13 Mayıs 2006 Sayı: 2006/18 (18)
  Kızıl Bayrak'tan
   Çözümsüzlük, istikrarsızlık, bunalım içinde kısırdöngü!
  Tayyip Erdoğan'ın Diyarbakır konuşması üzerine...
  Şemdinli davası: İçeriye çekidüzen verme operasyonu!
  Sosyal yıkım yasasına Çankaya rötarı
  ATO Raporu üzerine; Yoksulluk ve açlık kader değildir, değiştirmek elimizdedir.
  ABD işbirlikçilerinin utanç verici taşeronluk misyonu
Beytepe'de jandarma terörüne karşı kitlesel öğrenci eylemi
"Toplumla Mücadele Yasası"na karşıyız!
Has Alüminyum Direnişi sürüyor!
OSB-İMES İşçileri Derneği Başkanı ile röportaj; Kadınlar mücadele ile özgürleşecek
  Gençlik Kurultayı'ndan Gençlik Kampı'na: Özgürlük ve gelecek için yürüyoruz / (Orta sayfa)
  2006 1 Mayıs'ı ve gençliğe düşen görevler
  1 Mayıs'tan aldığımız güçle birleşik bir gençlik kurultayı için yürüyoruz!
  6 Mayıs anmalarından : Denizler mücadelemizde yaşıyor!
  "Silahların zoru"na boyun eğmeyen Filistin halkı "açlık zoru"nun da üstesinden gelecektir.
  Bolivya'da petrol ve doğalgaz kaynakları kamulaştırıldı
  Savaş suçlusu Tony Blair'in koltuğu sallanıyor
  Enerjide özelleştirme; Yağma programına tüm hızıyla devam!
  20. İTÜ Şenliği çizgi halini almış zorbaca tehditlerin gölgesinde geçti
  HÖC'den saldırılara ilişkin açıklama
  Birlik çabaları / M. Can Yüce
  1 Mayıs ve "Uzun Dalga" / Ergin Yıldızoğlu
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Enerjide özelleştirme saldırısı...

Yağma programına tüm hızıyla devam!

AKP hükümeti özelleştirmeye tam hız devam ediyor. Sırada 2007'ye kadar özelleştirilmesi tamamlanacak olan elektrik dağıtım tesisleri var. Bununla ilgili olarak enerji dağıtım şirketlerinin özelleştirilmesinin önünü açan ve Elektrik Piyasası Yasası'nda değişikliği öngören yasa tasarısı mecliste görüşülmeye başlandı.

Tasarı, “yap-işlet-devret” (YİD) modeliyle santrallere ilişkin düzenlemenin tartışma yaratması nedeniyle, uzun zamandır mecliste beklemiş ve bugüne kadar yasalaşamamıştı. İlgili bakanlık tarafından yapılan açıklamada, YİD santrallerinin mevcut işleticilerine devredilmesinin yolunu açan düzenlemede değişikliğe gidileceğini belirterek, işletimde olan santralların kapsam dışına çıkarılacağı bildirilmişti.

Bu yasayla birlikte 20 bölgede, Türkiye Elektrik Dağıtım AŞ'ye bağlı elektrik dağıtım tesislerinin özelleştirmesine hemen başlanacak ve elektrik dağıtımları tamamen özel sektörün denetimine bırakılacak. Ancak daha tasarı çıkmadan ihale şartnamelerinin hazır olması, özelleştirmeciler arasındaki yağma savaşını da tartışmalı şekilde başlattı. Tasarının en tartışmalı maddesini, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda eklenen ve “yap-işlet-devret” kapsamındaki tesislerin işletmecilerine ihalesiz olarak devrini öngören düzenleme oluşturuyor. İhalenin yabancı firmalara avantaj getirmesi, yerli firmaların ise ihaleye girememesinin söylenmesi de tartışmaları alevlendiriyor.

Yapılan tartışmalarda farklı ağızlardan farklı düşünceler çıksa da, özünde hepsi aynı şeyi savunuyor. Hepsi özelleştirmenin olmazsa olmaz savunucuları. Yerli ya da yabancı sermayeye satılması da özelleştirme gerçeğini değiştirmiyor. Sonuçta ihaleli ya da ihalesiz, yerli ya da yabancı sermaye olsun, özelleştirmenin emekçi sınıfa dönük etkileri değişmeyecek. Örgütsüzlük, işsizlik, yoksulluk, sosyal hakların kaybı vb.

Bugüne kadarki tüm özelleştirmelerde olduğu gibi, santrallerin de tamamıyla özel sektör tarafından işletilecek olmasının gerekçesi her zamanki gibi aynı: “Devleti zarara uğratmamak”. Söz konusu santrallar nedeniyle kamunun 2.2 milyar dolar zarara uğradığının tespit edildiği, bu santrallerden dolayı devletin büyük kazık yediği, devletin bakanları tarafından ifade ediliyor. Oysa özelleştirme kapsamındaki tesislerin özelleştirilecek olmasının nedeni asla “zarar” değildir. “Zarar ediyor” bahanesiyle kârlı kamu kuruluşları IMF'ye uşaklık politikaları çerçevesinde birer birer satılıyor.

İşbirlikçi burjuvazi tüm alanlarda olduğu gibi özelleştirme alanında da programını başarıyla uygulamaktadır. Ülkenin tüm temel sanayi dalları emperyalist sermayeye peşkeş çekilmiş durumda. Geriye kalan alanlarda da bu iş tamamlanıyor.

