Necef kentinde Hz. Ali Türbesi çevresinde üç haftadır devam eden direniş, bu süre içinde dikkatlerin Iraka çevrilmesine vesile oldu. ABD tankları son olarak Hazreti Ali Türbesine 20 metre mesafeye kadar yaklaştı. Necefte bulunan az sayıdaki gazeteci, ABD askerlerinin ateşi yüzünden türbeye kimsenin girip çıkamadığını duyuruyorlar. Türbenin tüm kapılarının Amerikan keskin nişancıları tarafından sürekli ateş altında tutulduğu bildiriliyor. Savaş uçaklarından atılan füzeler sonucu ise, türbenin dış duvarları yer yer isabet aldı.
İşgalci efendilerinden güç alan kukla yönetimin kimi sözcüleri tarafından yapılan açıklamaların tümü kan kokmaya başladı. Örneğin Irak Savunma Bakanı Hazım El-Şalan adlı soysuz Amerikan uşağı, teslim olmamaları durumunda Necefteki direnişçilerin yokedileceğini söyledi. Bu ve benzer açıklamaları yapan kukla yönetim mensupları, en az işgalciler kadar cani olduklarını kanıtlamış oldular. Kendilerini bile korumaktan aciz olan bu düşkünler, işgale karşı direnenleri tehdit etme cüretini emperyalist ordulardan almaktadırlar.
Tüm tehdit ve kuşatmaya rağmen direnişçiler teslim olmayı reddediyor. Sadr, türbenin zarar görmemesi için boşaltmayı kabul etti ve Şiilerin en önemli dini lideri olan Ayetullah Ali Sistaniye bırakmaya hazır olduğunu açıkladı. Ancak Necefi terketmeyi ve silah bırakmayı reddetti. Bunun üzerine Sistaninin yardımcıları türbenin anahtarını almaktan vazgeçtiler. Bu da ABD ordusunun türbe çevresindeki ablukayı daraltmasına bahane oldu. Türbede halen Sadra bağlı bin direnişçi direniyor.
Emperyalist orduların Necefe karşı saldırıya geçtiği günlerde Sistaninin sağlık sorunları gerekçesiyle Londraya gitmesi, Necefteki direnişin ezilmesini uzaktan seyretmeyi tercih ettiği şeklinde yorumlandı. Zira Irakta olması halinde tutum almak zorunda kalacaktı. Ancak beklendiği gibi direniş halen devam ediyor. Gelinen aşamada bu sorundan kaçma şansı kalmayan Sistani, Londradan dönerek Necefe gitmek zorunda kaldı. Yardımcısı Hamid el Hafaf, El Sistaninin tüm Iraklılardan yanan Necefi kurtarmak için kente yürümelerini istediğini belirtti. Hz. Ali Türbesinin tüm Şiiler için kutsal kabul edildiği gözönüne alındığında, Sistaninin bu kararı almak zorunda olduğu anlaşılır.
Necefe gitmek için harekete geçen Sistani işgalcilerle zımni bir anlaşma yapmış gibi görünüyor. Kukla hükümet içinde yeralması, Necef bombalanırken Londraya gitmesi, türbenin anahtarını almaktan geri durması, en önemlisi işgale karşı direnişi tercih eden Sadrın tutumundan rahatsız olması... Tüm bu veriler işgalcilerle bir anlaşmanın yapılmış olduğuna işaret ediyor.
Bu arada direnişi sürdüren Sadr da, Necefi işgalcilerden kurtarmak için kente yürümeleri çağrısında bulundu. Çağrıya karşılık veren Küfe halkı, Necefe doğru yürüyüşe hazırlanırken saldırıya uğradı. Üstüne havan mermisi atılan ve otomatik silahlarla taranan kitleden onlarca kişi katledildi. Buna karşı kitle Necefe doğru yürüyüşüne devam etti.
Hatırlanacağı gibi emperyalist ordular Felluceyi kuşattığı zaman, Bağdattan Felluceye yürüyen binlerce Iraklı kuşatmayı yararak direnişçilerle kucaklaşmış, açlık çeken kent sakinlerine gıda ve ilaç götürmüştü. Felluce halkının kararlı direnişi karşısında pes eden küstah emperyalistler, arkalarında bine yakın ölü bırakarak geri çekilmişlerdi. Şimdi de binlerce Iraklının Necefe yürümesi işgalcilerle yardakçılarının aczini derinleştirecek. Zira Necefte yaşananlar, işgalciler ile kukla başbakan Allavi gibi CİA ajanlarının yaptıkları tek şeyin yakıp yıkmak ve kitle kıyımları yapmak olduğunu tüm dünya bir kez daha apaçık görmüş oldu.
Hz. Ali Türbesinde bulunan bin civarında direnişçiye karşılık binlerce silahlı kişiden oluşan askeri birlikler var. Sayısal üstünlüğün yanısıra, işgalcilerin eli altında savaş uçakları, helikopterler, tanklar, zırhlı araçlar bulunmaktadır. Yani emperyalist işgalciler, askeri açıdan, direnişçilerden kat kat üstün durumdalar. Dahası her an takviye güç getirme olanakları var. Buna rağmen emperyalist orduların Necefte zafer kazanma şansları yok. Belki büyük bir insan kıyımı yapabilirler, ama bu tür katliamlar politik açıdan her zaman zafer anlamına gelmez. Direnişle alınmış bir askeri yenilgi, gelecek zaferlerin hazırlayıcısı olur çoğu zaman.
