13 Mayıs 2006 Sayı: 2006/18 (18)
  Kızıl Bayrak'tan
   Çözümsüzlük, istikrarsızlık, bunalım içinde kısırdöngü!
  Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması üzerine...
  Şemdinli davası: İçeriye çekidüzen verme operasyonu!
  Sosyal yıkım yasasına Çankaya rötarı
  ATO Raporu üzerine; Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir.
  ABD işbirlikçilerinin utanç verici taşeronluk misyonu
Beytepe'de jandarma terörüne karşı kitlesel öğrenci eylemi
"Toplumla Mücadele Yasası"na karşıyız!
Has Alüminyum Direnişi sürüyor!
OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile röportaj; Kadınlar mücadele ile özgürleşecek
  Gençlik Kurultayı'ndan Gençlik Kampı'na: Özgürlük ve gelecek için yürüyoruz / (Orta sayfa)
  2006 1 Mayıs'ı ve gençliğe düşen görevler
  1 Mayıs'tan aldığımız güçle birleşik bir gençlik kurultayı için yürüyoruz!
  6 Mayıs anmalarından : Denizler mücadelemizde yaşıyor!
  "Silahların zoru"na boyun eğmeyen Filistin halkı "açlık zoru"nun da üstesinden gelecektir.
  Bolivya'da petrol ve doğalgaz kaynakları kamulaştırıldı
  Savaş suçlusu Tony Blair'in koltuğu sallanıyor
  Enerjide özelleştirme; Yağma programına tüm hızıyla devam!
  20. İTÜ Şenliği çizgi halini almış zorbaca tehditlerin gölgesinde geçti
  HÖC'den saldırılara ilişkin açıklama
  Birlik çabaları / M. Can Yüce
  1 Mayıs ve "Uzun Dalga" / Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

1 Mayıs ve ‘Uzun Dalga'

1 Mayıs, 120 yıl önce, Chicago'da, 8 saatlik iş günü talebiyle başlayan büyük bir kitle grevinin içinde doğdu. Greve katılanların ezici çoğunluğu Avrupalı göçmen işçilerdi. Bu yıl 1 Mayıs Chicago'da, ezici çoğunluğu yine göçmenlerden oluşan, 400 bin işçinin katılımıyla kutlandı. O zaman olduğu gibi 1 Mayıs, bu kez de dünya çapında bir “toplumsal sorunun” beslediği yine dünya çapında bir toplumsal muhalefet dalgasının dışavurumuydu.

Toplumsal muhalefetin uzun dalgaları

“Toplumsal sorun” kavramı siyasi söyleme ilk kez 1830'larda piyasanın, hızlı metalaşmanın yıkıcı etkilerine karşı tepkilerin, toplumsal düzeni sarsmaya başlamasıyla girdi. Toplumsal muhalefetin, 1830'larda yükselmeye başlayan, “1968 olaylarına” kadar süregelen uzun dalgasının ilk yarısında, Avrupa'yı sarsan 1848 devrimlerinden sonra, “toplumsal sorun nasıl denetim altına alınabilir” sorusu siyasi söylemin merkezine oturmuştu. Böylece sınıf çelişkilerini yumuşatıcı, piyasanın tahribatını denetleyici reformlarla, “gelişme/kalkınma “ amaçları ve bunun için planlama, kamu mülkiyeti gibi araçlar, devreye girdi; devlet bu yönde yeniden şekillendi. Bu dalganın ikinci yarısında, birinci yarıda ortaya çıkan sömürgeciliğin (ki bu, Güney Afrika'yı sömürgeleştiren Cecil Rodhes'e göre, içeride devrimi engellemek için gerekliydi) de etkisiyle, anti-emperyalizm, ulusal bağımsızlık kavramları, talepleri egemen oldu.

