18 Şubat 2006 Sayı: 2006/06 (06)
  Kızıl Bayrak'tan
   Bahar döneminin yakıcı gündemleri ve
sınıf mücadelesinin öncelikli görevleri
  Emekçi halklara “medeniyetler
çatışması” tuzağı
  Kulp’ta bulunan toplu mezardaki kemiklerin köylülere ait olduğu
kanıtlandı
  TEKEL’de direniş sermayeye geri adım
attırdı
Kapatma kararına karşı direnişte olan TEKEL işçilerinin eylemi sona erdi
  BDSP’nin TEKEL direnişine destek
çalışmaları
Tersane İşçileri Kurultayı yapıldı
Tersane İşçileri Kurultayı’ndan
gözlemler
  Tersane İşçileri Kurultayı Sonuç
Bildirgesi
  Danıştay Telekom yağmasına onay verdi
“Bölgesel Kalkınma” kimin için?
Sağlıklı bir yaşam için kapitalizme ölüm!
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü
ve KESK’in tutumu
  Günümüzün burjuva toplumunda genel
boyutlarıyla kadın sorunu
(Orta sayfa)
  Filistin halkı teslimiyetçi çizginin
sonuçlarına mahkum değildir
   ABD Kongresi 2007 askeri bütçesini
onayladı
   İşgalciler Irak'ta yeni kukla hükümet kurma
hazırlığında
   Avrupalı kapitalistlerin blok saldırısına karşı kitlesel protestolar
  Strasbourg’ta coşkulu, öfkeli ve kitlesel protesto
  Fransa’da yüzbinlerce işçi, emekçi ve
genç alanlara çıktı
  İsviçre’de Swisse Metal grevi ve kitlesel dayanışma eylemleri
  15 Şubat ve çöküş
  Direnişteki BPO işçileriyle konuştuk
  Kapitalizm sevgiyi de metalaştırıyor
  Basından
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

“Bölgesel Kalkınma” kimin için?

25 Ocak'ta meclisten geçen Bölgesel Kalkınma Ajansları ile ilgili kanun 8 Şubat'ta yürürlüğe girdi. Kanunun ne getirip ne götürdüğü tartışma konusu dahi edilmedi. Apar topar meclisten geçirilen diğer birçok yasa gibi bu da, esnek ve kuralsız çalışma yolunda sermayenin yolunu daha da açmayı hedefliyor.

Kanunun temelleri ve iddiaları

“Bölgesel Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu, Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun Tasarısı” yerel yönetim reformu çerçevesinde hazırlanmış, bu anlamda Kamu Yönetimi Temel Kanunu'nun genel ilkelerine göbekten bağlı bir tasarı durumundadır. Tasarının yürürlüğe girmesi sürecinin hızlandırılmasının arkasında ise AB müktesebatına uyum bulunmaktadır. AB süreci çerçevesinde gündeme gelen bölgesel kalkınma ajansları, asıl olarak, Türkiye'nin bölgesel gelişme politikalarının AB'ye uyumunun sağlanması gerekçesiyle sunulmaktadır. 2003 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi'nde, Türkiye'nin, AB'nin katılım öncesi “mali yardım programı kapsamında” sunduğu bölgesel gelişme yardımlarından yararlanabilmesi için bu yasanın yürürlüğe girmesi öngörülmüştür. Buna göre, AB destekli bölgesel kalkınma programlarının yereldeki uygulama ve koordinasyonu için bölgesel kalkınma ajansları görevlendirilecektir.

En basit ifadesiyle kanun, “esnek uzmanlaşma”ya dayalı bölgesel kalkınma stratejilerini önermektedir. Bilindiği gibi, esnek üretime dayanak olan iktisadi yaklaşım; son 25-30 yılda dünya genelinde büyük ölçekli, kitlesel üretime dayalı, standart mallar üreten fordist sanayilerin büyük bir gerileme içine girip, esnek üretim ilişkilerine dayalı post-fordist sanayilerin büyük bir gelişme ivmesi yakaladığını ileri sürmektedir. Bu nedenlere KOBİ'lere (küçük ve orta boy işletmelere) dayalı bir sanayileşme stratejisi ile “yerelleşme”ye dayalı bir reform programının birlikte hayata geçirilmesinin zorunlu olduğu iddia edilmektedir.

Kanunun genel gerekçesi, “dengeli bölgesel gelişme” amacına dönük politikalar geliştirilmesi olarak lanse edilmektedir. Bunun üstesinden gelmek adına Bölgesel Kalkınma Ajansları oluşturulacak, ajanslar bölge plan-programları hazırlayacak, projeler geliştirecek, mevcut proje ve yatırımları destekleyecek, bu çalışmalara katkı yapmak üzere de araştırma ve geliştirme, eğitim ve tanıtım faaliyetleri gerçekleştirecektir. Kanunda ifade edildiği şekliyle, bölgesel kalkınma ajanslarının misyonu yerel kalkınmayı böylesi bir düzlemde başarmak olacaktır. Burada merkezi devlete yüklenen görevler ise “düzenleyicilik”, “organizasyon”, “katalizörlük” gibi nitelemelerle tanımlanmakta, yerel/bölgesel gelişme için daha çok piyasa mekanizmasına bel bağlanmaktadır. Piyasadan medet umulacaktır, zira bu kalkınma anlayışı merkezi kalkınma planı vb. mekanizmaları bütünüyle dıştalamakta, KOBİ'ler ekseninde yürümesi düşünülen sermaye yatırımlarına, bölgesel kalkınma için kilit işlev yüklenmektedir.

