13 Mayıs 2006 Sayı: 2006/18 (18)
  Kızıl Bayrak'tan
   Çözümsüzlük, istikrarsızlık, bunalım içinde kısırdöngü!
  Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması üzerine...
  Şemdinli davası: İçeriye çekidüzen verme operasyonu!
  Sosyal yıkım yasasına Çankaya rötarı
  ATO Raporu üzerine; Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir.
  ABD işbirlikçilerinin utanç verici taşeronluk misyonu
Beytepe'de jandarma terörüne karşı kitlesel öğrenci eylemi
"Toplumla Mücadele Yasası"na karşıyız!
Has Alüminyum Direnişi sürüyor!
OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile röportaj; Kadınlar mücadele ile özgürleşecek
  Gençlik Kurultayı'ndan Gençlik Kampı'na: Özgürlük ve gelecek için yürüyoruz / (Orta sayfa)
  2006 1 Mayıs'ı ve gençliğe düşen görevler
  1 Mayıs'tan aldığımız güçle birleşik bir gençlik kurultayı için yürüyoruz!
  6 Mayıs anmalarından : Denizler mücadelemizde yaşıyor!
  "Silahların zoru"na boyun eğmeyen Filistin halkı "açlık zoru"nun da üstesinden gelecektir.
  Bolivya'da petrol ve doğalgaz kaynakları kamulaştırıldı
  Savaş suçlusu Tony Blair'in koltuğu sallanıyor
  Enerjide özelleştirme; Yağma programına tüm hızıyla devam!
  20. İTÜ Şenliği çizgi halini almış zorbaca tehditlerin gölgesinde geçti
  HÖC'den saldırılara ilişkin açıklama
  Birlik çabaları / M. Can Yüce
  1 Mayıs ve "Uzun Dalga" / Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Şemdinli davası açığa çıkan gerçekleri tersyüz etmeyi amaçlayan bir psikolojik savaş hamlesi eşliğinde başladı!

İçeriye çekidüzen verme operasyonu!

Şemdinli olayının üzerinden yaklaşık 7 ay geçtikten sonra nihayet, halkın suç üstü yakaladığı ordu görevlileri yargılanmaya başlandı. Yargılamanın, daha önce Susurluk'ta olduğu gibi, bu kişilerin aklanmasıyla sonuçlanacağı malum. Fakat yargının asıl amacı bu tetikçilerden ziyade, devletin ve devletin yönetici çekirdeği ordunun aklanması olduğu ölçüde, göstermelik de olsa bir takım cezalar da verilebilir. Nitekim Susurluk sırasında da kimi kontrgerilla elemanları çeşitli sürelerde hapis cezalarına çarptırıldılar. Sonuçta devlet aklandıktan ve olay soğutulduktan sonra bu suç elemanları birer kahraman gibi dışarı salındılar. Bugün Şemdinli davasında sanık sandalyesine oturtulanlar da, haklarında ne kadar ceza istenirse istensin (ki müebbet istenmektedir), benzer bir süreci yaşayacaklar, olayın soğutulduğu bir aşamada ellerini kollarını sallayarak yeniden işbaşı yapacaklardır. Davanın iddianamesini hazırlayan savcının alenen ipinin çekilmesi bunun böyle olacağını göstermektedir. Dava hakiminin, müdahil avukatlarının yoğun isteklerine karşın, iddianamede yeralan Büyükanıt ile ilgi bölümleri ısrarla okumaması da bu gerçeği doğrulamaktadır.

Son bir hafta içerisinde dava ile paralel olarak yaşananlar, devletin davayı aşan bir hazırlığa sahip olduğunu göstermektedir. Öyle ki, dava ile aynı günlerde Hakkari'de bir okul servis aracı bombalanmış ve düzen cephesi bu olayı Şemdinli'de açığa çıkan gerçekleri tersyüz edecek bir kampanyaya konu etmiştir. Hakkari'nin göbeğinde ve oldukça korunaklı bir mekanda gerçekleştirilen bu saldırının, Şemdinli'de açığa çıkan gerçeklerin tersyüz edilmesi dışında başka bir yararı yoktur, olamaz. Belli ki bu eylemden fiziki kayıplardan ziyade politik bir yarar umulmuştur. Yararı sadece Şemdinli'nin faili devlete olacak bu eylem, bir kontrgerilla eyleminin tüm özelliklerini taşımaktadır. Olay, cumhurbaşkanından başlayarak tüm düzen cephesinin aktif bir şekilde seferber edildiği bir kampanyaya dönüştürülmüştür. “Çocuk katili” edebiyatı eşliğinde yürütülen bu kampanya ile düzen cephesi, Şemdinli'de halk inisiyatifiyle açığa çıkan gerçeklerin üzerini karartmak amacıyla hazırlandığı belli bir psikolojik savaş senaryosunu oynamaktadır.