Toplumsal muhalefetin bu uzun dalgası “1968 olaylarıyla” birlikte geri çekilmeye başladıktan sonra, “gelişme”, “kalkınma” amaçlarından vazgeçilmeye, kamu mülkiyeti ve planlama anlayışı tasfiye edilmeye başlandı. “Reform” ise artık piyasaların serbestleştirilmesi, çalışanların 150 yıllık kazanımlarının tasfiyesi anlamına geliyordu. Toplumsal muhalefetin yükseldiği döneme ilişkin, sosyal demokrasi, sosyalizm gibi kavramlar ve kapitalizmin eleştirisi, “kaçınılmazlık” ve “küreselleşme” ambalajına sarılarak sunulan sermayenin yeni genişleme atılımı döneminde de emperyalizm, ulusal bağımsızlık kavramları “muhalefetin” söyleminden çıktı; ulusal devletin önemini yitirmeye başladığına ilişkin bir sav egemen oldu.

Ancak tüm bu gelişmeler, yol açtıkları toplumsal yıkım, “toplumsal sorunu” yeniden gündeme getirdi. 1990'ların ikinci yarısında, Avrupa'da yaşanan yaygın grevler, Asya ve Arjantin krizlerinin yol açtığı toplumsal tepkiler, “Seattle olayları” onu izleyen küreselleşme karşıtı eylemler, bir süredir toplumsal muhalefetin yeni bir “uzun dalgasına” girdiğimizi düşündürüyorlardı.

Her yerde isyan

Latin Amerika'da, ulusal bağımsızlık, halkçılık temelinde belirgin bir sola kayış var. Avrupa'da toplumsal muhalefet neo-liberal anayasa projesini durdurdu. Fransa'da önce kasım olayları, sonra geniş bir öğrenci-işçi katılımıyla yaşanan nisan eylemleri, hükümete geri adım attırdı. İngiltere'de 1920'lerden bu yana en büyük grevler yaşandı. ABD'de göçmenlik yasalarına karşı, tarihte görülmemiş çapta bir toplumsal muhalefet yükseldi. Uluslararası medyanın saygın yazarları, küreselleşmenin tehlike altında olduğundan, çökebileceğinden yakınmaya başladılar.

Emperyalizm ve sömürgecilik kavramları da yeniden siyasi söyleme girdi. Kissinger, 19. yüzyılda sömürgeler için rekabet edenlerin, şimdi enerji kaynaklarını ele geçirmek için rekabet ettiklerini söylüyordu. Emperyalizme karşı tepki de yükseliyor: Latin Amerika'da halkçılık, Irak ve Afganistan'da silahlı direniş, Ortadoğu'da gençliğin dinci görüşler üzerinden radikalleşmesi, Nijerya'da büyük petrol şirketlerine karşı yükselerek dünya petrol piyasasını sarsacak güce ulaşan direnişler, Nepal'de, “Maoculuk geri geliyor” korkusuyla Financial Times'ı yeise sürükleyen, demokratik devrim de bu dalganın belirtileri. Ayrıca, Irak'ta direnişin Şiileri de kapsayarak yükselmeye devam etmesinin, İran'ın hedef tahtasına konulmasının, bunların yerel toplumsal sorunlarla birleşmesinin etkisiyle, diğer Arap ülkelerinde Şii nüfusun başkaldırmaya başladığını da görüyoruz. Çin'de kırsal bölgelerde, yoğunlaşarak devleti sosyal reformlara zorlayan köylü, yeni sanayileşen kentlerdeki işçi hareketleri de bu yeni dalganın parçaları. Tabii bu toplumsal sorunun karanlık bir yüzü de var: Irkçılık, yabancı düşmanlığı, şoven/etnik milliyetçilik ve dinci mistisizm. Postmodernizm geri çekilirken bu akımın, eleştirenlerin öngördüğü gibi arkasında, reaksiyoner bir “aşiret” (etnik, tarikat, bölgesel kimliklere sığınma) refleksi bıraktığını görüyoruz.

