15 Ocak 2005
Sayı: 2005/03(03)


  Kızıl Bayrak'tan
  CHP operasyonu ve yansımaları
  Sağlıkta özelleştirmenin ilk adımı atıldı
  İlaç üretiminde "veri imtiyazı" geliyor
  Afet bölgesine yardım sahtekarlığı
  Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor
  İÜ'de iki kutup, iki farklı seçim
  Beytepe'de faşizme geçit yok!
  Sermayenin yeniden yapılanması ve "emeğin Avrupası"
  Fethullah Hoca'ya kulak verin!
  "İnsanlık için Küresel Kadın Şartı..."
  Sağlıkta tasarruf ölüm demektir
  Güvencesiz Çalışmaya Geleceksiz Yaşamaya Hayır Kampanyası
  Bilinç katliamının derinleştirilmesi
  Filistin; bölge barışı ve Mahmut Abbas
  Kirli savaş taktikleri işgalcileri kurtaramaz
  Kanlı pastadan beslenen leş kargaları
  Felaketin sorumluları bölgeye askeri yığınak yapıyor
  Rosa Luxemburg ve Karl Liebknecht anıldı
  I. Ekim Gençliği kampı
  İLGP kampanyası
  Bültenlerden
  Düzenin yoz kültürü ve "Kurtlar Vadisi"
  Bir damlacık hayatlar...
  2005'te imparatorluk .
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 

Düzenin her kurumundan pis kokular yükseliyor...

Çürüdükçe çürüyor, yıkılmayı bekliyor!

Özellikle son bir aydır gazete ve televizyonlar yolsuzluk ve rüşvet haberlerinden, bu konuyla ilgili açılmış davalara ilişkin tartışmalardan geçilmiyor. Bu haberlerin de ortaya koyduğu gibi, sermaye düzeni bütün kurumlarıyla; ordusuyla, yargısıyla, siyasal partileriyle ve medyasıyla çürüyor. Çürüdükçe etrafa kötü kokular saçıyor.
Kısa zaman öncesine kadar Yargıtay mensuplarının kirli ilişkileri tartışılıyordu bu ülkede. Şimdi adı tartışmalara karışan bu ‘saygın' kurumlara ordu ve ‘Atatürk'ün partisi' CHP eklendi. Polis teşkilatı mensuplarının karıştığı olaylar ise o kadar çok ki gazeteciler için artık haber değeri bile taşımıyor.
CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, ‘CHP, rüşvet alanlara da rüşvet verenlere de pabuç bırakmayacaktır' diyor. ‘Bu cerahatı patlatacağız' diye kürsülerden atıp tutuyor. Öte yandan ordunun yolsuzluk iddialarının soruşturulmasına izin vermesi her kesimden düzen sözcüleri tarafından alkışlarla karşılanıyor, Genelkurmay Başkanı, ordu içindeki ‘çürük elma'ları temizleme kararlılığından dolayı takdir ediliyor. Genelkurmay Başkanı'nın ‘çürük elma'lara karşı tutumunu övenler bununla yetinmeyip başta hükümet olmak üzere sivilleri yolsuzluklara karşı asker kadar kararlı davranamamakla suçluyorlar.

Ordu ve CHP'nin asıl derdi başka

Gerçekte hepsinin de yaptığı bir tiyatro sahnesinde rol kesmekten ibaret.
Deniz Baykal'ın hassasiyetinin asıl nedeninin ‘pisliğin CHP'ye bulaşması' olmadığını cümle alem biliyor. Onun asıl derdi koltuğunu korumak, o koltuğu elinden almaya çalışacak rakiplerini ne pahasına olursa olsun saf dışı bırakmak. Eğer CHP yönetimi rüşvet konusunda bu kadar hassas olsaydı, Mustafa Sarıgül hakkında yıllar önce ortaya atılmış yolsuzluk iddialarını bile bile onu son yerel seçimler öncesinde partiye davet etmezdi. Eğer CHP yönetimi partiyi temiz tutmak konusunda bu kadar hassas olsaydı, Sarıgül hakkındaki kararı beklemez, Disiplin Kurulu üyeleriyle ilgili iddialar ortaya atıldığı gün duruma müdahale ederdi. Bunlar yapılmadığı için CHP yönetiminin rüşvete karşı mücadele üzerinden esip gürlemesine kimse pek inanmıyor. Bunlardan biri olan gazeteci Murat Yetkin Radikal'deki köşesinde soruyor;

