28 Ağustos'04
Sayı: 2004/34 (26)


  Kızıl Bayrak'tan
  Barış ve özgürlük sosyalizmle gelecek!
  Emperyalizm saldırganlık ve savaş demektir!
  Çakıcı-MİT-Yargıtay ilişkisi bir kez daha çürüyen düzen gerçekliğini ortaya serdi...
  Hazine’nin sosyal güvenlik raporu yalan ve çarpıtmalara dayalı...
  İncirlik Üssü emperyalist saldırganlığın merkezi haline getirilmek isteniyor...
  Kamu Personeli Kanunu Taslağı: İş güvencesi gaspediliyor, esnek çalışma koşulları dayatılıyor...
  Kamuda toplu görüşme oyununa seyirci kalmayalım... Süresiz iş bırakma eylemini örgütleyelim!
  Direnişteki Castleblair işçileri: Tüm sınıf kardeşlerimizi ve dostlarımızı direnişimize güç vermeye çağırıyoruz!
  Direnen Castleblair işçilerinden içerdeki Castleblair işçilerine çağrı...
  Bir Castleblair işçisiyle konuştuk...
  “Endüstriyel ilişkiler” mi, sınıf mücadelesi mi?
  MESS ile sendikalarımız arasındaki TİS görüşmeleri başladı...
  Metal TİS’leri ve sorumluluklar
  Sendikalar ve sınıf mücadelesi
  Altınbaşak işçilerinin mücadelesi sürüyor
  Necef’te direniş sürüyor
  Filistinli tutsakların açlık grevi ikinci haftasında...
  İşgal ordusuna eşlik eden Amerikalı doktorlar da işkenceci
  Almanya’da sermayenin yeni saldırısı dalgası...
  PWD girişiminin ideolojik ve politik duruşu üzerine
  Faela ve Afrika’nın kadın kurbanları
  Dünya, Türkiye ve Sol Hareket
  İşçi sınıfı davası şimdi daha güçlü...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
PWD girişiminin ideolojik ve
politik duruşu üzerine

M. Can Yüce

İmralı Partisi Kongra-Gel cephesinde yaşanan çözülmeyi önleme girişimleri sonuç vermedi ve bir süre önce ayrılan grup, bir kez daha yeniden ve kesin bir biçimde ayrıldı. Osman Öcalan ve Nizamettin Taş’ın adlarının öne çıktığı bu grup, kendisini “Demokratik Barış İnisiyatifi” olarak tanımladı. Ağustos’un başında gerçekleştirdiklerini söyledikleri bir “Konferans” ile politika sahnesinde iddialı olduklarını deklare etmiş bulunuyorlar. Önlerine partileşme hedefini koyan ve “Partiye Welatparezên Demokratik (PWD)” olarak tanımlayan bu grup ile ilgili belli bir tartışma süreci de başlamış bulunuyor.

İmralı cephesi beklendiği gibi, bu grubu “hainlik”le, “Değerleri Amerika’ya satmak”la, “Talabani”cilik ile suçlamış ve bu tutumunu fiili saldırılar düzeyine çıkarmıştır. Öcalan iktidar sisteminden başka bir yaklaşım beklemek mümkün değildi. Onlarda sorunların ve farklılıkların “çözüm dili” şiddet ve bastırmadan başka bir şey değildir. O nedenle bu nokta üzerinde uzun uzadıya durmanın gereğini duymuyoruz.

Ayrıca bu grubun bileşimini, adları açıklanan kişilerin yapılarını ve durumlarını da bu aşamada tartışma gereğini duymuyor ve bu tür tartışmaların kısır döngüden öte bir anlam taşımadığını düşünüyoruz.

Bu grubun yayınladıkları iki bildiri var, bu bildirilerde görüşlerini ve politik duruşlarını net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Esas olarak bu noktalar üzerinde durmayı ve yaklaşımımızı ortaya koymayı gerekli görüyoruz.

