15 Ocak 2005
Sayı: 2005/03(03)


  Kızıl Bayrak'tan
  CHP operasyonu ve yansımaları
  Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı
  İlaç üretiminde "veri imtiyazı" geliyor
  Afet bölgesine yardım sahtekarlığı
  Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor
  İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim
  Beytepe'de faşizme geçit yok!
  Sermayenin yeniden yapılanması ve "emeğin Avrupası"
  Fethullah Hoca'ya kulak verin!
  "İnsanlık için Küresel Kadın Şartı..."
  Sağlıkta tasarruf ölüm demektir
  Güvencesiz Çalışmaya Geleceksiz Yaşamaya Hayır Kampanyası
  Bilinç katliamının derinleştirilmesi
  Filistin; bölge barışı ve Mahmut Abbas
  Kirli savaş taktikleri işgalcileri kurtaramaz
  Kanlı pastadan beslenen leş kargaları
  Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  I. Ekim Gençliği kampı
  İLGP kampanyası
  Bültenlerden
  Düzenin yoz kültürü ve "Kurtlar Vadisi"
  Bir damlacık hayatlar...
  2005'te imparatorluk .
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Sermayenin yeniden yapılanması
ve "emeğin Avrupası"

Avrupa Birliği nedir' Avrupa Birliği projesini kim, niçin sahiplenmektedir' Bazı sendikalar, reformist sol çevreler tarafından dillendirilen ‘emeğin Avrupası' söylemi neye takabül etmektedir' Avrupa Birliği sözkonusu olduğunda ilk elden bunların cevaplandırılması gerekmektedir.
Avrupa Birliği kapitalist bir yapılanmadır, sınıflar üstü veya sınıfların uzlaşmasının ürünü değildir. Birleşik kapitalist, yayılmacı, emperyalist Avrupa ‘düşü'nün ürünüdür. Dünya ekonomisinde 1970'lerin başından bu yana gittikçe derinleşen ve yaygınlaşan yapısal kriz ve diğer emperyalist odaklarla rekabet edebilme ihtiyacı, bu bütünleşmeyi zorunlu kılmıştır. Aksi takdirde Alman ya da Fransız emperyalizminin tek başına ABD'yle rekabet etmesi mümkün değildir.
Özetle Avrupa Birliği küreselleşme adı altında bize sunulan, emperyalist bir örgütlenmenin siyasal yapılanmasıdır.

Avrupa Birliği ve işçi sınıfı

Avrupa Birliği emperyalist küreselleşme saldırısının bir parçasıdır. ‘70'li yıllardan itibaren dillendirilen küreselleşmenin/emperyalist yayılmacılığın işçi sınıfı üzerinde yarttığı tahribat ise aşikar. İşçi sınıfının mücadele ederek kazandığı pek çok hak bu süreçte gaspedildi. Özelleştirme adı altında milyonlarca işçi işsizler ordusuna dahil edildi, esnekleşme adı altında iş güvencesi, tam zamanlı çalışma ortadan kaldırıldı.
Avrupa işçi sınıfının büyük bedeller ödeyerek elde ettiği haklar Avrupa Birliği sürecinde teker teker budandı. Toplusözleşme yerini bireysel sözleşmelere, tam zamanlı çalışma yarım zamanlı çalışmaya bıraktı. 1980'lerde Avrupa sermayesinin rekabet gücünü artırmak için AB organları tarafından piyasaya açılan/özelleştirilen sektörlerde çalışan milyonlarca işçi-emekçi işsiz bırakıldı. ‘Yeniden yapılanma' adı altında öngörülen saldırı programı çerçevesinde sanayi, emek maliyetinin düşük olduğu bölgelere kaydırıldı, nüfusunun yüzde 60'ının düşük ücretli hizmetler sektöründe, yüzde 35'inin sanayide istihdam edildiği bir ekonomik yapı ortaya çıktı.
‘Sosyal refahın kalesi' Avrupa Birliği ülkelerinde işsizlik ortalama %10 civarındadır. Potekiz'de bu oran %18'dir. Bir işe sahip olanlar içinde kısmi zamanlı çalışanların oranı da giderek artmaktadır. Son verilere göre yarım-zamanlı çalışanların tüm çalışanlara oranı Almanya'da %16, Belçika'da %14, Fransa'da %16, Hollanda'da %38 ve İngiltere'de % 24'tür.
Avrupa Birliği kendi işçi sınfının haklarına bu denli saldırırken, Türkiye işçi ve emekçilerine ne vermesi beklenmektedir'