Direnen halklar sözkonusu olduğunda, işgalci haydutların her girişimi kitlelerin direnişi karşısında aciz kalır. Modern silahlarla donanmış, büyük oranda soğukkanlı katillerden oluşan İsrail ordusunun taş atan Filistinli çocuklar karşısında acze düşmesi örneğinde olduğu gibi.
Emperyalist orduların tank paletleri altında çiğnen Irak topraklarında da benzer bir süreç yaşanıyor. İşgalcilerin haddi hesabı olmayan katliamları, keyfi tutuklamalar, vahşi işkenceler, işsizlik, yoksulluk, açlık gibi işgalin yarattığı musibetlerin hiçbiri direnişin güçlenmesini engelleyemiyor. Azgın saldırılar Irak halklarının birbirine kenetlenmesini sağlıyor, tüm zorluklara rağmen direnişin güçlenmesi halkların kendine olan güvenini pekiştiriyor. Böylesi bir durumda bedel ödemek korkulacak değil, onur duyulacak bir olay haline gelir. Çatışmaların keskinleşmesi, çoğunluğun safını belirlemesini zorunlu kılarken, onurunu korumak isteyenlerin direnişte yerini almak ya da en azından desteklemek dışında bir seçenekleri de kalmayacaktır.
Irak sözkonusu olunca, artık ilk akla gelen direniş olmaktadır. Kitle imha silahları, Saddam diktatörlüğü veya Saddamın yakalanması, Iraka demokrasi-özgürlük getirmek gibi yalana dayalı iddiaların ya da psikolojik savaş kapsamında gündeme gelmiş kampanyaların esamesi bile okunmuyor.
Direnişin zayıf tarafı, dini motiflerin öne çıkması, tüm halklardan Iraklı işçi-emekçileri ve yurtseverleri bir çatı altında toplayabilen devrimci siyasal önderlikten yoksun olmasıdır. Ama her direniş potansiyel olarak kendi önderliğini de içinde barındırır.
İşgal ordusunun Amerikan ajanı Allavi başkanlığındaki kukla hükümetin desteğiyle Necefte sürdürdüğü saldırıda yüzlerce Iraklının ölmesi, Şiiler açısından kutsal kabul edilen Hz. Ali Türbesinin zarar görmesi, bölge halklarının öfkesinin günden güne kabarmasına neden oluyor. Hz. Ali Türbesinde toplanan Mehdi Ordusuna mensup direnişçileri imha etmeye yönelik hazırlıklar ise endişe ile izleniyor.
ABDnin giriştiği vahşi saldırı İran ve Suriyede rahatsızlık yarattı. Bunun üzerine İran, Irakın komşularının Necefteki durumu görüşmek üzere acilen bir toplantı yapması çağrısında bulundu. Çağrı İran Dışişleri Bakanı Kemal Harrazi tarafından yapıldı. Harrazi, Ürdünlü meslektaşı Mervan Muaşer ile yaptığı telefon görüşmesinde bu teklifi getirdi. Ürdünün bu çağrıya nasıl yanıt verdiği açıklanmadı. Suriyenin resmi haber ajansı ise Suriye Dışişleri Bakanlığının bu teklifi desteklediğini ve Necefteki olaylardan büyük üzüntü duyduğunu bildirdi. Kuveyt, Suudi Arabistan ve Mısırdan da çağrıya resmi yanıt gelmedi. Dışişleri Bakanlığı kaynakları Ankaraya bu yönde ulaşan bir talep veya davet olmadığını iletti.
İranın girişiminden somut bir sonuç çıkmazken, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa olayı bir açıklamayla geçiştirdi. Arap ve İslam dünyası ABD saldırganlığını seyretmekle yetiniyor. Siyonist İsrailin Filistindeki katliam ve yıkımını seyrettiği gibi.
Irakın komşuları Ürdün, Suriye, İran, Türkiye, S. Arabistan, Kuveyt ve Iraka komşu olmamakla beraber bölgesel ağırlığından dolayı Mısır, Irak sorunu nedeniyle düzenli olarak biraraya geliyor. Irakın komşuları, son olarak geçen ay Mısırın başkenti Kahirede toplanmıştı. Çoğu Amerikan uşağı rejimlerin yönetimi altında bulunan bu ülkelerden emperyalist işgale ya da yarattığı yıkımlara karşı tavır almaları beklenemez. Zira Amerikalı efendilerini rahatsız edecek en ufak bir adım atmaları mümkün değil. İranın rahatsızlık duyması ve soruna çözüm üretmek için komşulara yaptığı çağrıdan kayda değer bir sonuç çıkması beklenemez.
Emperyalist işgale ve işgalcilere karşı durmak, direnen Irak halklarını sahiplenmek, başta bölge halkları olmak üzere tüm anti-emperyalist güçlerin sorumluluğudur.