28 Ağustos'04
Sayı: 2004/34 (26)


  Kızıl Bayrak'tan
  Barış ve özgürlük sosyalizmle gelecek!
  Emperyalizm saldırganlık ve savaş demektir!
  Çakıcı-MİT-Yargıtay ilişkisi bir kez daha çürüyen düzen gerçekliğini ortaya serdi...
  Hazine’nin sosyal güvenlik raporu yalan ve çarpıtmalara dayalı...
  İncirlik Üssü emperyalist saldırganlığın merkezi haline getirilmek isteniyor...
  Kamu Personeli Kanunu Taslağı: İş güvencesi gaspediliyor, esnek çalışma koşulları dayatılıyor...
  Kamuda toplu görüşme oyununa seyirci kalmayalım... Süresiz iş bırakma eylemini örgütleyelim!
  Direnişteki Castleblair işçileri: Tüm sınıf kardeşlerimizi ve dostlarımızı direnişimize güç vermeye çağırıyoruz!
  Direnen Castleblair işçilerinden içerdeki Castleblair işçilerine çağrı...
  Bir Castleblair işçisiyle konuştuk...
  “Endüstriyel ilişkiler” mi, sınıf mücadelesi mi?
  MESS ile sendikalarımız arasındaki TİS görüşmeleri başladı...
  Metal TİS’leri ve sorumluluklar
  Sendikalar ve sınıf mücadelesi
  Altınbaşak işçilerinin mücadelesi sürüyor
  Necef’te direniş sürüyor
  Filistinli tutsakların açlık grevi ikinci haftasında...
  İşgal ordusuna eşlik eden Amerikalı doktorlar da işkenceci
  Almanya’da sermayenin yeni saldırısı dalgası...
  PWD girişiminin ideolojik ve politik duruşu üzerine
  Faela ve Afrika’nın kadın kurbanları
  Dünya, Türkiye ve Sol Hareket
  İşçi sınıfı davası şimdi daha güçlü...
  Mücadele Postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Almanya’da sermayenin yeni saldırısı dalgası...

Haftalık çalışma saatlerinin artırılması ve
işçi hareketinin engelleri

Almanya’da 170 bin çalışanı olan Siemens tekeli, fabrikaların önemli bir kısmını Macaristan’a taşıyacağını açıklayarak işçi sınıfına yönelik ilk saldırının habercisi oldu. Gerekçesi basitti; Macaristan’da işgücü daha ucuzdu. Sendikalar ilk anda tutum belirlemekte zorlanırken, daha sonra bu saldırıya karşı bazı göstermelik eylemler örgütlemeye başladılar. 18 Haziran günü Siemens’in Münih’teki binası önünde 100’e yakın sendikacı ve işyeri temsilcisi biraraya geldi.

Hükümet ve burjuva medya eşine az rastlanır bir pervasızlıkla sendika ve işçilere yönelik bir kampanya başlattı. 40, 42 ve 50 saatlik haftalık çalışma süresinin mevcut koşullarda kaçınılmaz olduğu üzerine günlerce süren demagojik propaganda yürütüldü Siemens’in Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti’ndeki (Kamp-Lindford ve Bocholt’da) işletmelerinde 5 bine yakın işçinin işlerini kaybetme korkusuyla 40 değil 50 saat çalışmaya hazır olduklarını alttan alta yaydılar. İşte bu atmosferde, Siemens tekeli ve İG-Metal Sendikası arasında 24 Haziran günü yapılan görüşmeler sonucu, işçi sınıfı hareketi açısından büyük bir yenilgi sayılan bir anlaşma imzalandı. Buna göre; haftalık çalışma ve vardiya saatleri esnek olacak, ücret artışı olmadan 40 saat çalışılacak, izin ve yılbaşı parası verilmeyecekti. Bu uzlaşmadan sonra tekel şefleri işletmeyi Macristan’a taşımaktan vazgeçtiklerini açıkladılar.

Sermaye cephesi “ulusal çıkarları gözeten gelecekteki model” olarak sundukları bu saldırıyı sevinçle karşıladı. “Beklenen bomba patladı”, “barajın duvarı delindi” türünde yorumlarla açıklanan anlaşma, sermayenin işçi sınıfı üzerindeki zaferi olarak ilan edildi.

