26 Mart 2005
Sayı: 2005/12 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Yaklaşan 1 Mayıs ve sınıf hareketine
devrimci müdahale
  Newroz eylemlerinin gösterdikleri
  Düzen cephesinde şovenist histeri
  Vatan haini arıyorsanız
aynaya bakın!
  İstanbul’da yerellerde Newroz kutlamaları
  Newroz kutlamalarından
  Kürt halkının Newroz çoşkusu
  İşgalin ikinci yılında protesto eylemleri

  Sermaye çevrelerinden hükümete balans ayarı!

  Mücadele bayrağı
TEKEL işçisinde!
  Ulusal sorun ve Kürt hareketi/7: Ortadoğu’da yeni “uygarlık sentezi”
  Irak tartışmaları ve gerçekler
 Halklar emperyalist saldırganlık ve
savaşı lanetledi
BM emperyalist saldırganların
“güvenliğini” sağlamaya hazırlanıyor
 Filistin; Barış değil toprak gaspı!
 Emperyalistlerin kanlı eli Kırgızistan’da!
 Dünyada yılda 1.2 milyon çocuk alınıp
satılıyor...
17 sendika şubesi Kadırga Kültür
Merkezi’nde toplandı
İÜ’de soruşturma saldırısı protesto edildi
İzmir; “Demokrasi”yi bayrak edinenler demokratik saygıyı
öğrenmek zorundadırlar!
Bültenlerden...
Irak'lı işçilerin açıklama ve çağrısı: Bütün uygar insanlığa!
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın


 

Dünyada yılda 1.2 milyon çocuk alınıp satılıyor...

Meta düzeni kapitalizmde “insan da satılık”!

Merkezi Viyana'da bulunan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), dünya genelinde yılda 1.2 milyon çocuğun satıldığını açıkladı. AGİT'in insan ticaretini araştırmakla görevli özel temsilcisi Helga Konrad, çocuk satışlarının özellikle Doğu Avrupa ülkelerinde son üç yılda iki misli artış gösterdiğini söyledi. Satılan çocukların ezici bir çoğunluğu fuhuş sektöründe köle olarak kullanılmaktadır. Bir kısmı ise, tarım, madencilik ve ev sektörlerinde kullanılmaktadır.

Alınıp satılan insanlar sadece çocuklardan oluşmuyor. İnsan tacirlerinin kurbanlarının sadece yüzde 30'unu çocuklar oluşturuyor. Bu hesaba göre yılda satılan toplam insan sayısı 4 milyon civarındadır. Rekabete dayalı kapitalist piyasalara bir meta olarak sürülen insanların ezici çoğunluğu bağımlı yoksul ülkelerin “özgür” yurttaşlarıdır. Avrupa emperyalizminin temel kurumlarından biri olan AGİT'in özel temsilcisi de bu gerçeğe parmak basıyor. Önerdiği çözüm ise, yoksulluğun ortadan kaldırılmasıdır. Belirtmek gerekir ki, AGİT, bağımlı ülkelerin yoksullaştırılmasının baş sorumlularından, demek oluyor ki, insan ticaretinin de baş müsebbiplerindendir aynı zamanda.

İnsan-metaların bağımlı geri ülkeler tarafından piyasalara sürülmesi, zengin “uygar batı” ülkelerini aklamıyor. Zira bir metanın alıcısı olmadan piyasaya sürülmesi sözkonusu olamaz. İnsan-meta arzı geri ülkelerden olurken, talep de “uygar batı” ülkelerinden gelmektedir. Çocukların kaçak olarak götürüldükleri ülkelerin başında Hollanda, Belçika, Almanya, Avusturya, İngiltere vb. ülkeler geliyor. Asya ve Latin Amerika ülkelerinden pazara sürülen insanların alıcıları da Amerikalı “uygar” kapitalistlerdir.

Emperyalist-kapitalist dünyanın egemenleri hem bağımlı ülkeleri yağmalayarak yoksullaştırmak, hem de pazara sürülen insan-metaların alcısı olmakla, iki yönden suçludur. Elbette emperyalistlerin bağımlı ülkelerdeki işbirlikçileri ile bu ticaretten büyük servetler biriktiren vampir-tüccarlar da en az efendileri kadar suçludur.

Bir meta olarak piyasaya sürülen kölelerin durumu, ücretli köle olan modern proleterlerden temelden farklıdır. Zira mülksüz olan modern proleter, emeği üzerinde tasarruf hakkına sahip olmak yönünden özgürdür. Kapitaliste kendini değil, emek-gücünü, onu da belli bir süreliğine satar. Üstelik meta sahibi bir satıcı olarak proleter, alıcı olan kapitalistle pazarlık da yapabilir. Yasal olarak her zaman kapitalistle yaptığı sözleşmeyi feshetme hakkına da sahiptir. Oysa pazara sürülen insanların, emek-güçleri veya herhangi bir yetenekleri değil, bizzat kendileri bir meta olarak satılmakta ve hem emek-güçleri hem de bedenleri üzerindeki tasarruf hakları en vahşi biçimde gaspedilmektedir. Hele sözkonusu insan-metalar çocuk olunca, bu iğrençliği tanımlayacak bir kavramı bulmak olası değildir.

Tek tek kapitalistlerin veya kapitalist devletlere bağlı kimi kurumların çocuklardan “geleceğimizin güvencesi” diye sözetmeleri, riyakarlığın en tiksinti vericisidir. Onlar bir yandan “hayır kurumları” inşa edip, “insaniyet namına” nutuklar atarken, diğer yandan hem insan ticaretinden (ki bu ticaret günden güne genişleyen son derece kârlı bir alandır) hem de dünyada sayıları milyonları bulan çocuk işçilerin yağmalanan bedenlerinden pay almaktadırlar.