Semaye açısından işler hayli de sorunsuz yürüyor. Bunu, başka şeyler yanında, işçi sınıfı hareketinin başına kahya olarak yerleştirdikleri satılmış sendika ağalarına borçlular kuşkusuz. Fakat aynı zamanda sermaye uşağı olduklarını her adımda kanıtlayan bu ağalara hala da katlanabilen işçi sınıfının ataletine ve kendi öz sınıf çıkarlarına yabancılığına borçlular.

İşçi sınıfı kendine gelmediği ve örgütlü bir güç olarak devrimci sınıf mücadelesi yolunu tutmadığı sürece de bu çark böyle dönmeye devam edecektir.

------------------------------------------------------------------------------------

TÜİK işsizlik oranlarını açıkladı…

Kapitalizm sürekli işsizlik üretiyor

Türkiye'de işsizlik artmaya devam ediyor. Resmi rakamlara göre işsizlik oranı, Ocak ayı itibarıyla yüzde 11.8 oldu. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, işsiz sayısı 2 milyon 799 bin kişiye ulaştı. İşsizlik oranı geçen yıl Ocak ayında yüzde 11.5 idi. Üç aylık dönemde, ülke genelinde işsiz sayısı geçen döneme göre 102 bin kişi, Aralık ayına göre de 97 bin kişi arttı. Anket sonuçlarına göre, istihdam edilen nüfusun %48'i kayıt dışı çalışıyor.

Anketin sonuçlarının ne ifade ettiği gayet açık. Bir yandan işsizlik ve yoksulluk artarken, diğer yandan patronlar sigortasız çalıştırmak, işten daha rahat atabilmenin önünü açmak ve daha düşük ücretler vermek için çalışanlarını kayıt altına almamaktadır. Dahası, sonuçlar gerçek rakamları ifade etmemektedir. Zira, bir kimsenin TÜİK'in işsizlik tanımına girebilmesi için, anketin yapılmasından önceki son üç ay içerisinde iş arıyor durumda olması (iş arama kanallarında en az birini kullanmış olması) gerekiyor. Aksi halde TÜİK'in işsiz tanımına girmiyor. İş aramaktan ümidini kesmiş çalışmayan kesim, fiilen işsiz olmasına rağmen istatistiklere girmemektedir. Bunun yanısıra tanıma örtük işsizlik, yahut “eksik istihdam” da dahil edildiğinde, halihazırda çalışan kesim yoksullukla debelenirken çalışmayan kesimin de “daha yoksul” kategorisinde yerini aldığını ve bu güvencesiz/geleceksiz nüfusun giderek büyümekte olduğunu söyleyebiliriz.

Ekonominin büyüdüğünü ve böylece istihdam sorunlarının da çözüme kavuşacağını iddia eden neo-liberaller ise gerçek tabloyu gizleme görevini üstlenmişlerdir. Gerçek şu ki, Türkiye özellikle 1989'da liberalizasyon sürecinin son adımlarını da atıp sermaye piyasalarını serbestleştirdiğinden beri ekonomi giderek daha kırılgan hale geldi. Büyüme hedefleri yalnızca yabancı sermayeye ve dolayısıyla tüketime bağlandı. Yabancı sermaye giriş ve çıkışlarında tam serbesti sağlanmasıyla birlikte “sıcak para” akışında muazzam bir artışa tanık olundu. Gelen bu sıcak para ne yatırıma kayıyor, ne de reel kesimde ciddi bir büyümeyi beraberinde getiriyordu. Yarattığı tek sonuç politik açmazlar sırasında aniden dışarıya çıkan ve ekonomiyi tek hamlede krize sürükleyebilen kırılgan, hassas bir iktisadi yapı oldu. Böyle bir “büyüme”, istihdam yaratmak bir yana, krize sürüklenen sektörlerle beraber işsizlik sorununu ağırlaştırdı. Türkiye, Dünya Bankası'nın raporlarında bile “büyüyen ama istihdam yaratamayan ekonomi” olarak yeraldı.

Bu noktada Marx'ın yıllar önce ifade ettiği gerçekliklerin altını çizelim: “Nispi artı nüfus, olası her biçimde vardır. Her emekçi, ancak burada yarı ya da tam işsiz olduğu zaman yer alır. Bu nispi aşırı emekçi nüfusu, yani sermayenin kendisini genişletmesi için gerekli olandan çok daha fazla bir emekçi nüfusu, bu yüzden de bir artı-nüfusu kendi enerjisi ve büyüklüğü ile doğru orantılı olarak durmadan üreten şey, kapitalist birikimin ta kendisidir… Bu artı-nüfus üretimi, çalışmakta olan emekçilerin işten atılması biçiminde açık bir şekilde olabileceği gibi, ek emekçi nüfusunun her zamanki kanallardan daha güç emilmesi şeklinde de olabilir.” (Kapital I, s. 601, 610). Kısacası, kapitalizmin işleyiş yasaları döne döne işsiz nüfus üretmekte, derinleşen kriz dönemleri ise bunu kitlesel boyutlara vardırmaktadır. Günümüzde neo-liberalizmle birlikte kodlanan kapitalist sistemde burjuvazi ancak daha fazla insanı işsiz bırakarak kar oranlarını koruyabilmekte ve daha fazla kar elde edebilmektedir.

Kapitalist düzen her geçen gün iki sınıfın çıkarlarının uzlaşmazlığı gerçeğini tekrar tekrar tanıtlamaktadır. Kapitalist çarkların işlediği her toplumda bu gerçeklik emekçilerin daha yoğun sömürülmesi, açlığa ve yokluğa mahkum edilmesi anlamına gelmektedir. Emekçilerin bu cendereden kurtulmasının tek yolu, düzene karşı devrim, kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesini yükseltmektir.