13 Mayıs 2006 Sayı: 2006/18 (18)
  Kızıl Bayrak'tan
   Çözümsüzlük, istikrarsızlık, bunalım içinde kısırdöngü!
  Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması üzerine...
  Şemdinli davası: İçeriye çekidüzen verme operasyonu!
  Sosyal yıkım yasasına Çankaya rötarı
  ATO Raporu üzerine; Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir.
  ABD işbirlikçilerinin utanç verici taşeronluk misyonu
Beytepe'de jandarma terörüne karşı kitlesel öğrenci eylemi
"Toplumla Mücadele Yasası"na karşıyız!
Has Alüminyum Direnişi sürüyor!
OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile röportaj; Kadınlar mücadele ile özgürleşecek
  Gençlik Kurultayı'ndan Gençlik Kampı'na: Özgürlük ve gelecek için yürüyoruz / (Orta sayfa)
  2006 1 Mayıs'ı ve gençliğe düşen görevler
  1 Mayıs'tan aldığımız güçle birleşik bir gençlik kurultayı için yürüyoruz!
  6 Mayıs anmalarından : Denizler mücadelemizde yaşıyor!
  "Silahların zoru"na boyun eğmeyen Filistin halkı "açlık zoru"nun da üstesinden gelecektir.
  Bolivya'da petrol ve doğalgaz kaynakları kamulaştırıldı
  Savaş suçlusu Tony Blair'in koltuğu sallanıyor
  Enerjide özelleştirme; Yağma programına tüm hızıyla devam!
  20. İTÜ Şenliği çizgi halini almış zorbaca tehditlerin gölgesinde geçti
  HÖC'den saldırılara ilişkin açıklama
  Birlik çabaları / M. Can Yüce
  1 Mayıs ve "Uzun Dalga" / Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Lastik tekelleri hükümetin alacağı grev yasağı kararına güveniyor...

Lastik işçisi grev hakkına sahip çıkmalıdır!

Lastik-İş Sendikası tarafından 10 Mayıs günü yapılan açıklamada, TİS görüşmeleri uyuşmazlıkla sonuçlanan Pirelli, Goodyear ve Brisa işyerlerinde 22 Mayıs günü greve çıkılacağı bildirildi.

Açıklamada uzlaşmazlığın patronların kazanılmış hakları ortadan kaldırmaya dönük ısrarlı tutumlarından kaynaklandığı; patronların geçici işçi, yıllık izin ve yeni işçilerin ücreti gibi konularda mevcut kazanılmış hakları ortadan kaldırmak istedikleri; gene mevcut sağlık sigortası uygulamasını kaldırmayı önerdikleri, ücret ve diğer parasal konularda ise hiçbir artışı kabul etmedikleri belirtiliyor. Lastik-İş Sendikası'nın kazanılmış hakları koruyan ve makul artışlar içeren bir TİS'nin imzalanması için elinden geleni yapmaya hazır olduğu da açıklamada ayrıca vurgulanıyor.

Bu açıklama ile lastik işkolunda bir kez daha grev sürecine girilmiş bulunuyor. Bugüne kadar yaşanan süreç gözönüne alındığında şu saatten sonra TİS görüşmelerinin bir son dakika görüşmesiyle sona erdirilmesi oldukça zayıf bir ihtimal. Bu da 22 Mayıs'tan itibaren bu işyerlerinde üretimin durdurulacağı ve greve başlanacağı anlamına geliyor. Tabii eğer hükümet geçit verirse. Bundan önce yaptığı gibi lastik işyerlerindeki grevi “milli güvenlik” gerekçesiyle fiilen yasaklamazsa.

Hükümetin yasaklama kararları nedeniyle lastik sektöründe 2000 yılından bu yana grev yapılamıyor. 2000, 2002 ve 2004 yıllarında da patronla sendika arasındaki TİS görüşmeleri anlaşmazlıkla sonuçlandı. Her seferinde sendika grev kararı aldı. Fakat her defasında da hükümetler lastik patronlarının çıkarlarını dikkate alarak grevleri erteledi, yani fiilen yasakladı.