Avrupa Birliği ve Türkiye

Avrupa Birliği Doğu Avrupa'ya doğru yayılım göstermektedir. Bu yayılım sürecinde gittiği hiçbir ülkede işçi sınıfı lehine düzenlemeleri beraberinde götürmemiştir. Çokça sözü edilen ‘Avrupa Sosyal Şartı'nın hiçbir bağlayıcı özelliği bulunmamaktadır. Avrupa Birliği, üye ülkelerin toplusözleşme, grev vb. hakları üzerinde söz sahibi değildir ve olmak da istememektedir. Avrupalı emperyalist tekeller için önemli olan ucuz emek bulabileceği ve böylelikle rekabet gücünü arttırmasına hizmet edecek bölgelere yayılmaktır. Bu bölgeleri, içsel dinamiklerini tahrip ederek kendine bağımlı kılmaktır.
Türkiye'ye olan ilgisinin ardında da bu yatmaktadır. Türkiye genç nüfusuyla ucuz emek bulabileceği en uygun bölgedir. Dahası Türkiye, istihdam edilen nüfusun %30'unun tarım sektöründe olmasından dolayı uzun süre ucuz emek sağlayabilecek bir yapıya sahiptir.
1990'lı yıllarda hız verilen ‘tarımda yeniden yapılandırma' adı altında sürdürülen özelleştirme, destek alımlarının sona erdirilmesi saldırılarıyla tarımdaki istihdam azaltılıp, kentlere göçün sağlanması hedeflenmektedir. Bu süreçte, Avrupa'da yüzyılın başında yaşanan büyük çaplı proleterleşme Türkiye'de yeniden yaşanacaktır. Bu hiç kuşkusuz işsizler ordusunun daha da büyümesi anlamına gelmektedir. Böylelikle ekonomik talepler için verilecek mücadelenin de önü alınmış olacaktır. Avrupa tekellerinin temel isteği olan ucuz emek garanti altına alınacaktır.
Türkiye'de tarımda yeniden yapılanma sürecinin temel adımları ise çoktan atıldı. 2000 Eylül'ünde TÜGSAŞ ve İGSAŞ özelleştirilmiş, Gemlik Gübre Toros Gübre'ye satılmıştır. Ocak 2001 tarihinde TEKEL'in alkollü içki üretim ve dağıtımındaki tekeli ortadan kaldırılmış ve piyasaya açılmıştır. Tütün sektörünü serbestleştiren, destek alımlarına son veren Tütün Yasası 3 Ocak 2002'de kabul edilmiştir. Tüm bu düzenlemeler tarımın yeniden yapılandırılması çerçevesinde gerçekleştirilmiştir. Ve amaçları tarımı sermaye için kârlı bir alana dönüştürmek, küçük aile işletmelerinde çalışanları proleterleştirmek ve kentlerde sermayenin kullanımına hazır işsizler ordusu-ucuz emek gücü yaratmaktır.
Tarımsal alanda uygulanan tüm politikalar Avrupa Birliği'nin ve İMF'nin öngördüğü programlar çerçevesinde gerçekleştirilmiştir.

AB'nin en büyük dayanak noktası sendika bürokrasisi!

Avrupa Birliği projesine en büyük destek sendikalardan gelmektedir. Bu kuruluşlar aracılığıyla Avrupa Birliği ‘düşü' tüm toplumu, özellikle de işçi sınıfını etkisi altına almaktadır. Bu sendikaların başında ETUC gelmektedir. KESK ve DİSK de ETUC üyesidir. Her iki sendika da üzeri örtülü bir şekilde AB'yi savunmaktadırlar. Saldırılar karşısında sık sık Avrupa Birliği'ne gönderme yapmaları, AB'yi onayladıklarını göstermektedir.
AB projesine sahip çıkan ETUC neyi savunmaktadır' ETUC'un temel söylemi ‘emeğin Avrupası'dır ve işçi sınıfının bilincini bu söylemle bulandırmaktadır. ETUC sermayenin dünya ölçeğindeki rekabeti sonucu oluşturulan bir yapılanmadan ‘emeğin Avrupası'nı çıkarabilmektedir.
Pratikte ETUC'un savunduğu ise korumacılığın ötesine geçmemektedir. Örneğin emeğin serbest dolaşımına en büyük direnç Avrupa sendikalarından gelmektedir. ETUC'ta kendisini ifade eden sendikal bürokrasi, Avrupalı işçilerin haklarını korumak adına serbest dolaşıma karşı çıkmaktadır. Küreselleşme ve AB oluşumuyla birlikte dört alanda serbestleşme öngörülmüştü; mal, hizmet, sermaye ve emek. AB çerçevesinde ilk üçünün serbestleşmesi önündeki engeller büyük bir hızla ortadan kaldırılırken, emeğin serbest dolaşım hakkı üzerindeki sınırlandırmalar kaldırılmamıştır. Doğu Avrupa ülkeleri AB üyeliğine kabul edilirken azami 7 yıllık bir geçiş süresini kabul etmişlerdir.
ETUC serbest dolaşıma karşı çıkarak Avrupalı işçileri vahşi kapitalizmden koruduğunu sanmaktadır. Unuttukları mal, hizmet ve sermayenin dolaşımı önündeki engellerin kaldırılmasına karşı çıkılmadığı sürece, emeğin serbestleşmesine karşı çıkmanın Avrupalı işçilere herhangi bir şey kazandırmayacağıdır.
2004 yılında Alman tekeli Siemens üretim birimlerini Macaristan'a taşıyacağı tehdidiyle haftalık çalışma saatini 35'ten 40 saate çıkarmış ve performansa dayalı yeni bir sistemi uygulamaya koymuştur. Bunun karşılığında bir-iki yıl daha Almanya'da üretim yapacağını söylemiştir. Ancak geri adımın sınırı yoktur. İki yıl sonra farklı taleplerle yine aynı tehdidi savurarak sendikaların karşısına çıkacaktır. Yine Daimler Crysler IG Metal Sendikası'yla yapılan toplusözleşme döneminde fabrikalarını Güney Afrika'ya taşıyacağı tehdidini savurmuş ve sendikaya geri adım attırmıştır. Özetle sermaye istediği gibi dünyada dolaşırken, emeği sınırlamanın Avrupalı işçilere vereceği bir şey yoktur.
Avrupalı sendikalar, özellikle ETUC, ‘emeğin Avrupası', ‘sosyal Avrupa' söylemleriyle korumacı bir kapitalizmi savunmaya devam etmek istemektedir. Ancak kapitalizm ulusal sınırların dışına çoktan taşmıştır. Ve onu durdurmanın yolu da sınıf dayanışmasını örgütlemekten geçmektedir. Sınıf dayanışmasının anlamı küçük çıkarlar, kazanımlar, ya da sınıfın küçük bir bölümünün haklarını korumak değil, bir bütün olarak sınıfın çıkarlarını savunmaktır.

