Emperyalist dünya bir barış gününü daha kan ve barut kokularıyla karşılıyor. Akan kan onların akıttığıdır. Ve ortalığı kaplayan duman onların attığı bombalardan, yakıp yıktığı kentlerden yükseliyor. Barışı kundaklayan, savaşan ve savaştıran hep onlar oldu. Halkların barış özlemini döne döne katleden de onlardır. Onların egemen olduğu bir dünyada barışa yer yoktur.
İnsanlıkla alay edercesine barış günü ilan ettikleri 1 Eylül 1939, dünyanın görüp göreceği en vahşi, en kanlı savaşı başlattıkları tarihtir. Sözde bu savaşta yokedilen 50 milyon insanın anısına ilan edilmiştir barış günü. Oysa, sonradan faturasını sadece Hitlere ve Almanyaya çıkarmaya kalktıkları savaşı başlatan da, faşizmi besleyen, destekleyen de emperyalist devletlerdir. Hitler faşizminin eliyle sosyalizmi ezmeyi umuyorlardı. Fakat tam tersi oldu. Emperyalizmin vurucu gücü faşizm, sosyalist Sovyetler Birliğinin Kızıl Ordusu tarafından ezildi. Bu, sadece Alman faşizminin değil, aynı zamanda dünya kapitalizminin de hezimetiydi. Ve emperyalist dünya, hezimetle sonuçlanan bu ikinci savaş sonrasında, yıllarca bu yenilginin ağırlığı altında ezildi. Alttan alta kundaklama çabalarından asla vazgeçmese de, bugün yaptığı gibi doğrudan haklara saldırma cesareti gösteremedi.
Ne zaman ki Sovyetler Birliği dağılıp, üzerlerindeki sosyalizm basıncı kalktı, yine sağa sola saldırmaya, halkları katletmeye, yeni yeni yağma planları yapmaya başladılar.
Emperyalist dünyanın şefi ABD, hem artık tek kutuplu hale gelmiş dünyada şefliğini sürdürmek, hem de dünyaya kendine göre yeniden bir şekil vermek adına, bu emperyalist çetenin başı Bushun tabiriyle bir haçlı seferi başlatmış bulunuyor. Ancak onlar, gerçek amaçlarını gizleyebilmek için, bin-bir yalan uyduruyor, her türlü sahtekarlığı mübah görüyorlar. Katıksız çıkarları uğruna açtıkları savaşın adını terörle mücadele koyuyor, sözde dünyayı kanlı diktatörlerden kurtarmaya soyunuyorlar. Oysa, Hitler başta olmak üzere dünyanın en kanlı diktatörlerini halkların başına musallat eden onlardır. Bugün, halkını kurtarmak adına kana boğdukları Saddam diktatörünü yaratan da yine ABD emperyalizmiydi. Bin Ladin de yine ABD emperyalizminin yaratığıdır. Filistin halkını her gün sistmli biçimde katletmeyi sürdüren İsrail siyonizmini besleyen/destekleyen de emperyalistlerdir. Katillerin eline silah tutuşturuyor, sırtını sıvazlıyorlar; mazlumlara da barış planları, yol haritaları hazırlıyorlar.
Emperyalizmin Filistin halkına dayattığı barış, İsrailin uysal köleleri olarak yaşamlarını sürdürmektir. Tecrit duvarlarıyla, katliam ve işkencelerle, Filistin halkının özgürlük ve bağımsızlık özlemini yoketmeye çalışıyorlar.
Tıpkı Irak halkına, Afganistan halkına yaptıkları gibi... Tıpkı, Guantanamo ve El Garib işkenceleriyle amaçladıkları gibi... Çıkardıkları savaşlarla, sadece halkların barış umudunu katletmekle kalmıyor, bağımsızlık-özgürlük-eşitlik hayallerini de öldürmek istiyorlar. Ezilen halkların emperyalizme köleliği kayıtsız-şartsız kabullenmelerini bekliyorlar. Afganistanda, Irakta, Türkiyede ve dünyanın dört-bir yanında, boynuna tasmayı geçirdikleri üç-beş vatan haini uşak aracılığıyla, bu ülkelerin halklarını sınırsızca ve sorunsuzca sömürebileceklerini sanıyorlar.