Bu grup ve ideolojik ve politik duruşu hakkında en genel anlamda ve özet olarak söylenecek şudur:

“İmralı çizgisinin Amerikancı versiyonudur!”

Temel ideolojik ve politik konularda söyledikleri, A. Öcalan’ın İmralı savunmalarında dile getirdiği görüşlerden bir farklılık taşımamaktadır. Hatta neredeyse söylem düzeyinde onun bir tekrarıdır. Öcalan’ı “İdeolojik Önder” olarak izlemeye devam edeceklerini açıkça vurgulama gereğini duyuyorlar. İkincisi, Öcalan sistemi karşısındaki duruşu, bir “kopuşu” değil, bir “devamlılığı” anlatmaktadır! Bu “devamlılık” süreç içinde bir kopuşa dönüşür mü sorusunun yanıtı belirsizdir, ama ideolojik ve politik devamlılığın esas olarak devam edeceğe benziyor.

Kısaca bu görüşlerimizi açmaya ve tartışmaya çalışalım:

I. Öcalan sistemi karşısındaki duruşları

Öcalan iktidar sistemi karşısında net bir tutum almadan, bu sistemden kesin bir kopuş sağlanmadan PKK ve kendi “bireysel” tarihlerini doğru kavramaları mümkün değildir. Belli itiraz noktaları var. Ama bunlar temel konulara ve sistemin özüne değil. Sık sık tekrarladıkları gibi Kongra-Gel, “muhafazakar kanadı” ve onun “demokratik değişim ve dönüşüm” karşısındaki direnci kırılsaydı, örgüt kendisini örgütsel ve sosyal yaşam alanında aşabilseydi, yani tam da anılan bu grubun dedikleri gerçekleşmiş olsaydı, bu grubun Öcalan ve sistemine herhangi bir itirazı, sıradan bir eleştirisi olabilir miydi? Bu sorunun yanıtı, anılan grubun kamuoyuna açıklanan görüşlerinde saklıdır.

Açık ki, onların çizginin özüne, yine Öcalan sisteminin temellerine bir itirazları yok, İmralı teslimiyet ve ihanet gerçekliğine de yok. Onların itirazı, birkaç noktayla sınırlıdır. Birinci itiraz noktası, “ABD ve bölge politikasını esas alalım, o eksende bir politik çizgi yürütelim”; ikincisi, “Güney Kürtleri’yle dayanışma içinde olalım”; üçüncüsü, “örgüt yapısını ve yaşam ilişkilerini demokratikleştirelim, eski katı ve yasakçı kurallar kaldırılsın, yaşam ilişkileri yeniden düzenlensin”!

Öcalan iktidar sisteminden kesin bir kopuş, özeleştirel yaklaşımı, bu noktada samimi olup olmamayı koşullar. Hatta bu, kendine ve tarihine samimi yaklaşıp yaklaşmamakta belirleyici bir koşul olmaktadır. Bununla bağlantılı ikinci önemli bir nokta daha var. Öcalan iktidar sisteminin eleştirisi, kaçınılmaz olarak İmralı gerçeğini tam ve olduğu gibi ortaya koymayı gerektirir. Ancak anılan grup, İmralı’yı es geçmeyi yeğlemektedir. İmralı tam olarak kavranmadan yurtseverlik iddiaları kuru sıkı bir yalandan öte bir anlam ifade etmez.

İmralı ve Öcalan iktidar sistemi kavranmadan, bundan tam kopuş sağlanmadan, daha öncesi bir yana İmralı’dan bu yana içine girilen “suç pratiği”, yani teslimiyet, ihanet ve tasfiyeci sürecin suç ortağı olma, dahası bu pratiğin birinci dereceden uygulayıcısı olma gerçeği de gözlerden kaçırılmış olunur. Bu grubun yaptığı bu ve İmralı süreci, onun birinci dereceden uygulayıcıları olma pratiğini es geçme, gözlerden ve dikkatlerden kaçırma tutumu, onların İmralı çizgisini ve pratiğini sürdürme eğilimine işaret ediyor.