Gerçekten de barajın duvarı yıkılmıştı. Almanya Ekonomik Araştırmalar Enstitüsü Başkanı Klaus Zimmerman, 40 saatlik haftalık çalışma süresinin yeterli olmadığını belirterek, işyerlerinin yurtdışına taşınmasını önlemenin tek yolunun 50 saatlik çalışma süresinin kabul edilmesi olduğunu savunuyordu. Alman Bild gazetesinin başlığı ise şöyleydi: “İşyerlerini korumanın tek yolu: 50 saatlik haftalık çalışma”! Dünya ölçüsünde rekabet gücünü korumak için çalışma esnekliğinin zorunlu olduğunu belirten Commerzbank şefi de, 50 saatin vazgeçilmezliğinin altını çiziyordu. Firmaların kendi konumlarını gözeterek istedikleri çalışma esnekliğine kendilerinin karar vermesi gerektiğinin üzerinde duran Bavyere Eyaleti Başkanı Stoiber, 35 saatlik çalışma haftasından çoktan vazgeçilmesi gerektiğin belirterek, Siemens ve İG-Metal yöneticilerini kutladı.

Haftalık Spiegel dergisi 28 Haziran tarihli sayısının kapağına 40 saat logosunu yerleştirerek, üzerine “Almanlar neden fazla çalışmak zorunda” başlığını atmış ve “fazla” kelimesini kırmızı olarak vermişti. Kullandıkları logo ise yirmibeş yıldan bu yana işçi sınıfının 35 saatlik mücadelesinin sembolüydü ve başyazısının başlığı ise “Elveda cennet”ti. Aynı dergi yaptığı bir ankentin sonuçlarını yayınlayarak, Alman halkının %57’sinin 40 saatlik çalışmaya “evet” dediğini belirterek, sendikalara zorluk çıkarmama çağrısı yaptı.

Siemens yetkilileri, İG-Metal bürokratlarıyla yaptıkları anlaşmanın ardından, 100’e yakın kapitalist işletmenin sendikalarla aynı doğrultuda görüşmeye başladığını basına duyurdular. Ardından Daimler Chrysler ve MAN’da ikinci zafer kazanıldı. İnşaat sektöründe de 800 bin işçi için haftalık 40 saatlik çalışma koşuluyla, yıllık sabit bir gelir modeli öneriliyor. Thyssen Krupp Almanya’da 100 bin işçinin çalıştığı işletmelerde uzun bir dönemdir 40 saatlik haftalık çalışma uyguladığını duyurdu.

Uzun dönemdir işletmelerini yurtdışına taşıma tehdidiyle birçok firma yasaları tanımaksızın çalışma saatlerini artırıyor, ücretleri düşürüyor. Fazla mesai ücreti almadan günde iki saat bedava çalışan, cumartesi ücret almadan çalışan emekçilerin sayısı küçümsenemez oranda artıyor. Daha önce ciddi bir tepkiyle karşılaşmadan memurların da çalışma süreleri 42 saate çıkartılmış, izin ve yılbaşı ücretleri kaldırılmıştı.

Sermayenin çalışma saatlerine yönelik bu saldırısı oldukça kapsamlı ve sistematik olarak sürüyor. Tarihsel boyutu olan bu saldırı Almanya’yla sınırlı değil, dünya ölçüsünde yürütülüyor.

Haftalık 35 saatlik çalışma haftası
zorlu mücadelelerle kazanıldı

Bir yıl önce eski Doğu Almanya metal işçileri haftalık 35 saatlik çalışma hakkı için greve gitmiş, işçilerin kararlılığına rağmen burjuvazinin sistematik saldırısı ve sendikaların işbirlikçi tutumu sonucu mücadele yenilgiyle sonuçlanmıştı. Bu yenilgi, sermayenin saldırısını güçlendirerek sürdürmesini sağladı.