‘CHP'nin disiplin kurulunun oluşturulma kriteri ne olmuştur' Parti içi bir meseleyi, Genel Başkan'ın ifadesine göre dolarla rüşvet vererek halletmeye çalışan insanların partinin haysiyet kurulunda işleri neydi' Onları oraya kim getirmişti''
‘Peki Mustafa Sarıgül'ü CHP'ye kim getirmişti' Onun yakasına dün ismini bile ağzına almamaya özen göstererek partiye yolsuzluk bulaştırmakla suçladığı kürsüye davet ederek yakasına CHP rozetini takan Baykal'dı... Sarıgül'ü DSP ve YTP kapılarını yaptıktan sonra CHP kapısına getiren kimdi' Sarıgül hakkındaki iddialar, CHP'ye dönmeden çok önce ayyuka çıkmıştı; CASA ihalesine dek uzanıyordu.'

Ordu açısından da durum çok farklı değil. Genelkurmay Başkanlığı'nın soruşturmalara izin vermesi, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı ya da MGK Genel Sekreterliği yapmış eski komutanların hakim karşısına çıkartılması sadece bir tek şeyi gösterir. O da kamuoyuna ‘bakın ordu rüşvet ve yolsuzlukla nasıl hesaplaşıyor' mesajını vermek ve yığınları aldatmaktır. Yoksa komutanların rüşvet ve yolsuzluk konusunda hele hele ordunun imkanlarının kişisel çıkarlar için kullanılması noktasında pek bir şikayeti, rahatsızlığı yoktur.
Hayır, Genelkurmay gerçekten de orduyu pislikten temizleme konusunda samimi bir çaba gösteriyor diyenlere geçmişten bugüne esrarını koruyan Lockeed Skandalı'nı hatırlatmak bile yeterlidir. Bu olayda milyonlarca dolar rüşvet almakla suçlanan kişi 12 Eylül'ün eli kanlı 5 generalinden biri olan MGK üyesi Orgeneral Tahsin Şahinkaya'dır. Tahsin Şahinkaya, hakkındaki bu iddialara rağmen ve çoktandır emekli olduğu halde ordu tarafından el üstünde tutulmakta, Hava Kuvvetleri'nin açılış ve etkinliklerine katılmaktadır. Örneğin geçtiğimiz Ekim ayında Hava Harp Okulu'nda eğitim döneminin ilk dersi, aldığı büyük rüşvetler sayesinde adı bir dönem ‘dünyanın en zengin generalleri listesi'ne giren, Amerikan Time dergisine bu marifetinden dolayı kapak olan Tahsin Şahinkaya tarafından verilmiştir. Şu sözler ise Tahsin Şahinkaya'nın anlattığı dersi dinledikten sonra pek duygulandığı anlaşılan Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına'ya aittir.
‘Sayın Hava Kuvvetleri Komutanım Orgeneral Tahsin Şahinkaya, ilk dersi sunuşunuz sırasında, kendimi, şu anda beni can kulağıyla dinleyen genç hava harbiyeliler gibi hissettim. Heyecanımı hoşgörünüz. Hava Kuvvetleri'nde unutulmaz izler bıraktınız. Teşriflerinin ve ilk dersinizle bizleri onurlandırdınız. Şükranlarımı yineliyorum'.
Tahsin Şahinkaya gibi adı rüşvetle özdeşleşmiş birini tepesinin üzerinde gururla taşımayı sürdüren bir ordunun rüşvete karşı samimi bir tutum aldığını düşünmek saflıktan başka bir şey değildir.