Çok iyi biliniyor ki, ayrılan grubun öncüleri, İmralı çizgisinin en hararetli savunucuları ve birinci dereceden uygulayıcılarıydı. Bundan dolayı gözardı edilemeyecek sorumlulukları var. Bu sorumluluk hakkında tek söz söylemeden, hiçbir şey olmamış gibi, pişkince siyaset meydanında boy göstermek, en hafif deyimle ciddiyetsizlik ve samimiyetsizliktir. Bireysel olarak yapılan açıklamalar, bu pişkinliğin ve gerçeklerle alay etmenin dışavurumundan başka bir şey değildir. Bir tarihe, bir halkın varlığına ve geleceğine damga vurmaya çalışan İmralı süreci ve Öcalan iktidar sistemi hakkında bu grubun söyledikleri birkaç cümleden ibaret. Söylediklerinin tümü şunlar:

“PWD; Abdullah ÖCALAN’ın yaşadığı esaret koşullarının aşılması ve özgürlüğüne kavuşmasını insani ve ahlaki bir görev olarak kabul eder ve bu temelde çaba içinde olur. İdeolojik düşüncelerine değer verir ancak politikalarını ve kararlarını bağımsız iradesiyle oluşturur ve uygular.”

Kuşkusuz suç ortağı olanların bundan başka bir değerlendirme yapmaları mümkün değildir. İmralı ve Öcalan iktidar sistemine ve onun bütün sonuçlarına karşı net, kesin ve ikirciksiz tavır almadan “demokrasi” ve “yurtseverlik” adına söylenecek her söz ve davranışın koca bir yalan, göz boyama ve aldatmacadan başka bir değeri yoktur.

PWD girişiminin durumu da budur, dolayısıyla İmralı çizgisinin başka zemine çekilen bir versiyonuyla karşı karşıyayız.

Gerçekten yurtseverlik ve demokrasi konularında sıradan bir samimiyetleri varsa, öncelikle İmralı süreci ve Öcalan iktidar sistemi karşısında net bir şey söylemeleri, kesin bir duruş sergilemeleri gerekiyor. Yoksa inandırıcı olmaları mümkün değildir. Ancak mevcut duruşlarıyla böyle bir eğilimlerinin olmadığı anlaşılıyor.

II. Temel ideolojik-politik konulara bakış, dünya karşısındaki duruşları

“Yaşadığımız çağın demokrasi, insan hak ve özgürlükleri çağı olarak tanımlanması anlamlıdır. Bilimsel-teknik devrim ve bilişim-iletişim alanındaki dev ilerlemeler insan bilinci ve yaşamında köklü gelişmelere ve değişime yol açmıştır. Aşırı uçlarda seyreden kamplaşma ve çatışmalar aşılma sürecine girmiştir. Oluşan bilinç, ekonomik, sosyal, kültürel temel ve tecrübe birikimi insanlığı daha çok barış içinde demokratik değerlere dayalı ve farklılıkların kabulü temelinde bir arada yaşama arayışına yöneltmiştir. Yeni bir zihniyet ve demokratik siyaset anlayışı yönetim ve toplum ilişkisinde etkili olmaya başlamıştır. Küresel çapta yükselen ortak değerler her geçen gün yaşama daha fazla nüfuz etmektedir.”

Konferans sonuçlarının dile getirildiği bildiride, çağ ve dünya karşısındaki duruşlarını bu sözlerle özetliyorlar. İmralı’daki Öcalan’ı izleyenler için bu sözler, hiç de yabancı sözler değildir. Bu görüşler sayısız kez tekrarlanmıştır. Globalizmi, emperyalist-kapitalist sistemi ve onun güncel gerçekliğini savunan, meşrulaştıran sağ liberal bir anlayışla karşı karşıyayız. Kürt egemen ve orta sınıflarının öteden beri dile getirmeye çalıştıkları ve Kuzey Kürdistan’da politik bir akım olarak örgütlenme çabası içinde oldukları bir eğilim. Bu anlayışın en belirgin çizgileri, emperyalist-kapitalist sisteme biat etmek, kendisine bu sistem içinde bir gelecek aramak ve bu sistemi meşrulaştıran teorik ve ideolojik görüşleri benimseyip tekrarlamak, dost ve düşman kavramlarını da bu bağlamda yeniden belirleek ve liberal-reformist bir politik düzlemde güç olmaya çalışmak olarak özetlenebilir. Hak-Par ve diğer “utangaç” liberallerin bugüne kadar yapmaya çalıştıkları gibi…