TİS görüşmelerindeki ödün vermez tutumları, pervasızca tehditler savurmaları aynı oyunun bir kez daha devrede olduğunu, lastik kapitalistlerinin bir kez daha hükümete güvendiklerini, grevlerin hükümetçe yasaklanmasına kesin gözüyle baktıklarını gösteriyor.

12 Eylül sonrasında grev hakkının kazanılması ve yitirilmesi

Tarihsel deneyimlerin de gösterdiği gibi grev, işçi sınıfının sermayeye karşı mücadele kullandığı en önemli ve etkili silahlardan biri durumundadır. Grev silahını Türkiye işçi sınıfı da geçmişte bir çok kereler etkili bir biçimde kullanmıştır. Grevler sermayenin korkulu rüyası haline gelmiştir. Bu nedenle, sermayenin çıkarlarının korunup kollanması için hayata geçirilen 12 Eylül faşizminin icraatlarından biri de işçi sınıfının elindeki grev silahını kullanılamaz hale getirmeyi amaçlayan yasal düzenlemeler olmuştur. Gerçekten de, 12 Eylül yasaları, TİS ve grev hakkını büyük ölçüde sınırlamış, grev yapmayı neredeyse imkansız hale getirmiştir. 12 Eylül hukukunun, grev hakkının içini boşaltan onu göstermelik bir hak haline getiren düzenlemelerinden biri de hükümetlere “kamu sağlığı”, “milli güvenlik” gibi uydurma gerekçelerle grevlere müdahale etmesine imkan tanımasıdır.

Bu söylenenler 12 Eylül sonrasında grev silahının hiç kullanılamadığı anlamına gelmiyor kuşkusuz. Yasalardaki bütün zorluklara ve bıktırıcı prosedürlere rağmen, sınıf hareketinde yeniden kıpırdanmanın başladığı 1983 yılından itibaren bazı işyerlerinde greve çıkılmış, sonraki yıllarda greve çıkılan sektör ve işyeri sayısı gözle görülür biçimde artmıştır. Özellikle sınıf hareketinin iyiden iyiye sokaklara taştığı 1989-90 yıllarında grev silahı en etkili biçimde kullanılmış, bu sayededir ki işçi sınıfının ekonomik ve sosyal durumunda bazı iyileşmeler sağlanabilmiştir. ABD'nin Irak'a saldırdığı Körfez Savaşı'na kadar hükümetler yasaların kendilerine tanıdığı grev erteleme/yasaklama yetkisini çok nadiren kullanmışlardır. (12 Eylül sonrasında ilk kapsamlı grev yasakları Körfez Savaşı sırasında yaşanmıştır.)

Kuşkusuz hükümetlerin o güne kadar grevleri yasaklamaktan kaçınmalarının nedeni sınıf mücadelesinin yarattığı meşruluk ve basınçtır. 1983'ten itibaren her türlü zorluğa ve engellemeye göğüs geren işçiler zorlukları büyük bir sabır ve kararlılıkla santim santim ilerleyerek aşmasını bilmişler, grev hakkını grev yaparak kazanmışlardır.

Bilindiği gibi ilerleyen yıllarda sınıf hareketi giderek gerilemiştir. İşçi sınıfı hareketi ve sermayeye karşı mücadele zayıfladıkça grev silahı da daha seyrek kullanılır olmuştur. Özellikle 1994'ten sonra grev ve greve katılan işçi sayısı hızla düşmüştür. İşçi sınıfı bu silahı etkin bir biçimde kullanamaz hale gelmiştir. Bir bakıma bu silahı kullanma hakkını yitirmiştir.