İşçi sınıfının mücadele tarihi çalışma saatlerinin azaltılması ve ücretlerin artırılması için yürütülen zorlu mücadelelerle doludur. Almanya’da ilk kez, Paris Komünü’nün etkisiyle, 1871 yılında işçiler 10 saatlik çalışma günü için mücadeleye atıldılar. Zira çalışma süresi 14 -16 saat arasındaydı. 1914 yılının 1 Mayıs’ının temel şiarı ise “8 saatlik işgünü” idi. Hitler faşizmi 48 saatlik haftalık çalışmayı yasallaştırırken, 2. Dünya Savaşı döneminde haftalık çalışma süresi 56 saate çıkarıldı. 40 saatlik haftalık çalışma ilk kez ‘67 yılında uygulamaya konuldu. 35 saat çalışma saati talebi ise, Almanya’da 10 bin metal işçisinin önergesiyle sendikanın ‘77’de yapılan 12. Olağan Kongresi’nde karara bağlandı. Bu karar işçi sınıfı içinde büyük bir ankı buldu. Ekim ‘78’de %5 ücret artışı ve 35 saatlik haftalık çalışma talebiyle grev için yapılan oylamada işçilerin %87’si, bazı büyük işletmelerde %92’si evet oyu verdi.

28 Kasım ‘78’de başlayan greve, ücret artışına yönelik bazı tavizler alındıktan sonra, sendika yönetimi tarafından son verildi. Sendika bürokratları 35 saatlik haftalık çalışmayı erken bir talep olarak niteliyordu. ‘80’li yılların başında artan işsizlik ve sendikalara yapılan basınç sonucu ‘82´de 35 saatlik haftalık çalışma talebi yeniden mücadele gündemine alındı. ‘83 yılında tüm sektörlerde tam ücret karşılığı 35 saatlik haftalık çalışma haftası güncel bir eylem şiarı haline geldi. Sendika bürokrasisi için bu koşullarda harekete geçmekten başka bir yol yoktu. Mart ‘84’te öteki sendikalar da bu talebi görüşmelerin ilk sırasına almak zorunda kaldılar. 35 saat haftalık çalışma süresi için yapılan grev oylamasına işçilerin %80’evet diyordu. Grev 14 Mayıs ‘84 yılında kısa sürede tüm Hessen eyaletine yayılı.

Metal kapitalistleri savaş sonrası ilk kitlesel lokavtı uyguladılar. Böylece 500 bin metal işçisinin işten atılması gerçekleştiriliyordu. Sermaye ve işçi sınıfı arasında savaş sonrası en sert çatışma yaşanıyordu. Grevde olmayan işçiler de sendika yönetimlerinden saldırının genel grevle yanıtlanmasını talep ettiler. İşçi sınıfının bu kararlılığı karşısında sendika bürokrasisi de korkuya kapılarak, çalışma saatlerinin kademeli olarak düşürülmesi önerisini ileri sürdü. Metal kapitalistleri bu talebi dahi reddetti. 7 hafta süren grev sonucunda sendika bürokratları kademeli çalışma süreci üzerinde uzlaştılar. Fakat burjuva medyanın kapsamlı propagandasına, sermayenin azgın saldırısına rağmen işçi sınıfı birleşik mücadele kararlılığını ortaya koymuştu. İşçiler sendikaların kademeli olarak iş saatlerini düşürme uzlaşmasına tepki duyarak, 1987-88 g¨rüşmelerinde bu talebi yeniden gündeme getirdiler. Bu süreçten sonra farklı işkollarında çalışma saatleri kademeli olarak düşürüldü. Zorlu mücadeleler sonucu ‘93 yılında metal ve elektronik sanayiinde haftalık 36 saat olan çalışma süresi, ücretler düşürülmeden 35 saate indirildi.

Ancak sermaye her olanağı kullanarak işçi sınıfının kazanımlarının altını oymaya çalıştı. Bu konuda birçok yönteme başvurdu. Bugün gündeme gelen saldırıların temelinde o dönemin olguları yatmaktadır.

İşçi sınıfının güçsüzlüğü saldırıları kolaylaştırdı

Kapitalizmin krizinin dünya ölçüsünde hissedildiği ‘70’li yıllardan başlayarak Almanya’da da sermayenin kâr oranları düşmeye başladı. Hükümetler bu düşüş eğiliminin önüne geçmek için bir taraftan devlet kasasından sübvanse ederken, diğer taraftan sosyal kazanımların tasfiyesine yöneldiler.