Yaşanılan sorunları ideolojik olarak sosyalizm ile açıklamaları, eksen değiştiren ve liberalizmi yeniden keşfeden herkes ve her çevrenin içine girdiği “günah keçisi” bulma kaygısının yanısıra, “yeni çizgisinde” samimi olduğunu kanıtlamanın da bir gereğidir. Dolayısıyla bu yazıda bu yönleri üzerinde durma gereğini duymuyoruz.

III. ABD ve ABD’nin Irak işgali karşısındaki tutumu

Bu grubun ABD ve Irak işgali karşısındaki tutumu, genel ideolojik-politik duruşlarının bir uzantısıdır. Bu noktada Kongra-Gel’in programındaki görüşlerini tekrarlıyorlar. Yayınladıkları bildiride şöyle diyorlar:

“Ortadoğu’daki anti-demokratik, insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan, halkların ve kültürlerin demokratik özgür gelişimini engelleyen baskıcı otoriter rejimler aşılmak zorundadır. Bu bağlamda bölgedeki statükoyu dağıtmayı hedefleyen ABD müdahalesi demokratikleşmeye imkan sunduğu ve Kürt sorununun çözüm imkanlarını artırdığı için desteklenmelidir. Yine Geniş Ortadoğu Projesi, bölgenin yaşadığı çağ dışı konumu aşma sürecini hızlandıracaktır.”

“Yaşasın ABD’nin Ortadoğu müdahalesi, yaşasın ‘geniş’ Ortadoğu projesi! Geleceğimiz bu müdahale ve projede!”

Görüşlerinin ve politik duruşlarının en kaba ve genel özeti bu!

“Kraldan daha kralcı olma” budur işte!

KDP ve YNK bile ABD ile arasına belli bir mesafe koyar, kimi kaygıları dile getirmek için liderleri ortak mektup kaleme alır, “daha uzun kalırsanız işgalci konuma düşersiniz” gibi uyarılar yapma gereği duyar; ama “bizim” “Yurtsever demokratlar”, ABD ekseninde siyaset yapmayı varoluş gerekçesi olarak algılamaktadırlar.

Evet, Ortadoğu’daki iktidarlar ve statükolar, gerici, çağdışı, toplumsal ve tarihsel gelişmelerin önünde duran diktatörlüklerdir. Ancak bu gerçeklik, hiçbir zaman emperyalist ve sömürgeci işgal hareketlerini haklı kılmaz, ya da bu gerici sistemler “yabancı müdahalelerin” gerekçesi olamaz. Kaldı ki gözler önünde sergilenen gerçeklerin de kanıtladığı gibi, ABD’nin işgal hareketinin amacı, ne Irak halklarını Saddam rejiminden kurtarmak, ne demokrasi ve özgürlük getirmek, ne de Ortadoğu halklarının tarihsel gelişimi önündeki engelleri kaldırmaktır. Hele “Kürt sorununun çözüm imkanlarını artırdığı” ise büyük bir aldatmacadır. Saddam rejiminin yıkılması objektif olarak Güney Kürdistan için belli fırsatlar ortaya çıkarmıştır, ama bu, diğer parçalar ve özellikle Kuze için “çözüm fırsatı” anlamına gelmiyor.

