13 Mayıs 2006 Sayı: 2006/18 (18)
  Kızıl Bayrak'tan
   Çözümsüzlük, istikrarsızlık, bunalım içinde kısırdöngü!
  Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması üzerine...
  Şemdinli davası: İçeriye çekidüzen verme operasyonu!
  Sosyal yıkım yasasına Çankaya rötarı
  ATO Raporu üzerine; Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir.
  ABD işbirlikçilerinin utanç verici taşeronluk misyonu
Beytepe'de jandarma terörüne karşı kitlesel öğrenci eylemi
"Toplumla Mücadele Yasası"na karşıyız!
Has Alüminyum Direnişi sürüyor!
OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile röportaj; Kadınlar mücadele ile özgürleşecek
  Gençlik Kurultayı'ndan Gençlik Kampı'na: Özgürlük ve gelecek için yürüyoruz / (Orta sayfa)
  2006 1 Mayıs'ı ve gençliğe düşen görevler
  1 Mayıs'tan aldığımız güçle birleşik bir gençlik kurultayı için yürüyoruz!
  6 Mayıs anmalarından : Denizler mücadelemizde yaşıyor!
  "Silahların zoru"na boyun eğmeyen Filistin halkı "açlık zoru"nun da üstesinden gelecektir.
  Bolivya'da petrol ve doğalgaz kaynakları kamulaştırıldı
  Savaş suçlusu Tony Blair'in koltuğu sallanıyor
  Enerjide özelleştirme; Yağma programına tüm hızıyla devam!
  20. İTÜ Şenliği çizgi halini almış zorbaca tehditlerin gölgesinde geçti
  HÖC'den saldırılara ilişkin açıklama
  Birlik çabaları / M. Can Yüce
  1 Mayıs ve "Uzun Dalga" / Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

ATO raporuna göre Türkiye'de 18 milyon yoksul, bir milyon aç insan var...

Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir!

Ankara Ticaret Odası, Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerinden yararlanarak hazırladığı raporda, Türkiye nüfusunun yaklaşık 18 milyonunun yoksul, bir milyonunun ise aç olduğunu tespit etmiş.

Bu 18 milyon kişi ortalama 5 kişiden 3.5 milyon hane olarak hesaplanıyor. Bu 3.5 milyon hanenin her birine ayda sadece 464 YTL girdiğini, bu evlerdeki bireylerin de günde 3 YTL'yle yaşamlarını devam ettirmek zorunda olduklarını bildiriyor rapor. Rapora konu olan veriler 2004 yılına ait. Yani, son iki yılda yaşanan yoksullaşma bu hesabın dışında. Kaldı ki, Türkiye İstatistik Kurumu gibi bir resmi kurum verileri ile sözkonusu olduğunda, rakamları en az ikiye katlamak gerektiği de ayrı bir gerçektir.

Bu böyle olduğu halde ve son 3 yıldaki yoksullaşmanın baş müsebbibi olmalarına rağmen,

Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener, hiç utanıp sıkılmadan, “Yoksulluk sınırının altındaki nüfusun toplam nüfusa oranı 2002 yılında yüzde 26,9 iken, 2004 yılında bu oran yüzde 25,6'ya gerilemiştir” diyebiliyor. Ve yine, hükümetinin uygulamaları ve hazırladıkları son yasayla güvenlik sistemini tümüyle yıkıma uğrattıkları halde, “Sosyal güvenlik sisteminin yapısal sorunlarını çözmek amacıyla son dönemlerde reform çalışmaları hızlanmıştır. Genel Sağlık Sigortası modelinde vatandaşların ödeme güçleriyle orantılı bir sağlık sigortası modeli kurulacaktır. Yoksul sayılabilecek düzeyde düşük gelirli veya geliri olmayan vatandaşların sağlık sigortası primleri, devlet tarafından karşılanacaktır.” mealinde açıklamalar yapabiliyor.