İşte 2000'li yıllarda hükümetler tarafından sıklıkla başvurulan grev yasaklamalarını bu çerçeve içinde anlamak gerekmektedir. İşçi sınıfının grev hakkına sahip çıkacak güç ve örgütlülükten yoksun olduğu koşullarda hükümetler grev yasaklarına daha sık başvurur olmuşlardır. Bu dönemde özellikle de belediye ve lastik işkolunda ciddi etkisi olabilecek bütün grevler hükümetin yasaklamasıyla karşılaşmıştır.

Sömürü ve kâr oranlarının çok yüksek olduğu lastik sektöründe kapitalist patronlar türlü yollarla hükümetleri denetleyebilmekte, grev yasaklarını işçilerin TİS hakkını gaspetmenin artık kanıksanmış bir biçimi olarak kullanmaktadırlar. Buna karşılık işçi sendikalarının, özelde ise Lastik-İş'in grev yasaklarına karşı kayda değer bir mücadelesinden söz etmek mümkün değildir. Sendika yönetimi ancak 2 yılda bir TİS dönemi gelince grev yasaklarını hatırlamakta, bu konuda bazı göstermelik açıklamalar vb. yapmakta ve sonuçta yalnızca bununla yetinmektedir. Dediğimiz gibi bu bile göstermeliktir, zira Lastik-İş'in başındaki gerici ihanet çetesinin gündeminde sınıfın çıkarlarını korumak ve geliştirmek diye bir sorun yoktur. Hatta grev yasakları bu gerici ihanet çetesinin işine bile gelmektedir. Çünkü onlar bu yasakları, kendi mücadele kaçkınlıklarını ve sektördeki hak gasplarını gizlemenin ya da izah etmenin bir imkanı olarak görmektedir.

Lastik tekelleri bu kez daha kararlı

Bu yıl lastik işkolundaki TİS'leri önceki dönemlerden ayıran esaslı bir fark var. Bu dönem lastik kapitalistlerinin asıl derdi, lastik işçisinin sözleşmeyle korunan temel haklarını gaspetmektir. Yani kölelik yasasının öngördüğü esnekliği ve kuralsızlaştırmayı lastik işyerlerinde de geçerli kılmaktır. Gerçi lastik işverenleri önceki dönemlerde de sözleşmeye esneklikle ilgili maddeler koydurmaya çalışıyorlardı. Fakat o zamanlar kölelik yasası henüz yürürlükte olmadığı için bu çabalar bir bakıma temelsiz kalıyordu.

Bugünse artık kölelik yasası yürürlükte. Ve lastik sektöründeki patronlar da bu yasanın sermayeye sunduğu nimetlerden faydalanmak istiyorlar. Dolayısıyla patronlar bu yıl sadece grevlerin yasaklanması için hükümete baskı kurmakla yetinmeyeceklerdir. Yüksek Hakem Kurulu aşamasına kadar istediklerini elde etmek için ne gerekiyorsa yapacaklardır. Bunun böyle olacağı sendikanın açıklamalarında da ifade ediliyor.

Bütün bunlardan çıkan sonuç, lastik işçisinin bu kez gerçekten de ciddi bir saldırıyla karşı karşıya olduğudur. Lastik işçisinin en temel hakları tehdit altındadır. Ve üstüne üstlük Lastik-İş Sendikası mücadele görevlerinden kaçmak için grevin hükümet tarafından yasaklanmasını dört gözle beklemektedir. Grev yasaklarına karşı şimdiden etkili bir mücadele yürütmemesinin bunun dışında bir açıklaması yoktur.

Grev hakkı için grev!

Lastik işçisinin önünde tek bir yol vardır. Bugüne kadar sözleşme ile korunan temel haklarını korumak ve geliştirmek için öncelikle grev hakkına sahip çıkılmalıdır. Bu, sendika tarafından ilan edilen tarihte gidip işyerlerine grev pankartı asmak değildir. Bu hükümet yasaklama kararı alsa dahi tüm lastik işyerlerinde üretimi durdurmak ve grevi sürdürmektir. Bu, sendikacılar ne yapalım hükümet yasakladı diyerek grev pankartlarını indirmeye geldiklerinde onlara izin vermemektir. Bu, grev hakkını bir kez daha fiilen grev yaparak kazanmaktır. Lastik işçisi bu fitili ateşleyecek güç ve birikime sahiptir.