Bu son olay, Şemdinli'nin devlet ile Kürt halkı arasındaki mücadelede oldukça kritik bir yere sahip olduğunu göstermektedir. Kürt halkı Şemdinli'de on yıllardır kirli ve kanlı faaliyetlerini icra eden, fakat düzenin aklama mekanizmalarıyla üstü örtülen suç şebekesini suçüstü yakalamıştır. Böylelikle sadece Şemdinli'de bir süredir yaşanan seri bombalamaların değil, beraberinde bir dönemdir yoğunlaşan ve tümüyle düzen cephesine hizmet eden kanlı eylemlerin esasta devletin derin karargahlarında tezgahlanan bir oyun olduğu anlaşılmıştır. Fakat bu kadarla da kalmamıştır. Şemdinli, bir dönemin, ‘90'lı yıllarda en uç boyutlarda seyreden kirli savaşın sorgulanmasının da önünü açmıştır. Oysa ‘99'daki İmralı savunmalarından başlayarak PKK yönetimi, bu dönemin tüm faturasının düzen cephesinden kendisine kesilmesini sineye çekmiş ve Kürt halkından da “onurlu bir barış için” acılarını yüreğine gömmesini istemiştir. Fakat geçen süreçte devlet, “onurlu bir barış” bir yana, en küçük bir adım atmaya yanaşmadığı gibi, geleneksel inkar ve imha politikasından milim şaşmadığını göstermiştir. Ayrıca Kürt halkının mücadele değerlerine ve taleplerine “terör edebiyatı” eşliğinde şoven histeri yükseltilerek yanıt verilmiştir. İşte Şemdinli aynı zamanda unutturulmaya ve üzerine sünger çekilmeye çalışılan bir dönemin kanlı tarihiyle hesaplaşma inisiyatifi olmuş, bu bakımdan yol açıcı bir özellik taşımıştır.

Bu yolda atılacak her adım sadece Kürt halkına yönelik yürütülen kirli savaşın ve sorumlularının değil, inkarcı ve imhacı sermaye devletinin üzerine oturduğu temellerinin çatırdaması demekti. Nitekim ucundan Şemdinli'deki çetenin izini sürmeye kalkan savcının, tüm bunları devleti korumak adına yaparken, “devlet karşıtı” bir konuma düşmüş sayılması bundandır. Şemdinli'nin izini sürmek perde çekilen kirli savaş gerçeğine götürecek, böyle bir sorgulama katliamlar üzerine kurulu sermaye devleti gerçeğinin ortaya serilmesi anlamına gelecektir. İşte Şemdinli sonrasında bir bütün olarak düzen cephesinin üzerinde ortaklaştığı kaygı budur. Bundan dolayı, “sonuna kadar gidilecek” denilmesinin üzerinden çok geçmeden, elbirliğiyle Şemdinli'nin üzeri örtülmeye ve ortada duran gerçekler sümen altı edilmeye çalışılmıştır. Bu yeterli olmadığında, sopa sallanarak düzen cephesi hizaya sokulmuştur.

Şemdinli iddianamesini hazırlayan savcı karşısında örgütlenen kampanya, böyle bir hizaya çekme operasyonuna hizmet etmiştir. Ve halen Şemdinli davası ile birlikte gerçekleştirilen derin devlet operasyonlarıyla yapılmak istenen budur. Çok yönlü kriz dinamikleri üzerine oturmuş olan sermaye iktidarı, şu günlerde emperyalist savaş planlarına taşeronluk yapmaya hazırlanırken içeriye de çeki düzen vermeyi, Şemdinli üzerinden şovenizmi körükleyip faşist zorbalığın iplerini salarak mücadele dinamiklerini ezmeyi hedeflemektedir. Şemdinli davası ile eşzamanlı olarak gerçekleştirilen psikolojik savaş hamleleri düzen cephesinden bu yönde atılmış adımlardır. Buna karşı örgütlenecek mücadele bu gerçeklerden hareketle kurulmalıdır.