Tasarının dayandığı bölgesel kalkınma anlayışının ikinci ve asıl ayağı da, yabancı sermayenin çekilmesi ve yabancı yatırımlarının arttırılması hedefidir. Kalkınma için yabancı sermaye yatırımlarını bekleyen bu anlayış, kanunda, ajanslara, “yerel/bölgesel yatırım potansiyellerini örgütleyerek yatırımcılara seçenek sunma görevi” yüklenmesiyle açıkça ortaya konmaktadır.

Kanun gerçekte neler getirmektedir?

Bölge Kalkınma Ajansları, Kamu Yönetimi Temel Kanunu'nda yeralmakta, bu çerçevede, sosyal devlet modelinden düzenleyici ve “yönetişimci” devlet modeline geçişi ifade etmektedir. Kanunun can alıcı noktası yine AB'de ifadesini bulmaktadır. Bölge Kalkınma Ajanslarının kurulması, Avrupa Birliği'nce dayatılmaktadır. Avrupa Birliği'ne girmenin henüz sözkonusu bile olmadığı zamanlarda dikensiz gül bahçesi yaratmak için Gümrük Birliği'ni öne sürdüklerini biliyoruz. Bu sayede emperyalist AB, sermayesi ile buraya girmeyi çok daha önce yasal dayanağını da yaratarak başarabilmişti. O zaman ulusal kalkınma gerekçesiyle bunu yapan işbirlikçi iktidarlar şimdi yerel kalkınma bahanesiyle AB fonlarını beklemektedir.

Yukarıda ifade ettiğimiz üzere, kanun yabancı sermayenin çekilmesini hedef olarak koymaktadır. Bunun doğrudan etkileri şimdiden görülebilmelidir. Birincisi, yerel hizmetler, çevre ve altyapı (katı atık, su, atık su) yatırımlarında özelleştirme, taşeronlaşma süreçleri, Bölge Kalkınma Ajansları aracılığıyla yaygınlaştırılacaktır. İkincisi, göklere çıkartılan rekabet olgusu Türkiye gibi geri kapitalist ülkelerde “emek yoğun” ürünler temelinde gelişmektedir. Başka bir deyişle, kalkınmayı sağlayacağı iddia edilen rekabet gücü asıl olarak düşük işgücü maliyetlerinden kaynaklanmaktadır. Buraya gelecek Avrupa sermayesi düşük ücretlerden yararlanarak daha fazla artı-değer elde etmek çabasındayken, yerli sermaye de rekabet bahanesiyle ücretleri daha da aşağı çekmek isteyecek, sonuçta kaybeden yine emekçiler olacaktır. Yüksek işsizlik oranlarının olduğu böylesi bir coğrafyada, burjuvazi istediği gibi at koşturmaya, emekçileri işten atmalarla tehdit etmeye, bu tehdit sayesinde kölece çalıştırmaya devam edecektir.

Yine aynı soruyla karşı karşıyayız: Kimin çıkarları için? Avrupa ve Türkiye sermayesinin çıkarlarına yanıt veren bu kanun emekçiler için ise özelleştirme, taşeronlaştırma ve düşük ücretin hüküm sürdüğü çalışma koşullarını ifade etmektedir. Her zaman olduğu gibi plansız, piyasanın düzen getiren “görünmez eli”ne bırakılmış kapitalist çarklar işçilerin aleyhine dönecektir. Emekçiler bu çarkları kırana dek de burjuvazi hukuksal, yönetsel bütün kurumlarını, bugün çıkarttığı saldırı yasalarla, yarın başka yöntemlerle bu sömürüyü devam ettirmek için kullanacaktır. Sınıfsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için bu çarkları kırmanın zamanı çoktan gelmiştir.

---------------------------------------------------------------------------------------

Genel Sağlık Sigortası'na karşı mücadeleyi yükseltelim!