Ancak, saldırdıkları ve işgal etmeye kalktıkları her yerde, her coğrafyada, her ülkede halklar, özgürlükleri için direnme yolunu tutuyorlar. On yıllardır Filistinde, yıllardır Afganistanda, Irakta, halkların yüreğinden bu ateşi, beyninden bu fikri söküp atamadılar. Bu ülkelerde bir türlü bastırılamayan direnişler göstermektedir ki, bu halklar için barış yakın zamanda yeşerebilecek bir umut gibi görünmese de, özgürlük aşkı hep yeşil kalmaktadır.
Halklar, hergün bir yenisi eklenen işgal saldırılarından sonra, artık barış umutlarını kimin kundakladığını görüyor. Emperyalizmin dünya hakimiyeti sürdüğü sürece, barış umutlarının boş bir hayalden öte gidemeyeceğini de...
Dünyanın barış içinde yaşadığı en uzun zaman dilimi, sosyalizmin emperyalist yayılmacılığı dizginlediği dönem olmuştu. Bu aynı dönemde, Sosyalist Blokta yer alan halklar da, savaştan, yıkımdan ve sömürüden uzak kalmanın avantajıyla, hızlı bir gelişme süreci yaşamış oldular. Orta Asyanın pek çok göçebe halkı, başka halkların yüzlerce yılda katettiği mesafeyi onyıllar içinde katedebilecek bir gelişme düzeyi tutturdular. Bu, bu halklara sosyalizmin sağladığı barış ve kardeşlik ortamı sayesinde gerçekleşti.
Bugün pek çoğu ABD emperyalizmi tarafından yeni egemenlik haritası içine alınmış bulunan bu ülkelerin halkları da, hiç kuşkusuz, emperyalist bir saldırı karşısında Filistin ve Irak halklarından geri kalmayacaklardır. Onlar, yaşadıkları uzun barış ve kardeşlik yıllarını elbet unutmuş değildirler. Aynı zamanda onu nasıl ve hangi güç sayesinde yaşayabildiklerini de.
Barış arzulayan tüm halklar, bu arzularına kavuşmak için nasıl bir yol tutmaları gerektiğini, Filistin ve Irak direnişleri üzerinden görebilirler. Dünyanın hiçbir yerinde ve hiçbir tarihte, uğruna savaşılmadan kazanılmış kalıcı bir barış yoktur. Kalıcı bir barışa kavuşmanın yolu, savaşın sebep ve sahiplerini, yani emperyalizm belasını yoketmekten geçiyor.
Emperyalistler arasındaki hırs ve rekabet, kapitalizmin kâr, daha fazla kâr dürtüsü ortadan kaldırılmadan, dünya halkları savaşmaktan ve savaştırılmaktan kurtulamayacaklardır.
Emperyalist bir dünyada savaştan kurtulmak mümkün olmadığına göre, yapılması gereken emperyalizme karşı savaşarak, savaşı ve sömürüyü tümden ortadan kaldırmaktır. Ezilen halkların işçi sınıfları, sömürüsüz bir dünya yaratmakta olduğu kadar, emperyalizme karşı savaşta da halklara yol göstermeye başladığında, dünyaya yeniden barışın, kardeşliğin ve eşitliğin hakim olabileceği umutları yeşermeye başlayacaktır.
Gerçek ve kalıcı bir barışı tüm dünyada tesis edecek olan, ezilen halkları arkasına alan işçi sınıflarının emperyalizme ve kapitalizme karşı sosyalizm mücadelesidir.