ABD, dünyayı tek başına yönetmek istiyor, bunun için Ortadoğu ve Avrasya’da var olan stratejik kaynakları ve onların geçiş yollarının mutlak denetimini istiyor. Demokrasi ve özgürlük mü? Bunun yanıtı, işgal edilen Irak’taki uygulamaların kendisidir. (Bu konuda çok geniş değerlendirmeler yapıldığı için yeniden üzerinde durmak istemiyoruz.)

IV. AB ve AKP’ye bakış

Dünyaya bakışaçıları yanlış olanların başka konularda doğru bir değerlendirme yapmaları mümkün değildir. Yanılgılı ve yanılsamalı bakışaçısı, AB ve AKP’ye bakışta da çok net olarak kendisini gösteriyor. Şöyle diyorlar:

“Türkiye AB’ye üyelik sürecinin gelişmesiyle birlikte daha hızlı bir demokratikleşmeyi yaşayacaktır. Atılan sınırlı demokratik adımlar olumlu olmakla beraber yeterli olmaktan uzaktır. AKP hükümetinin daha cesur adımlar atmasına ihtiyaç vardır.”

Hatırlanırsa, Öcalan İmralı’da örgütüne gönderdiği değerlendirme ve talimatlarda AB’ye girişin Türkiye’yi demokratikleştireceğini ve bunun için TC’nin bu doğrultudaki çabalarının desteklenmesini istemişti. Örgütü de öyle davranmış, TC’nin dış politika uzantısı rolüne gönüllü soyunmuştu. Şimdi kendisini “Demokratik Barış İnisiyatifi” olarak tanımlayan grup aynı çizgiyi sapmasız destekliyor ve olduğu gibi devam ettirme kararında görünüyor. TC’nin AB’ye girişi ile demokratikleşme arasında doğru orantılı bir bağlantının kurulması ve bu nedenle halkın TC’nin AB politikalarının bir payandası haline getirilmek istenmesi yanlış ve süren tasfiyeciliği derinleştirmekten başka bir sonuç vermeyecektir.

Açık ki, öteden beri süren bilinç ve bellek katliamı bu grup tarafından da sürdürülmektedir. Dolayısıyla daha işin başında ideolojik ve politik mücadeleyi geliştirmek büyük bir önem kazanmaktadır.

AKP’ye yaklaşımları da çok açık: AKP’yi daha cesur olmaya davet ediyorlar. “Demokratikleşme” adımlarını ise destekliyorlar…

V. PWD’nin amacı ve mücadele yöntemi

PWD girişimi, belli ki bu temel konularda da İmralı’yı neredeyse birebir tekrarlıyor. Onlar için de Kürt sorunu, “Türkiye’nin demokratikleşmesi” bağlamında bazı kültürel kırıntılar sorunudur. Bir halkın kendi kaderini özgürce belirleme hakkı mı, o, çoktan tarih oldu, o, artık modası geçen, çatışmalı 20. yüzyılın bir unsuruydu! Kürtler sorunlarını, TC ile “demokratik özgür birlik temelinde” çözebilirler! Tabii “barışçıl ve siyasal diyalog” yöntemi esas alınarak!

Bu konudaki görüşleri ve tutumlarının özlü ifadesi şu. Konferans sonuç bildirisinden aktarıyoruz.

“PWD; Türkiye’ye dönük bir çalışma, örgütlenme ve mücadele içinde olacaktır. Yeni bir misyon ve kararlılıkla ortaya çıkan PWD’nin temel amacı Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun demokratik özgür birlik temelinde, barışçıl ve siyasal diyalog temelinde çözümünü sağlamak, Kürt halkının temel hak ve özgürlüklerini güvenceye almaktır.”

Kürt sorununu “Türkiye’nin demokratikleşmesi” sorunu ve bu bağlamda elde edilecek kırıntı sorunu olarak koydukları zaman “barış ve diyalog” yöntemini esas almaları eşyanın tabiatı gereğidir!

Bütün bunların anlamı, sömürgeciliğe biat, bunun karşılığında ise sistem içinde biraz yemlenmek!

İşte Kuzey Kürt egemen sınıflarının “Kürt programlarının” özeti ve özü budur!

