28 Ağustos'04
Sayı: 2004/34 (26)


  Kızıl Bayrak'tan
  Barış ve özgürlük sosyalizmle gelecek!
  Emperyalizm saldırganlık ve savaş demektir!
  Çakıcı-MİT-Yargıtay ilişkisi bir kez daha çürüyen düzen gerçekliğini ortaya serdi...
  Hazine’nin sosyal güvenlik raporu yalan ve çarpıtmalara dayalı...
  İncirlik Üssü emperyalist saldırganlığın merkezi haline getirilmek isteniyor...
  Kamu Personeli Kanunu Taslağı: İş güvencesi gaspediliyor, esnek çalışma koşulları dayatılıyor...
  Kamuda toplu görüşme oyununa seyirci kalmayalım... Süresiz iş bırakma eylemini örgütleyelim!
  Direnişteki Castleblair işçileri: Tüm sınıf kardeşlerimizi ve dostlarımızı direnişimize güç vermeye çağırıyoruz!
  Direnen Castleblair işçilerinden içerdeki Castleblair işçilerine çağrı...
  Bir Castleblair işçisiyle konuştuk...
  “Endüstriyel ilişkiler” mi, sınıf mücadelesi mi?
  MESS ile sendikalarımız arasındaki TİS görüşmeleri başladı...
  Metal TİS’leri ve sorumluluklar
  Sendikalar ve sınıf mücadelesi
  Altınbaşak işçilerinin mücadelesi sürüyor
  Necef’te direniş sürüyor
  Filistinli tutsakların açlık grevi ikinci haftasında...
  İşgal ordusuna eşlik eden Amerikalı doktorlar da işkenceci
  Almanya’da sermayenin yeni saldırısı dalgası...
  PWD girişiminin ideolojik ve politik duruşu üzerine
  Faela ve Afrika’nın kadın kurbanları
  Dünya, Türkiye ve Sol Hareket
  İşçi sınıfı davası şimdi daha güçlü...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kapitalizm işçi ve emekçiler için yıkım, halklar için esaret demektir...

Barış ve özgürlük sosyalizmle gelecek!

Barışın rengi kızıldır!

Bundan 59 yıl önce Berlin’e giren Sovyet ordularının göndere çektiği kızıl bayrak, milyonlarca insanın canına, binlerce kentin yıkılmasına malolan II. Dünya Savaşı’nın son bulduğunu müjdeliyordu. Hitler ve Mussolini faşizmi 5 yıllık zorlu bir savaşın sonunda mağlup edilmiş, insanlık büyük bir beladan kurtulmuştu o gün. Sosyalist Sovyet Birliği’nin önderliğinde halkların fedakarca direnişi olmasaydı, faşizm belasının, bu korkunç ölüm makinesinin pençesindeki insanlık, muhtemelen toplama kamplarında, gaz odalarında, fırınlarda katledilen 6 milyon yahudiyle aynı kaderi paylaşıyor olacaktı.

Şimdilerde meydanı boş bulan emperyalist caniler, bu şanlı zaferi kendilerine maletmek için tarihi gerçekleri çarpıtarak, halkları aldatabileceklerini sanıyorlar. Sırf bu nedenle katil Bush, geçenlerde Normandiya çıkarmasının 60. yıldönümü için düzenlenen şatafatlı törenlere katılmak üzere Fransa’ya gitti. Emperyalist savaş karşıtı göstericiler taşıdıkları Hitler kılığına bürünmüş Bush posterleriyle ve attıkları sloganlarla, ona ağzının payını verdiler. Kirli emellerini temize çıkarmak için geçmişi kafalarına göre tahrif eden bu canilere asıl yanıtı ise, başta Irak’ta olmak üzere direnen halklar veriyorlar.

Faşizm emperyalist kapitalizmin öz çocuğudur!

Fedakar Sovyet halkı sosyalizm şahsında tüm insanlık değerlerini savunmanın verdiği bilinç ve sorumlulukla tüm varlığını pervasızca cepheye sürerken, başta ABD ve İngiltere olmak üzere, diğer emperyalist ülkeler, uzun bir süre Sovyetler’in yenilgisi için avuçlarını ovuşturup fırsat kolluyorlardı. Fransız burjuvazisi, tek kurşun atmadan Paris’i Hitler’e teslim edip onunla işbirliğine gidiyordu. Timsah gözyaşları döken ABD emperyalizmi, ancak sosyalizmin kalesine çarpıp revasını bulan faşizmin yenilgisinin netleşmesinin ardından devreye girdi. Sovyet ordusu Hitler’in çapulcularını önlerine katıp Avrupa’ya püskürtünceye kadar ABD, söz verdiği cepheyi bilinçli olarak bir türlü açmadı.

Faşizm karşısında utanç verici teslimiyetçi, işbirlikçi ve ikiyüzlüce tutum o dönemin istisnasız tüm burjuva iktidarları için geçerlidir. İşgal ve talan altındaki halklar şu ya da bu düzeyde direnişi yükseltirken, burjuva temsilciler Hitler’in önünde secdeye duruyorlardı. Cılız Türk burjuvazisi bile savaşın ortalarına kadar Hitler’in kazanacağı zaferi üzerinde hesaplar yapıyor, geleceğini onunla birleştirmek istiyordu.