----------------------------------------------------------------------------------

Şemdinli davasında sahnelenen komedi!

Şemdinli davası 4 Mayıs'ta Van'da başladı. Sanık ifadelerinin dinlenmesiyle geçen ilk iki duruşmanın da bir kez daha kanıtladığı gibi, Şemdinli skandalı örtülecek, suçlular aklanacak, mağdurlar suçlanacaktır.

Davanın ilk duruşmasında savunmasını yapan bombacı astsubay Ali Kaya, iddianamede kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmediğini, bu iddiaların terör örgütü PKK'nın bir komplosu olduğunu, aynı zamanda bombalı saldırının PKK tarafından yapıldığını tespit ettiklerini iddia etti. Bu süreçte tutuklu bulunduğu halde bu tespiti nasıl yapabildiği sorulmadı.

Devletin teröristi Kaya, sadece Umut Kitabevi'ne atılan bombayı PKK'ye havale etmekle kalmadı, tüm bombalama eylemlerini de PKK'nin üstüne yıktı. Aynı zamanda çalıştığı birimin gizliliğini inkarla TSK aklama propagandasına girişti. ‘'Türkiye Cumhuriyeti'nin batısındaki doğusundaki bütün patlamaları terör örgütü PKK yapmıştır. Halen de yapmaktadır. TSK'nın, MİT'in, Emniyet'in hiçbir biriminde gizli ve illegal bir birim yoktur. Böyle bir oluşum olsaydı, isteyen istediği yerde adam öldürseydi, yargısız infaz yapsaydı şimdi Nevruz'da ya da gösterilerde PKK'nın bez parçalarını sararak dolaşanlar benden sizden daha devletçi olurlardı. Terör örgütü PKK'nın yandaşı parti, dernek ve sendikalar Türk bayrağı gömlekle dolaşıyor olurlardı'' diyen Kaya'nın bu sözleri, müdahil avukatlarından Hasip Kaplan'ın istemine rağmen, sanık avukatlarının talebi üzerine kayda geçirilmedi. Zaten, müdahil avukatların iddianamenin tamamının okunması talebi de heyet tarafından kabul görmemiş, Yaşar Büyükanıt ile bölgedeki komutanların suçlandığı bölümler atlanmıştı.

Duruşmanın niteliğine ilişkin bir başka gösterge de, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Masası Sorumlusu Emma Sinclair ile Londra Barosu İnsan Hakları Komitesi avukatı Ajanta Kaza'nın duruşmayı izleme taleplerinin reddedilmesi, gerekçe olarak da “mahkeme salonunun dar olması”nın gösterilmesiydi. Oysa aynı dar salona 10 kadar özel timci sorgusuz sualsiz alınıyor, salona sanıklarla aynı kapıdan girip hemen sanıkların arkasındaki ilk sıraya oturuyorlar, müdahil avukatların ısrarlı soruları üzerine ise Mahkeme Başkanı İlhan Kaya, bu kişilerin güvenlik için Jandarma İl Komutanlığı'ndan gelen haber elemanları olduğunu söylüyor, kimliklerini de açıklamıyordu.

Mahkemede böyle bir komedinin sahneleneceği bilinse de, yine de garip olan şu: Neden hazırlayan savcının meslekten ihraç edildiği aynı iddianame ile dava görülüyor, neden daha uygun bir yeni iddianame hazırlatılmıyor, hatta bu bombacılar neden yargılanıyor? Bombacıların avukatının da duruşmada belirttiği gibi, “sanıklara yöneltilen sorularla terörle mücadele eden 600 elemanın işi tehlikeye sokulacak”sa, neden izin veriliyor böyle bir ‘tehlike' ihtimaline!

Yoksa, devlet teröristi Kaya'nın ilk duruşmada yaptığı gibi, ve iddianame ilk ortaya çıktığında Büyükanıt'ın söylediği gibi, saatlerce kontrgerilla propagandası yapabilmek için mi? Askerin bu davayı bu amaçla kullanmaya çalıştığı görülüyor. Ancak propagandasını yaptıkları örgüt ve eylemleri öylesine kanlı ve kirli ki, açıktan bir savunuya bile girişemiyorlar. Yine inkardan gelmelerle, yine karşı tarafa çamur atmalarla süren bir komedi sergileyebiliyorlar en fazla.