor olabilirler ki? Bu yanıtı kolay bir soru değil. Zira devrim düşüncesini ve dolayısıyla hedefini kategorik olarak terketmiş bulunsalar da, varlık nedenlerini oluşturan siyasal sorun yüzünden onlar kurulu düzenin hiç değilse siyasal statükosunda bazı değişimler talep etmek durumundadırlar ve nitekim ediyorlar da. Fakat bu kadarı bile İtalya’ya ve Zeytin Dalı’na değil daha uygun başka örneklere bakmayı gerektirir. Oysa onlar, özellikle de bu düşünce ve politikanın kaynağı olarak Öcalan, İtalya’ya ve Zeytin Dalı’na işaret edip durmaktadır.”

Fakat bütün bunlardan daha da önemli olan, Orhan Doğan’ın Celal Doğan hakkında söyledikleridir. Gizlenemeyen bir özeleştirel pişmanlıkla dile getirilen bu sözler, ilkin mevcut Kürt politikasının mantığına uygun düşmektedir. Eline fırsat geçtiğinde ne yapıp yapamayacağı ayrı bir sorun, fakat Celal Doğan’ı öteki sosyal-demokrat şahsiyetlerden ayıran yan Kürt sorununa ve hareketine bilinen ılımlı yaklaşımıdır. Kürt sorunu üzerinde yükselen, varlık nedeni bu olan bir hareketin içinde yer alacağı bir ittifak için ille de bir “yerli Prodi” aranacaksa o ancak bu türden biri olabilir haliyle. Orhan Doğan’ın atfı bu açıdan yerindedir.

Fakat bir de sorunun öteki bir yüzü var. Celal Doğan mevcut sosyal-demokrat lider adayları arasında denebilir ki Özal çizgisinde gerçek bir neo-liberaldir. Bu ise bir başka koldan bizi gerisin geri İtalya’nın Prodi örneğine götürüyor. Celal Doğan Kürt sorununa duyarlı bir tür “yerli Prodi” örneğidir. Orhan Doğan konumundaki bir Kürt politikacısının soruna tarihi tanık tutacak denli önemli bir vurgu eşliğinde Celal Doğan’a işaret etmesi bu açıdan rastlantı da değildir.

Bu tutum ve yaklaşım Öcalan’a Morales üzerinden getirilen düzeltmenin tüm anlamını da ortadan kaldırmaktadır haliyle. Fakat bunun bir önemi yoktur. Zira bu sonuç gerçekte Kürt hareketine bugün egemen olan siyasal anlayış ve tercihin mantığına tümüyle uygundur. Kürt kitlelerinin sosyal konum ve sorunları ile mücadeleci dinamizmine uygun düşen gerçekte Latin Amerika örnekleri olsa da, anayasal reformlara dayalı bir çizgide devletle ve düzenle barışmayı ve bütünleşmeyi seçmiş bir Kürt hareketi için bu tür örnekler “çözücü” olmaktan çok sorun kaynağıdır. Oysa bir yerli Prodi örneği olarak Celal Doğan’ın simgelediği kimlik bir yandan Kürt sorunu için ılımlı bir reform olanağı, öte yandan ise düzenin yerli ve emperyalist efendileri için bir güven kaynağıdır.

Öcalan’ın arayıp da bulun dediği “yerli Prodi”ye uygun düşecek ideal politikacı tipi konusunda bir fikir mi edinmek istiyorsunuz, kestirmeden Celal Doğan’a bakınız o halde!..

(Devam edecek...)