İşçiler, emekçiler;

Gün geçmiyor ki, yeni bir saldırı yasasıyla karşılaşmayalım. Sermaye ve onun emrindeki hükümet ise bu saldırılarını işçi ve emekçilere “reform” diyerek kabul ettirmeye çalışıyor. Özellikle İMF'inin çıkarılmasını istediği ve sermayenin ve patron örgütlerinin desteklediği Genel Sağlık Sigortası (GSS) Yasa Tasarısı bunlardan birisidir. Genel Sağlık Sigortası'nın temel amacını ise sağlığın paralılaştırılması olarak özetleyebiliriz. Bununla birlikte, bu yasayla, özel hastanelerin sayısının arttırılması, onların daha fazla kâr elde etmesi, bu nedenle devlet hastanelerinden alınan sağlık hizmetlerinin sınırlandırılması, katkı payı-ek ödemeler gibi bir dizi uygulamaya geçilmesi planlıyorlar.

Genel Sağlık Sigortası'nı işçi ve emekçilere şirin göstermek için de tüm nüfusun sağlık hizmeti şemsiyesi altına alınacağının propagandası yapılmaktadır. Bu, Genel Sağlık Sigortası saldırısının üstündeki ciladan başka bir şey değildir. Fakat biz bunu gerçekleşmesinin mümkün olmadığını biliyoruz. Bir kere kayıt dışı çalıştırmanın (sigortasız çalıştırma) kayıt içi çalıştırmadan daha yüksek olduğu ülkemizde, nüfusun hepsi istisnasız bu haktan yararlanamayacaktır. Ayrıca Genel Sağlık Sigortası'ndan yararlanmak için 90 gün prim yatırmak gerekiyor ve prim borcunun olmaması zorunluluğu getiriliyor.

Dahası GSS'ye göre; sağlık hizmetleri, GSS yönetimince belirlenen, anlaşmaları olan kurumlardan sağlanacaktır. Böylelikle sağlık hizmetleri gelecekte özel hastanelere devredilmek isteniyor. Amacı daha fazla kâr elde etmek olan bir işletmenin, genel olarak halkın sağlık sorunlarıyla gerektiği gibi ilgilenmesi söz konusu olabilir mi?

Getirilecek olan düzenlemelerden biri de GSS kapsamında kesilen primlerin sadece belirlenmiş sağlık hizmetlerini kapsamasıdır. Kısacası herkes ödediği prim kadar sağlık hizmeti alacak. Bunun diğer anlamı tedavi süresi uzun, maliyeti yüksek kimi hastalıkların GSS dışında bırakılacağıdır. Örneğin kalp, kanser vs gibi. Bu uygulama şu an SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı bünyesinde sağlık hizmeti alanların, aldıkları sağlık hizmetlerinin kapsamının daraltılması anlamına gelmektedir.

GSS ile getirilen düzenlemelerden biri de katkı payı ödemeleridir. Bugüne kadar sadece prim ödemiş olmak sağlık hizmeti almak için yeterli iken, bundan sonra hizmet talep edildiği anda ek bir ödeme yapılacaktır. Örneğin ilk aşamada muayene olmak için 2 YTL ödeyeceğiz. Ancak 2 YTL gibi az bir miktarda başlayan ödemeler zamanla artırılacaktır. Ayda 127 YTL gelir elde eden herkes GSS primi, yani bir anlamda sağlık vergisi ödeyecek. Sağlık hizmetlerinde temel teminat paketi belirlenecek. Üstelik bu belirlenirken toplum sağlığı gözetilmek yerine, maliyet-fayda analizi yapılacak.

Kadınlar için 58, erkekler için 60 olan emeklilik yaşı hem kadınlar, hem de erkekler için 68'e, emekli olabilmek için gerekli prim ödeme gün sayısı da 9 bine yükseltilecek. Böylelikle emekli maaşları düşecek.

Görüldüğü gibi, bizim sessizliğimiz ve suskunluğumuzu fırsat bilen sermaye ve onun hükümeti, en temel haklarımıza göz dikmiş durumda. Bu sessizliğimizi sürdürdükçe yeni saldırı yasalarının bir bir geleceğini unutmayalım. Sermaye hükümeti bu yasayla bir nevi hayatımızla oynamaktadır. Yaşamlarımızla oynanmasına izin vermeyelim. Söz konusu saldırıyla sadece bizim yaşamlarımızla oynanmıyor. Gelecek nesiller de, yani çocuklarımız da sağlıksız bir yaşama mahkum edilecek. Bu saldırı yasalarına karşı çıkalım ve mücadele edelim. Bizler, yani işçiler ve emekçiler bu saldırıya karşı çıkarsak, yasayı geçiremezler.

İşçiler ve emekçi örgütleri geçirilmek istenen Genel Sağlık Sigorta yasasına karşı 19 Şubat Pazar Günü, Tren Garı'nın önünde saat 11:00 bir miting gerçekleştireceklerdir. Bize yapılan bu saldırıyı yanıtsız bırakmayalım. Çünkü saldırı geleceğimize dönüktür. O halde geleceğimizi savunmak için Pazar günkü mitinge katılalım. Yanı başımızdaki işçi arkadaşlarımızı katılmasını sağlayalım.

Genel Sağlık Sigortası geri çekilsin!

Herkese parasız sağlık!

Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz!

Ankara İşçi Bülteni İşçiden İşçiye okurları