-----------------------------------------------------------------------------------

Lastik patronlarının yalanları

“İşverenlerin gerek işyerinde işçilere yazılı olarak bildirdikleri, gerekse gazetelere verdikleri demeçlerde belirttikleri görüşlerin özü; işçilik maliyetlerinin son yıllardaki artışı yüzünden gerek kendi içinde, gerekse diğer işkollarına göre lastik işkolunda ücretlerin giderek yükseldiği, Türkiye'de lastik işkolunda ortaya çıkan sorunların temel nedenini işçi ücretlerinin yükselmesinin oluşturduğu, önceleri yüksek olmayan ücretlerde ortaya çıkan son artışlar dolayısıyla sektörün rekabet gücünü yitirdiğidir.

Bu görüşlerin gerçekle hiçbir ilgisi yoktur. Bu iddialar tümüyle yanlıştır ve spekülatif amaçlıdır.

Rakamlar ortadadır ve açıktır

Lastik işçisinin işçilik maliyetinin işçi başına toplam satışlara oranının mevcut düzeyi, uzun yıllar ortalaması olarak sektör ortalaması düzeyindedir. 2005 yılında toplam satış gelirlerinde 2004'e göre bir artış öngörülmeyerek yapılan karşılaştırmalarda bile işçilik maliyetinin satışlar içindeki yeri 2000 yılındaki değere eşit çıkmaktadır.

Lastik işkolu ücretleri ile ülkemizdeki diğer işkolları ücretleri arasındaki fark lastik çalışanları lehine açılmamıştır.

Lastik işkolunda işçi başına üretim miktarları sürekli olarak artmıştır. İşçi başına üretim 2000 yılında 100 kabul edildiğinde, 2004 yılında 133 olarak gerçekleşmiştir. Bu değer önemli ölçüde üretim ve verimlilik artışının gerçekleştiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Lastik üreticilerinin işçi başına verimliliği yabancı ülkelerdeki kişi başına katma değerin önemli ölçüde üzerinde bulunmaktadır. Ücretlerin düşüklüğüne örnek olarak gösterilen Çin, Mısır, Hindistan, Polonya, Macaristan gibi ülkelerde, Türkiye'deki işçi başına verimliliğinin yarısından daha az bir ortalama verimlilik söz konusu iken, İngiltere, Almanya, Fransa gibi gelişmiş ülkelerde, ülkemizden daha yüksek işçilik maliyetleri olmasına karşın, işçi başına verimlilik Türkiye'dekinden daha yüksek gerçekleşmemektedir. 6-7 Nisan 2006 tarihlerinde İstanbul'da gerçekleştirdiğimiz Dünya Lastik İşkolu Konferansı'nda değişik ülkelerden gelen sendika temsilcilerinin ortaya koyduğu rakamlar da, bu durumu teyit eder niteliktedir.

Aynı işçilik maliyetleri ile üretim yapan Goodyear, Pirelli ve Brisa'nın satış ve kâr değerlerine bakıldığında çok büyük farklılık görülmektedir.

İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na resmi olarak sunulan, 2005 yılı rakamlarına göre, Goodyear Şirketi net 2,5 trilyon zarar ederken, Brisa net 60 trilyon kâr etmiştir. Bu değerler de işkolunda ortaya çıktığı iddia edilen ekonomik sorunların işçilik maliyetinden kaynaklanmadığını açıkça göstermektedir. Zira, eğer sorun işçilikten kaynaklansaydı, her iki şirketin aynı birlikte zarar etmeleri gerekirdi.