Gelişmelerin gösterdiği gerçek;
bu düzen tüm kurumlarıyla çürüyor


Ordu ve CHP üzerinden söylenenler diğer düzen kurumları sözkonusu olduğunda da geçerlidir. Yargıtay'da, polis teşkilatında, her boydan bakanlık ve müdürlüklerde yolsuzlukların her türlüsü yaşanmakta, rüşvet çarkı tüm hızıyla dönmektedir.
Ne zaman ve hangi kurumda yaşanırsa yaşansın düzen temsilcilerini rahatsız eden bu pisliğin kendisi değildir. Onları rahatsız eden tek şey bu pisliğin açığa çıkması, ortalığa saçılması, işçi ve emekçiler tarafından görülmesidir. Yoksa ortalıkta yolsuzluk ve rüşvete savaş açmış bunca düzen kurumu ve düzen politikacısı varken, her önüne gelen bu sorunu kendisinin çözeceğinden sözederken Tahsin Şahinkaya gibi rüşvetçilerin saygı görmesi, bakanlar ve milletvekilleriyle ilgili yolsuzluk dosyalarının bir türlü gündeme getirilmemesi nasıl açıklanabilir'
İşin aslına bakılırsa, düzeni temsil edenler bu çürüme ve kokuşmuşluğu ortadan kaldırmak güç ve kudretine de sahip değillerdir. Çünkü yolsuzluk gibi, rüşvet gibi pislikler bu sistemin doğasında vardır. Kapitalizm yaşamaya devam ettikçe bu pislikler de üremeye devam edecektir. Yolsuzluk, rüşvet, soygun vb. pislikler burjuvazinin gündeminden hiç eksik olmayacaktır. Fakat giderek daha yeni boyutlar kazanan bu çürüme ve kokuşma düzenin çöküşünü de hızlandıracaktır.
------------------------------------------------------------------------

‘Subaylığımdan utanıyorum!'

‘Beş sene havacı askeri öğrenci üniforması taşıdım.Bu şerefi ve onuru yaşadım.12 Mart 1971 sonrası Faruk Gürler Paşa'nın emriyle ordudan atıldım.'
‘1984 lerde özel işim nedeniyle Genelkurmay özel kalem'e gittim. Genelkurmay ilan panolarında ‘İkinci elden satılık araba, ev, buzdolabı televizyon' duyurularını görünce şaşırdım. Hep bize yeniçerinin ticarete bulaşmasının orduyu bozduğu anlatılırdı. Şimdi değişen neydi' Yanına gittiğim subayın odası, çok hareketliydi. Giren paşalar ‘paralarının bir bankerden alıp diğerine yatırması' talimatını verip odadan çıkıyorlardı. Bir diğerleri ‘yurtdışından gelecek bavullarını nereye teslim edilmesi' talimatını verip çıkıyordu. Kahrolmuştum.'
‘300 Osmanlı Paşa'sından sadece 6 genç general, kurtuluş savaşında yerini aldı. Diğer paşalar makamlarını riske sokmak istemediler.'
‘Hakim sınıfların siyasetten ve ekonomik sıkışmaları kontrolsüz 27 Mayıs 1960 hareketini patlattı. Ordu ve öğrenci gençlik ‘Aydınlanma'ya koştu. ‘Karanlık' perdesini yırtmaya cüret etti. Bunlardan bir kısmı tabii senatörlük rüşveti ve ‘dış görev ve makam' ile denetim altına alındı.'
‘Ömür boyu sürecek ‘tabii senatör' ve Cumhurbaşkanlığıyla seçilen ‘Kontenjan Senatör' kavramları, 27 Mayıs sonrası hakim sınıfların ve siyasetçilerin demokrasimize kazandırdığı kavramlardır. Müteahhit'in ‘borç vermesine' benzer, ‘alan etkili kişi' istediği zaman geri verir.'
‘Bu ezme, borç alıp ve verme günümüze kadar devam edip gider. ‘Etkili kişiler' artıkça meclisteki olanaklar yetmez. Bankalarda ve büyük şirketlerde yönetim kurulu üyelikleri için kontenjan ayrılır.'
‘1978'de yine aydınlanma dalgaları yükseldi. 12 Eylül de bu aydınlanma görevli paşalarca karartıldı. Tahsin Paşa'nın ‘borç alması' uluslararası oldu. Yabancı basında en iyi borç alan paşa olarak tarihe geçti.'
‘Yakın tarih bilinmezse ‘borç alıp verme' anlaşılamaz. Bunların kökenleri ve genleri iyi bilinmeli. Körpe fidanlar yok edilirse ortaya kalan da bu olur. Eskiden bir makama kişiliğini satan kişi, artık bununla da yetinmeyip karısına, kızına, oğluna damadına ve gelinine de diğer dünya nimetlerini de ayrıca ister.'
‘Bunlara baktıkça Fethi Gürcan'ın 21 Mayıs 1963 sonrası kurulan mahkeme salonunda haykırışı kulaklarımda çınlıyor: ‘Size baktıkça subaylığımdan utanıyorum.''