Bugün tasfiye edilen sosyal kazanımlar işçi sınıfının zorlu mücadeleleriyle elde edildi. 2. Dünya Savaşı’nın ardından yaşanan kapitalist genişleme dönemi, emek üretkenliğindeki artış da “sosyal devlet” konseptinin yürürlüğe girmesini olanaklı kıldı. Buna elbette önemli bir faktör de katkıda bulunuyordu. “Sosyalist Blok”un varlığı sermayeyi işçi hareketine tavizler vermeye zorluyordu.

Kapitalizmin krizi giderek derinleşirken, ‘80’li yıllardan itibaren toplumsal güç dengesinde de bir kayma meydana geldi. ‘80’li yıllardan itibaren sermaye işçi sınıfı üzerinde sömürü oranını ve baskıları artırdı. “Rasyonelleşme” adı altında özellikle büyük tekelci işletmelerde geleneksel işçi kesimlerinin etkinliğini kırmak için önlemler alındı. Bu dönemde vasıfsız ve süresiz iş anlaşması olmayan işçiler işe alındılar. Yeni işe alınanların önemli kesimi süresiz anlaşma alma umuduyla işletme hiyeraşisine boyun eğdiler.

Bugün tekeller, daha az sayıda işçi çalıştırarak, ücret artışı olmadan çalışma süresini uzatarak, kâr oranlarını artırmayı hedefliyorlar. İşçi sınıfının bir kesimi işsizliğe mahkum edilirken, geri kalan kesimi üzerinde acımasız bir sömürü uygulanıyor. Kitlesel işsizlik kalıcı bir hal alıyor. Üretim süreci dışına itilme korkusu, on yıl önce güvenceli bir işte çalıştığını düşünen kesimleri de sarsıyor. Aldığı ücretle geçimini sağlayamayanların sayısı her geçen gün artıyor.

Korkut, parçala ve sömür!

Tekeller işletmelerini yurtdışına taşıma tehditini pervasız bir biçimde kullanıyorlar. Böylece ücretleri adım adım düşürerek, kâr oranını artırmayı başarabildiler. Hatta ‘90’lı yılların ikinci yarısında kârlarında bir patlamadan dahi söz edilebilir. Bu kârlar yeni rasyonelleşmeler (sabit sermaye yatırım) için kullanılarak, işsizler ordusunun büyümesi hızlandırıldı. Tekellerin kârları artarken yoksulluk derinleşti. Yani sermaye sözcülerinin iddialarının tersine, artan kârlar değil yeni iş olanakları yaratmayı, varolanları da tasfiye etti.

Kapitalizmde kâr oranlarındaki artış işsizliğin azalmasına yolaçmıyor. Artı-değer üretimi için ihtiyaç duyulmayan grup hızla büyüyor. Yoksulluk ve üretimden dışlama bugün kapitalist ekonominin en önemli olgusudur. “Geçmiş dönemin kalıntıları saydığımız bir kitlesel yoksullaşmayı” yaşıyoruz diyor, Fransız sosyologu Robert Castel.

Sermaye işçi sınıfını güçsüz düşürmek ve bölmek için her yol ve yöntemi deniyor ve şimdilik bunda başarılı da oluyor. Bir tarafta işi olanlar, diğer tarafta işi olmayan ve iş bulabilme şansı olmayan kesim. Ayrıca her işletmede çalışan çekirdek kesimin yanısıra ağır çalışma yükü atında ezilen, az ücretle çalışan ve sosyal güvencesi olmayan önemli bir grup büyüyor. İşçi aristokrasisi diyebileceğimiz çekirdek kesim, sendikaların da katkısıyla sermayenin üretim sürecinde istikar rolü oynuyor. Bu kesim korunmaya çalışılırken, diğer işçiler her türlü güvenceden yoksunlar; düşük ücretle çalıştırılıyorlar ve istenildiğinde hiçbir hukuksal yaptırım olmadan kapı dışına konulabiliyorlar. Birçok kapitalist ülkede bu kesimin çalışanlar içindeki oranı %35 dolayındave bu oran hızla artıyor. Alman sosyal tarihçi Karl Heinz Roth yeni bir proletaryanın gelişmekte olduğunu belirtiyor. Bu yeni proletarya, normal çalışma koşullarını, sosyal devlet “güvencesi”ni tanımayacak!