VI. İmralı çizgisinden “farklılığı” ve sonuç

Yukarda da kısaca özetlemeye çalıştık. PWD girişimi, İmralı çizgisinin Amerikancı versiyonudur! Elbette ortada belli farklıklılar da vardır. Bir kez bu grup ideolojik olmasa da fiziki olarak Türk Genelkurmayı’nın denetiminin dışına çıkmıştır. Dolayısıyla bundan böyle bu grubu yönetme ve denetleme olanağı yok. İkincisi, TC ile ABD arasında bazı noktalarda çelişkiler var. Irak’ın yeniden biçimlendirilmesi, Güney Kürdistan, federasyon; Suriye ve İran politikaları gibi… Ancak bu çelişkiler kesinlikle stratejik düzeyde değildir. ABD’nin Kuzey Kürdistan konusunda TC’den farklı veya onu zorlayacak bir politikası yoktur. Bu, her şeyden önce, kendi Ortadoğu stratejisi için böyledir. Yoksa başka güçleri düşündüğü için değil… İmralı’nın anti-Amerikancılığı, Türk Genelkurmaylığı’nın anti-Ameriancılığı kadardır! Aynı biçimde Güney’deki oluşuma, devletleşme çabalarına ve federasyon tasarılarına Öcalan’ın şiddetle karşı çıkması boşuna değildir. “İlk günde” devlete verdiği “hizmet” sözünün bir gereğidir! Çünkü bundan böyle yaşam gerekçesi ve şansı bundan başkası değildir!

Durdukları yer ve yaptıkları açıklamalar gösteriyor ki, bu grup, Kuzeyde Kürt egemen ve orta sınıflarının siyaset platformunu yaratmayı hedeflemiş bulunuyor. Başka bir deyişle, Kuzeyin KDP’sini veya YNK’sini yaratmayı düşlüyorlar. Ama bu düşün gerçekleşme şansı hemen hemen yok! Her şeyden önce Kuzey’de bunun toplumsal temeli zayıftır. Kuzey Kürt egemenlerinin, devletle sınıf olarak değil, aile olarak işbirliği yapma alışkanlıkları var. Son yirmi yıl içinde devrimci mücadele ile birlikte biraz siyaset pazarına çıkar gibi oldular, ama devlet karşısında olduğu gibi, PKK karşısında da ayakları üzerinde durma, bağımsız kişilik sergileme durumları olmadı. Kürt sorununu “Türkiye’nin demokratikleşmesi” sorunu olarak görmeleri, düzen içinde omurgasız bir konum elde etme çabaları, anılan sınıfsal konumla yakından bağlantılıdır! (Bu konuda başka ir değerlendirmemiz vardı, bakılabilir. Kongra-Gel’in programının eleştirisi ile ilgili bir değerlendirmedir.)

Kuzeyde sağ liberal eğilimlerin kendi adlarına siyaset yapmalarında yarar var.

Bu, bir ayrışma ve aynı zamanda arınmadır!

İmralı Partisi’nin çözülüşü bu ayrışmayı hızlandıracak ve derinleştirecektir. Ayrışma ve arınma, yeni bir tartışma ve arayış süreci anlamına da geliyor. Toplumumuzun tartışmaya, ayrışmaya ve her eğilimin kendi toplumsal kökleri üzerinden boy atmalarına ihtiyaç var. Tartışma, yeni arayışlar, farklı eğilimlerin gelişmesi ve netleşmesi bugünkü kaosun aşılmasında, teslimiyet ve ihanet cephesinin daha hızlı çözülmesinde önemli bir etken olacaktır.

Kısacası, çözülme, tartışma, ayrışma ve arınma süreci derinleşme ve büyüme eğilimindedir! Elbette bunun sonuçları olacaktır. Bu sonuçlardan biri, emekçi damara ve çizgiye sahip arayışların da olacağıdır!

Dolayısıyla her açıdan önemli ve büyük mücadelelere bugünden hazırlıklı olmak gerekiyor.