İnsan ticareti gibi, kâr elde etmenin vahşi biçimleri kapitalist devletler tarafından yasaklanmış olabilir. Ancak kağıt üstündeki yasaların bir hükmünün olmadığı, belirleyici olanın kapitalist toplum düzeninin ekonomik yasaları olduğu gün gibi ortadadır. Bağımlı ülkeleri geçtik, kapitalizmin metropollerinde bile insan ticaretinin toplam ticaret içindeki payının günden güne artmasının başka bir açıklaması olabilir mi?

Bataklığı her gün sulayanların, “sivrisineklerle mücadele derneği” kurmaları ne kadar anlamlıysa, kapitalizmi savunanların insan ticaretine karşı çıkmalarının da o kadar anlamı vardır. Köleleştiren ve öldüren kapitalizmi öldürmeden, özgür bir dünyadan sözedilemez. Kölelik ve ölüme karşı mücadele de, bu musibetlerin kaynağı olan kapitalizmi ortadan kaldırma hedefiyle birleştiğinde sonuç alıcı olabilir ancak.

------------------------------------------------------------------------------------

Dünya Su Günü...

Dünyanın sonunu hazırlayan kapitalizmi yokedelim!

22 Mart, Dünya Su Günü'ydü. Kapitalizmin geleceğimizi tehdit ettiği gerçeğinin altı böylesi günlerde ortaya konulan verilerle bir kez daha çizilmektedir. Verilen birçok rakam, su kaynaklarının hızla tüketildiği ve geleceğimiz açısından ciddi sorunlar olduğunu ortaya koymaktadır. Öyle ki bugünden dünya nüfusunun üçte biri içecek su bulamamaktadır.

Dünyayı çok ciddi bir şekilde tehdit eden küresel ısınma sonucu oluşacak iklim dengelerindeki değişimler yağış oranlarındaki değişikliklere de neden olacaktır. Bu durum insanlığı, büyük alanları kapsayan kuraklık ve kıtlık tehlikesiyle yüzyüze bırakacaktır. Bunun yanısıra birçok sulak alan da yokedilmektedir.

Su kaynaklarının azalmasının sebebinin kapitalizm olduğu ortadadır. Kapitalistlerin kâr hırsı herşeyi tüketmekte bir sakınca görmediği için birçok çevre katliamı yaşanmaktadır. Canlı yaşam için olmazsa olmaz olan su kaynakları da bu sistemin kâr hırsı nedeniyle hızla tükenmektedir. Sadece Türkiye'de son 40 yılda 1.300.000 hektar sulak alan geri dönüşü imkansız bir şekilde yokedilmiştir. Özellikle sanayi, tarım ve yerleşim alanları için sulak yerler işgal edilmekte, yanısıra endüstriyel atıklar nedeniyle çoğu sulak alan kirletilmektedir.

Bugün Türkiye'de yaklaşık 17.5 milyon insana içme suyu şebekelerinden su verilememektedir. Ayrıca kapitalizmdeki çarpık kentleşme sonucu altyapı çalışmalarının olmaması ve varolanların bakımlarının yapılmaması nedeniyle kentlerdeki su şebekelerindeki çatlaklardan %40 oranında su kaybı olmaktadır.

Dünyada 1.5 milyar insan yeterli ve sağlıklı sudan yoksundur. Her yıl 5 milyon insan sulardaki mikrobiyal ve kimyasal kirlilik sonucu ölmekte, 250 milyonu ise hastalanmaktadır. Adeta kapitalizmin sorumlu olduğu açık bir katliam yaşanmaktadır.

Kapitalizm geliştikçe artan sanayi atıkları nedeniyle -bunun önlemleri alınmadığı için- su kaynakları çok kolay kirletilmektedir. Sadece 3,7 litre benzinin 3 milyon litre içme suyunu kirletmeye yettiği bir durumda, ağır sanayi atıklarının ve daha birçok kimyasal atığın çevre için yaratacağı olumsuz etki tahmin edilebilir. Ayrıca çöp depoları, tarımda kullanılan gübre ve ilaçlar yüzey suyu ve yeraltı sularını çok kolayca kirletebilmektedir.

Kapitalizmin neden olduğu bu sorunlar önlenebilirdir. İnsanlığın bugün erişmiş olduğu bilimsel ve teknolojik gelişmeler buna imkan vermektedir. Ama esas sorun bu imkanları egemen sınıf olan sermayenin nasıl kullandığıdır. O bu imkanları daha çok kâr için kullanmakta, çevre gibi tüm dünyayı etkileyen bir soruna ilgi göstermemektedir, bizzat bu sorunu yaratan o olduğu halde… Açıkçası kapitalizm dünyanın sonunu hazırlamaktadır.

Kapitalistlerin neden olduğu bu çevre katliamlarına karşı mücadele kapitalizmin kendisi hedeflenmezse sonuç alıcı olamaz. İnsanlık için yaşamsal önemi olan hava ve suyu kirleten, yokeden bu sisteme karşı mücadele etmek acil bir görevdir. Çünkü bu sistem nedeniyle dünya yokoluş tehlikesiyle yüzyüzedir. Dolayısıyla “Ya kapitalist barbarlık içinde yokoluş, ya sosyalizm!” dışında bir seçenek yoktur.

D. Ümit