(Kendisi de eski bir subay olan Ömer Gürcan'ın
www.yeniyol.org'da yayınlanan yazısından kısaltılarak alınmıştır...)

-----------------------------------------------------------------------------

‘Paşaya zeval olmaz'

Henüz 1976 yılında bir ABD'li senatör yaptığı açıklamada Japonya, Hollanda, Türkiye ve Belçika başta olmak üzere dünyaya askeri uçak satan Lockheed uçak firmasının adı geçen ülkelerde milyarlarca dolarlık rüşvet dağıttığını açıkladı. Kıyamet koptu. Bütün ülkelerde büyük soruşturmalar sonucu çok sayıda askeri görevli cezalandırıldı. Tarihe geçen bu Lockheed Skandalı'ndan kılına zarar gelmeden çıkan ülke, evet doğru bildiniz, Türkiye oldu. Meclis, konuyu araştırması için CHP Milletvekili Yılmaz Alpaslan'ı Araştırma Komisyonu'nun başına getirdi. Alpaslan, dosyaları ‘Biz solcuların nefesini dinliyoruz' böbürlenmesiyle altın adını ‘Zehir Hafiye'ye çıkarmış olan, bu milletin gelmiş geçmiş en korkunç mümtazlarından Faruk Sükan'a teslim etti. Fakat o dönemde bu raporun tartışılması hepimizin çok alışık olduğu çeşitli katakulliyle engellendi. Alpaslan, Sükan'dan belgeleri geri istediğinde ne karşılık aldı dersiniz: ‘Belgeler yandı.' Böylelikle Türkiye Lockheed Skandalı'ndan alnının akıyla çıkmış oldu.
F-16 savaş uçakları ihalesi 83 yılında karara bağlandı. Daha sonra Amerikan Kongresi'nin hakkında soruşturma açtığı ‘General Dynamics' şirketinin Yunan asıllı (hep onların parmağı) eski Başkan Yardımcısı Veliotis, anlaşmanın yapılabilmesi için Türkiye'de 23 milyon dolar rüşvet verdiklerini açıkladı. Bunun üstüne 86 yılında dönemin SHP Milletvekili Cüneyt Canver konuyu Meclis'e taşır. Şahinkaya malvarlığını açıklar. Yazlıklar, daireler, arsalar vs. ama elinden çıkarıverdiği mallarını bildirim dışı tuttuğu anlaşılır. ANAP milletvekilleri imdadına yetişir; onların oylarıyla aklanır.