Yerli bürokratların dayanaksız hayalleri


ETUC'un bizdeki uzantıları (ideolojk ya da örgütsel uzantıları) ‘emeğin Avrupası'ndan dem vururken, Avrupa'daki sınıf mücadelesinin kızıştığını görmüyor değiller kuşkusuz. Ancak Avrupa Birliği'ne üye olmanın Türkiye için yararlı olacağını, ileri bir adım olacağını düşünyorlar. Bu düşünce birkaç kaynaktan beslenmektedir.
İlk olarak, Avrupa'da görece ileri düzeyde olan temel hakların üyelikle birlikte Türkiye'ye ihraç edileceğini düşünmeleri... Bir başka deyişle kendi gücüyle elde edemediği hakları AB'ye havale etmek, emperyalist bir yapılanmadan medet ummak. İkincisi, kapitalist örgütlenmelerin doğasını algılayamamak, kapitalizmin ve onun siyasal temsilcilerinin hiçbir zaman sınıf düşmanlarının yararına politika öngörmeyeceklerini görememek. Üçüncüsü, demokrasiyi sınıflar üstü bir kavram olarak algılamak ve son olarak Avrupa Birliği çerçevesinde öngörülen hukuksal düzenlemelere olduğundan fazla anlam yüklemek.
Burada hukuksal uygulamalarla ilgili birkaç noktaya tekrar değinmek gerekiyor. Öncelikle Avrupa Birliği Sosyal Şartı'nın hiçbir bağlayıcılığı yoktur. Bugüne kadar Avrupa Birliği Türkiye'ye hiçbir biçimde ‘neden grevleri ulusal çıkarlara aykırıdır gerekçesiyle ertelediniz'' diye sormamıştır, ya da ‘neden işçiler kayıtdışı sektörde istihdam ediliyor'' dememiştir. Sorması Avrupa Birliği'nin doğasına ve varoluşuna aykırıdır. Şüphesiz temel bazı metinlerinde örgütlenme hakkından, toplu pazarlıktan bahsedilmektedir. Ancak öncesinde belirtildiği üzere uygulama ülkelerin kendisine bırakılmıştır. Dahası Avrupa Birliği'nin temel taşlarından olan Fransa'da sendikalaşma oranı sadece %5'tir.
İkincisi, Avrupa Birliği metinlerinde sosyal politikaya ilişkin düzenlemeler bireysel sözleşmelerle sınırlıdır. Avrupa Birliği'nin istediği de budur. Örgütlerin dağıtılması, herşeyin bireysel düzlemle sınırlandırılması. Sermayenin yoğunlaşması anlamına gelen Avrupa Birliği'nin başka bir davranış içinde olmasını beklemek de mümkün değildir zaten.
Ve son olarak hukuksal düzenlemeler güçle uygulanır. En eşitlikçi hukuk kuralları bile güçlü olan tarafın istediği doğrultuda uygulanır. Bu nedenle bazı temel hakların hukuksal metinlere geçmesinin pratikte, göz boyamak dışında, bir hükmü yoktur.
Sonuç olarak, Avrupa Birliği'nin işçi sınıfına vereceği hiçbir şey yoktur. İşçi sınıfının kurtuluşu nasıl ki kendi eseri olacaksa, emeğin Avrupası da ancak işçi sınıfının mücadelesi sonucu kurulacaktır. Emperyalist bir yapılanma, işçi sınıfı için olanaklar yaratmak bir yana, mücadelesinin önündeki en büyük engeldir.