Tüm bunların gerisinde faşizmin kapitalizmin öz evladı olması gerçeği yatıyor. Bu ikiyüzlü caniler daha henüz savaşın yıkıntıları ortadan kalkmamışken, daha henüz savaşın yolaçtığı yaralar sarılmamışken, bıraktığı yerden savaşı devam ettirerek Hitler faşizmiyle aynı kandan, aynı soydan geldiklerini ispatladılar. ABD emperyalizmi, bunu bizzat daha II. Dünya Savaşı sürerken ortaya koydu. Teslim olmanın eşiğine gelmiş Japon ordusunun değil, sivil Japon halkının üzerine ölümcül atom bombalarını yağdırarak uyanmaya başlayan dünya halklarını tehdit etmeye başladı. Hitler’in rütbeli çapulcularının bir kısmını Almanya’da bir kısmını ise ABD’de istihdam ederek onun mirasını sahiplendiğini, onun izinden devam edeceğini gösterdi.

Daha da gerilere, 1930’lara dayanan faşizmle kan bağı, bizzat ABD tekelleri üzerinden kurulmuştu. “Amerikan kapitalistleri Nazilerle dayanışma ve iş ilişkileri içindeydi. Alman sanayici Fritz Thyssen, W. A. Harriman and Co. ile Bushlar’ın ortak olduğu Union Banking Co. aracılığıyla, Amerika’da hisse senedi ve bono pazarlıyordu. Thyssen, Hitler’in finansörleri arasındaydı. ABD Adalet Bakanlığı Savaş Suçları Birimi Savcılığı görevinde bulunmuş olan John Loftus, ‘Bush ailesinin serveti, III. Reich’tan geldi’ diyor. Petrol, kimyasal maddeler, askeri malzemeler konusunda Hitler’in endüstriyel güç merkezlerinin çelik çekirdeğini oluşturan I.G. Farben ile Standart Oil arasında derin ilişkiler vardır. Rockefeller, Du Pont, General Motors, Ford grupları Nazi imparatorluğunun destekçileridir.” (Suat Parlar, Barbarlığın En Yüksek Aşaması ABD, safa 179, Anka Yayınları, 2004)

Sovyet devriminin ardından tekelci burjuvazi, dünyanın dört bir yanında bizzat kendi eliyle faşist partiler kurdurarak, para-militer faşist çeteleri işçilerin ve emekçilerin üzerine salarak, faşizme ebelik etti. Hitler’i, Mussolli’niyi, Franko’yu iktidara getirip halkların başına bela eden tekelci burjuvaziden başkası değildir. Burjuvazinin yüzüne geçirdiği demokrasi peçesinin altında faşizmin kanlı yüz vardır.

Hitler’in tahtına oturan emperyalist barbarlar
onunla aynı sonu yaşamaya mahkumdurlar!

Hitler’in tahtına oturan ABD’nin başını çektiği emperyalist haydutlar tam 60 yıldır dünya halklarına ve emekçilere kan kusturuyorlar. Emperyalistlerin ikinci emperyalist savaş sonrası gerçekleştirdiği işgal ve saldırılarda, kışkırttıkları gerici savaşlarda hayatını kaybedenlerin sayısı 20 milyondan daha fazla. Yalnızca Vietnam’a atılan bombaların miktarı II Dünya Savaşı’ndakileri katbekat aşıyor.

Fakat ellerindeki olağanüstü yıkıcı güce, yerli işbirlikçilerinin sunduğu hizmetlere rağmen bu barbarlar, zorbalıkla girmeye kalktıkları hiçbir toprak parçasında tutunamadılar. Zira, faşizme, zorbalığa karşı mücadele mirasının gerçek sahibi emekçiler ve mazlum halklar, bu barbarları girdikleri her yerde güçlü direnişlerle karşıladılar, sayısız kez yenilgiye uğrattılar.

***

Emperyalist barbarlık Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku’nun çöküşünün ardından yeniden şaha kalkmış bulunuyor. Dünya halkları ve insanlığın geleceği bugün bir kez daha Hitler faşizmini aratmayan bir tehdit altında. Kapitalizmin barışı da en az savaşları kadar yıkıcı. Dünyayı pençesine alan İMF, DB, DTÖ gibi örgütler aracılığıyla kapitalist sömürücüler korkunç bir iktisadi terör uyguluyorlar. Yaygınlaşan açlık, sefalet, hastalık, kıtlık nedeniyle her yıl milyonlarca insan canından oluyor. Kapitalizm her yolla ölüm kusuyor.

Emperyalist silahların halklara ölüm kustuğu, fabrikaların insan öğüttüğü, sefaletin, çürüme ve yozlaşmanın alıp başını gittiği, bir avuç asalağın tüm insanlığı yıkıma doğru sürüklediği bir dönemde kutlanacak 1 Eylül Dünya Barış Günü. Böyle bir günde bu saldırıların birincil hedefi olan işçi ve emekçi yığınların sosyalizmin kızıl bayrağına ihtiyacı var. Bir tek sosyalizm onlara gerçek özgürlüğü, halklar arasında barış ve kardeşliği ve tüm insanlık için barış içinde bir yaşamı getirebilir. Bir tek sosyalizm insanlığı kapitalizm belasının yolaçtığı yıkımlardan kurtarabilir. Yüzyıl önce Rosa Luxemburg’un formüle ettiği şiar, her zamankinden daha canlı, her zamankinden daha yakıcı biçimde bu çelişkiyi önümüze koyuyor: Ya barbarlık içinde çöküş, ya sosyalizm!