1 Mayıs 2006

Bu yıl ABD kentleri, 29 Nisan-1 Mayıs arasında sivil haklar ve Vietnam karşıtı gösterilerden bu yana en büyük kitle eylemlerine sahne oldu. 29 Nisan günü New York'ta yaklaşık 350 bin kişi savaşa karşı yürüdü. 1 Mayıs günü Chicago'nun yanı sıra Los Angeles'te 1 milyon, New York, Denver, Atlanta, Pheonix, Detroit, Huston San Fransico'da on binlerce göçmen işçi ve onları destekleyen aydınlar, öğrenciler sokaklardaydı. Bush yönetimini eleştiren filmlerin sayısındaki artış, Washington Basın Balosu'nda komedyen Stephen Colbert'in Bush'u herkesin önünde yaklaşık 15 dakika süreyle, birbirini izleyen müstehzi şakalarla küçük düşürmesi, emektar bir CIA analistinin, gazetecilerin önünde, Rumsfeld'e “yalancı” demesi, başkanın sürekli gerileyen popülaritesi de bu ülkede havanın değiştiğini gösteriyordu.

Latin Amerika'da, Meksika, Venezüella, Bolivya, Küba, Brezilya gibi ülkelerde 1 Mayıs kutlamaları çok canlıydı. Ama bu kıtada günün en önemli olayı, Bolivya Devlet Başkanı Morales'in doğalgazı kamulaştırdığını açıklamasıydı. Uzun yıllar sonra kamulaştırma yeniden dünyanın gündemine girdi. Zaten, aynı gün Newsweek'in web sitesinde yayımlanan bir araştırma dünyada, devlet işletmelerinin yeniden güçlenmeye, devletlerin stratejik amaçlarla ekonomiye ve uluslararası rekabete doğrudan katılmaya başladığına ilişkin yeni bir trendi belgeliyordu.

Avrupa'da da 1 Mayıs kutlamalarına katılımın yüksek olduğu anlaşılıyor. Ama, en büyük gösteri kıtanın en güçlü ülkesinde Almanya'da gerçekleşti; 500 binden fazla sendikalı işçi Şansölye Merkel'in neoliberal politikalarını protesto etti. Rusya'da 1 Mayıs önceki yıllara göre çok daha coşkuyla kutlandı. Moskova'da “resmi sendikaların” düzenlediği gösteriye 25 bin kişi katılırken Komünist Parti ve diğer sol grupların ortak gösterilerine katılanların sayısının da aşağı kalmadığı bildiriliyordu.

1 Mayıs Asya'da da heyecanla kutlandı. Endonezya'nın Cakarta kentinde göstericilerin sayısı 100 bini aşıyordu. Nepal'de Maocu hareketin, sendikaların, siyasi partilerin oluşturduğu blok, kitle eylemleriyle kralı bir yenilgiye uğrattıktan, demokratik devrimi bir adım daha ileri götürdükten sonra, 1 Mayıs tam bir zafer bayramı havasıyla kutlandı. Güney Kore'de, Seul'de 1 Mayıs kutlaması neoliberalizme karşı bir gösteriye dönüşürken işçiler Hyundai fabrikası önünde polislerle çatıştılar. Geçen aylarda ırkçı saldırılarda ani bir yükseliş yaşanan Avustralya'da ülke tarihinin en büyük 1 Mayıs gösterileri gerçekleşti. 1 Mayıs, Güney Afrika ve Nijerya gibi kilit ülkelerde de güçlü bir katılımla kutlandı.

Bu yıl “1 Mayıs” kutlamaları, dünya çapında bir toplumsal muhalefet dalgasının güçlenmeye devam ettiğini gösteriyordu.

Ergin Yıldızoğlu

(Cumhuriyet, 8 Mayıs ‘06)

-------------------------------------------------------------------------------------

Önce tabela!

Devletini, milletini, milliyetini, dinini, geleneğini, ailesini, memleketini, havasını, suyunu, her karış toprağını, şehit kanıyla sulanmış her karış toprağını, bayrağını, marşını, destanlarını, kahramanlarını herkesin... Çok çok büyük çoğunluğun çok çok sevdiği, canını fedaya hazır olduğu canım ülkemin “en kıdemli haberi”dir. Çok şey değişir; o değişmez: Vergi beyanlarına bakılır ve işadamlarının (ve kadınlarının) çoğunun, esnafın, serbest meslek sahiplerinin, sadece alaylıların değil, doktor gibi mekteplilerin de asgari ücretliden daha az gelir ve vergi beyan ettiği “tespit edilir”. Geldik, gidiyoruz; hangi hızla gittiğimizi bilmesek bile, bunu ezbere biliyoruz.