İşçi sınıfı hareketinin bugün temel sorunlarından biri bu iç bölünme ve rekabettir. Günümüzde özellikle Almanya’da aynı işletme içinde ayrı ücret ve hukuksal güvence, farklı gruplaşmalar, kolektif çıkarlar temelinde mücadele bilincini geliştirmeyi engelliyor.

Ancak uzun vadede bu kapsamlı saldırıların geri tepeceğine şüphe yok. Er geç işçiler ortak çıkarları üzerinden sınıf bilinciyle harekete geçeceklerdir. Bunun için, işçiler arasındaki rekabet ile işini kaybetme korkusunu aşmak büyük bir önem taşımaktadır.

İşçi sınıfı kapitalist toplumda haftada 50 saat çalışmanın da işsizliği engelleyemeyeceğini, tersine artıracağını görecektir. Sermayenin haftalık iş zamanı saldırısına karşı mücadele etmekten başka bir yol yoktur.



Almanya’da gösteriler giderek kitleselleşiyor...

Köln’de öfkeli Pazartesi gösterisi

Almanya’da Hartz 4 yasasına karşı gerçekleştirilen “Pazartesi Gösterileri” gittikçe yayılıyor ve kitleselleşiyor. Geçen hafta Almanya’nın 100 kentinde gösteriler yapılmıştı. Bu sayı bu hafta 140’a çıktı. Eylemlere geçen hafta yaklaşık 100 bin, bu hafta ise 100 binin üzerinde bir katılım oldu. Doğu Almanya’nın kentleri (başta Leibzig) bu eylemlerin merkezi konumunda. Başta Berlin olmak üzere batıda da büyük gösteriler gerçekleştiriliyor.

2005 Ocak ayından itibaren uygulamaya konulması düşünülen Hartz 4 yasasına karşı işçi ve emekçilerin tepkilerini ortaya koydukları kentlerden biri de Köln oldu. Geçen hafta 1500 kişi gösteriye katılmıştı. Bu hafta 2 bin kişi sokaktaydı. Bu sayının önümüzdeki haftalarda daha da artması bekleniyor.

Köln’deki gösteriye farklı toplumsal kesimlerden katılım dikkat çekiyor. İşçiler, işsizler, emekliler, kamu çalışanları, öğrenciler eylemlere katılıyorlar. Bu, toplumun tüm kesimlerinin bu saldırıdan etkilendiğini gösteriyor. Saldırıların her geçen gün hız kazandığı, işçi ve emekçilerin yaşamını daha da çekilmez hale getireceği düşünülürse, önümüzdeki sonbaharın neden sıcak geçeceği daha iyi anlaşılır.

Göstericiler geçtiğimiz hafta Yeşiller Partisi binası önüne gitmişlerdi. Bu hafta CDU parti binasının önüne kürsü kurdular. Bu kez CDU sözcüsü Karl Jürgen ve Rolf Bietmann sorgulandı. Göstericiler kırmızı kart eşliğinde protesto ederek CDU’lu temsilcileri bunalttılar.

Gösteriye katılanlar tek tek söz alarak saldırılara karşı tepkilerini dile getirdiler. Hepsi sözbirliği etmişçesine Hartz 4 yasasının zenginleri daha zengin yapacağını, işçi, işsiz ve sosyal yardım alan toplumun alt katmanlarını ise her geçen gün biraz daha yoksullaştıracağını dile getirdiler. Sermaye sınıfının ve hükümetin saldırılar konusunda kararlı olduğunu, geri adım atmaya niyetli olmadığını ve Hartz 4’de yapılması düşünülen değişikliklerin de tümüyle bir aldatmacadan ibaret olduğunu vurguladılar. Hartz 4 ve topyekûn sosyal saldırılara karşı geri adım atmadan kararlı bir mücadelenin şart olduğunu vurgulayarak mücadele çağrısı yaptılar. Bu eylemlerin yetersiz olduğu, sonuç almak için eylemleri merkezileştirmek gerektiği, vurgulanan bir diğer konu oldu. “Bu saldırı geleceğimizi tehdit etmektedir bunun için buradayız. Geleceğimiz için mücadele ediyoruz.” diyen bir göstericinin yaptığı konuşma oldukça anlamlıydı.

Köln’lü Pazartesi göstericileri önümüzdeki hafta Ticaret Odası’nın önüne gidecekler.

BİR-KAR/Köln