Sermaye sistemi bir yandan, istatistik kurumuyla, ticaret odasıyla, bakanıyla yoksulluk üzerine böyle açıklamalar yaparken, diğer yandan yoksulluğu derinleştirecek önlemleri hızlandırmayı da ihmal etmiyor. Sermaye iktidarı hergün yeni bir işletmenin kapısına kilit vurarak, patronlar her örgütlenme faaliyetini tensikat bahanesi yaparak işsizler ordusunu büyütmeyi sürdürüyor. İşsizlik, yoksulluk için başta gelen neden olmakla birlikte, yoksullaşma işçiler açısından da kaçınılmaz bir kader gibi her an karşılarında dikiliyor. Hükümet bunu temel tüketim maddelerine yaptığı zamlarla perçinliyor. Özellikle büyük kentlerde konut, elektrik, yol, su türünden ihtiyaçlara getirilen sistemli ve fahiş zamlar yoksulluğu katmerlemenin temel aracı haline getirilmiş bulunuyor.

İşçi sınıfı ve emekçi kesimlerin, bugün kaçınılmaz gibi yaşadığı, sistem tarafından da çözümsüz gibi gösterilen yoksulluk belası, aslında hiç de çözümsüz değil. Çünkü bu kadar çok insan, herkese yetecek yiyecek olmadığı için aç, herkese yetecek giysi olmadığı için çıplak gezmiyor. Bu temel ihtiyaç maddelerinden hepimize yetip artacak kadar çok üretildiğini en iyi bilen yine işçilerin kendisidir. 18 milyon insanı yoksulluk batağında kıvrandıran ne kader, ne yokluk ve ne de tembelliktir. Sistem yoksulları tembellikle suçlamayı da ihmal etmez oysa. Ama asıl sebep kurulu mülkiyet düzeni ve onun belirlediği paylaşım biçimidir. Sermaye sınıfı temel üretim araçları ile zenginliklerin büyük bir bölümünü kendi mülkiyet tekeli altında tutmaktadır. Ve tam da bu sayede, milyonlarca emekçinin sürekli bir biçimde yarattıkları yeni zenginliklere de sistemli bir biçimde el koymaktadır. Yaşanan yoksulluğun gerisinde bu, kurulu mülkiyet ve paylaşım düzeni, yani kapitalizmin kendisi vardır.

İşçi sınıfının elbirliğiyle ürettiği ürünlere, üretimde en küçük bir payları olmadığı halde kendi mülkiyet tekellerine dayanarak el koyuyorlar. Bu ürünlerin satış fiyatlarını da keyfi olarak belirliyorlar. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler yoksulluktan kırılırken, onların depolarında, aynı işçiler tarafından üretilmiş olan ürünler çürüyor. Yaşadığımız sistem bu, böyle işliyor. Sermaye devleti ise tam da bu sistemin böylece sürüp gitmesi için var. Dolayısıyla, ATO başkanı Aygün'ün dediği gibi, “yoksulluğa bir çare bulmak” sermaye devletinin görevleri arasında değildir. Onun görevi, yoksulların başkaldırmasını önleyecek tedbirleri almaktır. Nitekim son hazırlanan sözde “terör” yasası kapsamında grevlere yönelik önlemler de bulunmaktadır. Kaldı ki, herhangi bir yasal dayanağı olmadığı halde, grevler dahil olmak üzere her türden işçi ve emekçi eylemi, her zaman devletin kolluk güçlerini karşısında bulmuştur. Bulmaya da devam edecektir.

Yoksulluk oranının bu derece yükselmesi sadece toplum açısından değil sistem açısından da tehlikeli bir gelişmedir. Fakat yukarıda da belirttiğimiz gibi sistem, ne kadar tehlikeli bir gelişme olursa olsun yoksulluğu önlemeye muktedir olmadığı gibi, işleyişi gereği artırmak da zorundadır. Yoksulluğun çözümünü onu ortaya çıkaran ve her gün daha da büyüten sermaye sisteminden ve devletinden beklemek, olsa olsa, ATO Başkanı gibi sistemin içinden kişilerin harcı olabilir. Elbette Aygün de bunun mümkün olmadığını bilir, ancak yoksullara mümkünmüş gibi göstermeyi görev saydığı da ortadadır. İşçi sınıfı ve emekçiler, kendi yoksulluklarını ortadan kaldıracak olanın yine kendileri olduğunu anlamak ve gereklerini yerine getirmek zorundadırlar.