(Yıldırım Türker, Radikal, 19 Kasım 2001)

-------------------------------------------------------------------------------

Vatan millet yolsuzluk

Rüşvet iddiaları bir bir patlak verdikçe kutsallığı karşısında biat etmemiz sağlanmış nice kurumun memleketin diğer kurumlarından pek farklı olmadığı ortaya çıkıyor. Bu durum kurban vatandaşta bir bedbinlik hissi yaratmıyor elbette. Aksine, milletçe kutlu bir eşikte soluklandığımız duygusuna kapılmamak ne mümkün. Lakin, kaç ömrü yiyip bitirmiş, hikmetinden sual olunamamış, kıyasıya örtbas edilmiş bütün dosyaların zaman içinde sırası geleceğine yönelik umudun yanısıra öfkeye kapılmamak da zor doğrusu. Ayyuka çıkmış onca yolsuzluk iddiası karşısında hâlâ milliyetçi komplo teorilerini bayrak edinip işin içinde kimi kurumların saygınlığını yıpratmaya yönelik hinlikler arayanlar yayınlarını aynı kararlılıkla sürdürüyor.
Eski Yargıtay Başkanı Eraslan Özkaya'nın kadri bilinmemiş bir adanmış olarak hırçınlaşıp giderayak memleketin geleceği üstüne yakıcı kehanetlerde bulunmuşluğunu unutmamışsınızdır. Şimdilerde bu değerli hukuk adamının en çakalından ticaret erbabıyla yapmış olduğu telefon muhaverelerini tefrika halinde okuyoruz. Sıkıştığında makamının kutsallığını lafı dolandırmadan kafamıza kakıveren emekli memur, barınacak bir ev uğruna o makamın imkânlarını nasıl da esnetmiş. Haydi MİT'çi memurların izlemekten izlenebileceğini düşünmeye fırsat bulamadığını varsayalım, Eraslan'ın, o kirli tüccarların ağzından, ‘Para dayanmıyor ki Başkan'ın evine' ve benzeri konuşmaların dönüp dolaşıp o gözü gibi koruduğu makamı bulacağını hiç düşünememiş olması ne hazin. Bu iddialar ilk duyulduğunda, ‘Yargıtay'ı yıpratmaya çalışıyorlar' diye esip savuran Eraslan, şimdi mutsuz yuvasında Yargıtay'a büyük zarar verdiğini düşünüyor mudur'

O şimdi asker değil

Kızı ve eşiyle sanık sandalyesini paylaşan eski Amiral'den sonra iyi tanıyıp pek saygı duyduğumuz bir emekli orgeneral de zor durumda. Eski MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç'ın yine bir ev meselesi yüzünden başı çok ağrıyacağa benzer.
Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde başlayan ve usulsüzlüklerin mali değerinin 118.6 trilyon lirayı bulduğu belirtilen ‘Özel Kuvvetler Komutanlığı İnşaatı' davasının ‘asker müteahhidi' olarak tanımlanan bir numaralı sanığı Ali Osman Özmen, duruşmalardan birinde apansız paşanın adını zikrediverdi: ‘Bizim rüşvetle işimiz olmaz. Bilgim olan tek şey Tuncer Kılınç Paşa'ya verdiğim 150 bin dolar borçtur.' Üstelik Tuncer Kılınç, henüz borcunu ödeyememişti. Kılınç, bu borcu Özmen'den almasının bir tesadüften ibaret olduğunu belirterek, ‘Kime desem, 10 misli alırdım' diyordu. Kılınç, rayiç değeri 320 bin dolar olan daireyi de zaten indirimli olarak 175 bin dolara almıştı. Bunu da göğsünü gere gere açıklıyordu. (...)

Yıldırım Türker (Radikal, 10 Ocak 2005)