Benzer şekilde, Goodyear Şirketi 2004 yılında 25 trilyon kâr etmiş, 2005 yılında 2,5 trilyon zarar etmiştir. İki yıl arasında doğan 27,5 trilyonluk farkın nedeni, iddia edildiği gibi, işçilik maliyetlerinin artışı olmuş olsaydı, bütün diğer değerler sabit tutulduğunda, bu artışın % 50 olması gerekirdi. Oysa ki ücretlerdeki artış oranı % 7 civarında olmuştur ki, satışlar ve diğer rakamlar da benzer şekilde artış göstermiştir.

Dolayısıyla işverenlerin kamuoyunu yönlendirmek amacıyla ortaya koyduğu görüşler, yanıltıcı ve maksatlıdır.

(Lastik-İş Sendikası'nın 28 Nisan 2006 tarihli açıklamasından...)

--------------------------------------------------------------------------------------

Goodyear yöneticisi Bob Hall'in fabrikada çalışan bütün işçilerin evlerine gönderdiği tehdit mektubu...

Lastik işçilerine karşı işsizlik sopası

Arkadaşlar;

Bugün (6 Nisan 2006) Goodyear, İngiltere Washington'da bulunan Dunlop fabrikasının kapandığını duyurdu. 585 çalışanının yasal tazminatları ödenerek şirket ile ilişkileri kesildi. Washington fabrikasında çalışmıştım, işini yitiren birkaç çalışanı şahsen tanıyorum. Washington fabrikasında birçok kişi Dunlop'ta uzun yıllar çalışacağını umuyordu. Çok yakında fabrikalarını son kez terk edecekler, çok üzücü bir durum. Bunun yanında bu kapatmadan dolayı ayrıca Woyverhampton fabrikasının 39 çalışanı da etkilenecektir.

Onları bu karara sürükleyen durumu anlamak çok kolay. Ürettikleri lastikler çok pahalı hale geldi. Müşterilerini kaybettiler ve sonunda lastiklerine ihtiyaç kalmadı. Maliyetleri yıldan yıla artış gösterdi.

Aynı gün (6 Nisan 2006) Debica'da bisiklet ve iç lastik üretiminin durdurulması ve 360 çalışanının hizmet akitlerinin sonlandırıldığı açıklaması yapıldı. Debica, maliyetler çok düşük ama buna rağmen yukarıda sayılan nedenler onlar içinde geçirli. Bisiklet ve iç lastikte Çin ve Uzakdoğu mallarıyla rekabet edemediler.

Bizim Goodyear İzmit'teki durumumuzda, Washington ve Debica'da yaşananlara çok çok benziyor. Ambarlarımız lastiklerle dolu, pahalı olduğundan dolayı hiç kimse istemiyor. Bildiğiniz gibi normalde üretimimizin yaklaşık yüzde 70'ini ihraç ediyoruz. Şu anda içinde bulunduğumuz duruma göre, dahili ve harici müşterilerimiz tarafından, lastiklerimiz talep görmemektedir.

Bu bilgileri evinize göndererek Türkiye'de içinde bulunduğumuz durumu düşünmenizi umut ediyorum. Genel olarak Washington ve Debica ile aynı noktadayız. Türkiye'de yer alan diğer endüstrilerin maliyet yapılarını, bizim maliyetlerimizle olan karşılaştırmayı daha önce sizlerle paylaşmıştık. Bu toplantıda bazılarınız “Evet ama daha fazlasını istiyoruz” demiştiniz. Bu doğru olabilir ama bir sonraki soru; “Ne kadar bir süre için?” İzmit sıradaki Washington olabilir mi?

Belki şu anda sorulacak soru bu olabilir.

Yakın bir gelecekte, yukarıda paylaştığım bilgileri konuşacağımız bir toplantı organize edeceğim. Bu arada lütfen Debica ve Washington'da çalışanlara ne olduğunu düşünün ve kendi kendinize şu soruyu sorun; İzmit için neler yapılmalıdır? Fabrikamdan neler bekliyorum? Geleceğim? Ve ailemin geleceği? 2006

Bob Hall

(Evrensel, 5 Mayıs 2006)