Mangalda kül bırakmamalara, afra tafralara, delikanlılıklara, damarlardaki asil kanlara, muhabbetlere, öfkelere, linçlere filan bakarsanız, “milletin ezici çoğunluğu” memleketini, devletini anormal seviyor. Lakin; bir bakıma maçlardaki gibi: Önce hep bir ağızdan “İstiklal Marşı” söyleniyor; sonra aynı bayrak altında aynı marşın çocukları olduğu varsayılan başkalarına, “onun bunun çocukları” olarak sövülüyor.Vergi meselesi de öyle: Paçalardan akan ikiyüzlülük, adilik vesikası! Hani, bir zamanlar ABD'de olduğu gibi harbiden “devlet karşıtı” siyasi tavırla, vergi ödememenin ideolojisini savunan cesur militanlar olsalar, saygı duyalım. Öyle değil ki. Bu sinsi ve aşağılık bir durum. Aşağılıklığı, çok az gelir ve vergi beyan etmekten, kaçırıp durmaktan kaynaklanmıyor tek başına: “Adiliği”nin şahikası; bu arkadaşların çoğunun aynı zamanda bu ülkede, duruma göre “en milliyetçi, en devlet yanlısı, en dindar, en dinci, en muhafazakar, en demokrat, en laik, en cumhuriyetçi, en Atatürkçü, en adaletçi, ordusunu çok seven” yaftalarla donanıp ağzına geleni söylemesi...Ve o sırada asla vergi levhasına filan bakmaması.

İnsanın bir “ahlak pusulası” olur... Ne bileyim; dindir, milli şuurdur, ulusalcı olabilir, demokrasidir, cumhuriyetçiliktir, soldur, sosyalizmdir, ütopyadır, felsefi bir gelenektir... Her halükarda, “vicdan” ile bir alışveriş varsayılır. Lafa ve mangallara, küllere bakarsanız; bunlar kafi miktarda mevcut. Ama aynı zamanda çoğu hırsız, ahlaksız, kaçakçı, yalancı, sahtekar; ne milletiyle dayanışmaya, ne devletiyle sosyalleşmeye, ne vicdanıyla hesaplaşmaya, ne inancıyla helalleşmeye giriyor. Çalıyorlar ve sonra... uyduruk vergi beyanının mürekkebi henüz kurumadan, ülkenin ortak bekasından kaçırdıklarının günahı boyunlarında; karşınıza “çok kutsal değerler”le, üstelik en cazgır biçimde çıkıveriyorlar. Sokakta, mahallede, kahvede, işyerinde, camide, meydanda ve elbette siyasetin, hatta iktidarın orta yerinde. En hafifinden “Vatan sağ olsun”; en şiddetlisinden, mesela, “ya sev, ya terk et” diyebiliyorlar. Asıl ikiyüzlülük bu. Bir okurun, Pınar Hanım'ın deyişiyle, “Vicdansız ve açgözlü olma şartı var” sanki. İnanın esas mesele; aslında yürekten, içten, vicdani hiçbir sağlam değeri olmayanların, karşımızda, karşınızda, aramızda ve bazen, siz, bizzat kendiniz olarak, kutsal ve dünyevi birçok değerin yılmaz ve kaskatı savunucusu kılığında tezahürü. Bunlar üstelik kahredici bir gerçeklik olan yoksullukla da alay ediyorlar, kendilerini yoksulmuş gibi göstererek. Yok yahu böyle milliyetçilik, vatanseverlik, Atatürkçülük, devlet-millet aşkı, demokratlık, cumhuriyetçilik, sosyal demokratlık, dindarlık, muhafazarlık, ahlak falan filan. Önce vergi tabelası, sonra nutuk; tamam mı!

Umur Talu

(Sabah, 10 Mayıs '06)