---------------------------------------------------------------------------

Genelkurmay Başkanı'na Açık Mektup

Sayın Başkan,
Bugünlerde özellikle Türk Silahlı Kuvvetleri saflarında pek de alışık olmadığımız gelişmeler yaşanıyor.
Emekli Kuvvet Komutanı Erdil'in ‘yolsuzluk' suçlamasıyla yargıç karşısına çıkarılmasından sonra; gazetelere yansıyan haberlere göre Genelkurmay Başkanlığı Askeri Savcılığı tarafından hazırlanan bir iddianamede aralarında ünlü komutanlar Şener Eruygur ve Tuncer Kılınç'ın da bulunduğu pek çok üst düzey asker ve komutan hakkında inceleme başlatılmıştır. 38 sanıklı bir iddianame hazırlayan Askeri Savcılık ‘rüşvet, resmi evrakta sahtekarlık, kamu kurumunu dolandırmak' gerekçeleriyle sanıkların cezalandırılmasını istemektedir. (Cumhuriyet, 23.12.2004, s.4)
Öte taraftan Diyarbakır'ın Kulp ilçesine bağlı Alacaköy'de kaybolan 11 köylünün cesetleri ile ilgili inceleme başlatan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri hazırladıkları raporda ölümlerden ‘o dönem bölgede görev yapan Bolu Komando Tugay Komutanı'nın sorumluluğu bulunduğu' yönünde çok önemli bir değerlendirmeyi kamuoyunun takdirlerine sundular. Halbuki o dönem resmi yetkililer yaptıkları açıklamalarda hiç utanmadan bu 11 yaşlı-başlı köylünün ‘örgüte katıldığını' açıklamışlardı.
Sayın Başkan,
Tunceli merkeze bağlı Gökçek Köyü Mirik mezrasında 23-24 Eylül 1994 tarihinde bir askeri operasyon yapıldı. Bu operasyon sonrasında sözkonusu mezrada yaşayan Işık ve Serin ailelerinden 7 kişi ‘kayıp' oldu. Aynı ailenin evlatlarından Ali Işık, ‘kayıp' edilen yakınlarını aramak için gittiği köyünün yakınında birkaç gün sonra ölü bulundu. Bu insanlar arasında küçücük bir kız çocuğu olan Dilek Serin'de vardı.
Bu insanların hiçbir suçu yoktu. Haklarında suç işlediklerine dair resmi bir ‘iddia' bile yoktu. Hatta bu kişilerin ‘sabıkaları' dahi bulunmuyordu.
Tunceli'de 1994 yılında toplam 16 köylü ‘kayıp' oldu. Aradan geçen 10 yılda bu insanlar sır oldular sanki. Kendilerinden hiçbir haber alınamadı. Cesetleri bile ortaya çıkarılamadı.
Sayın Başkan,
1994 yılında Tunceli'de yapılan askeri operasyonlarda Bolu Komando Tugayı görev yapmaktaydı. Gökçek Köyü, Mirik mezrasına yapılan operasyonlarda da yetkili Komutan Bolu Tugay Komutanı'ydı. Halk, bu Tugay'ın adını korku, dehşet ve endişe ile telafuz ediyordu. Bugün aradan geçen 10 yıldan sonra Tunceli (Dersim) halkı bu olayda sorumluluğu bulunan Bolu Komando Tugayı hakkında araştırma yapılmasını beklemektedir.
Yolsuzluk ve dolandırıcılık konusunda yürütülen soruşturmalar makamınızın emri ve onayıyla başlatılmaktadır. Bu tür soruşturmaların ‘saydam' ve ‘demokratik' bir rejim açısından gerekli ve zorunlu olduğu aşikardır. Bilinmelidir ki; ‘öldürme' veya ‘kayıp' olayları yolsuzluk ve dolandırıcılıktan daha ağır suçlardır. Bu suçları işleyenlerin üzerine gidilmesi daha bir gerekli ve zorunlu olmaktadır.
Sayın Başkanlığınızın, Tunceli'de 10 yıl evvel meydana gelmiş ve hala bir bıçak yarası gibi içimizi acıtan ‘kayıp' veya ‘öldürme' olaylarından dolayı soruşturma ve yargılama için gereğini yapmasını beklemekteyiz.
Tunceli'de 10 yıldır ‘kayıp olan' bütün insanlar ve halk adına bunu istiyoruz.

Hüseyin Aygün
(Işık ve Serin ailelerinin avukatı)
25 Aralık 2004
(İnternetten alınmıştır-KB)