Endüstriyel ilişkiler mi, sınıf mücadelesi mi?
Metal işkolunda TİS görüşmeleri yaklaşıyor. Birleşik Metal-İş Genel Merkezinin bu yılki TİS görüşmelerindeki tavrı ise merakla beklenmektedir. Yeni yönetim son genel kurulda sınıf sendikacılığı söylemleri ve tabanın çağdaş sendikacılıka karşı oluşan tepkisi sayesinde yönetime gelmişti. Eski yönetimler yıllardır Türk Metalin ihanet sözleşmelerini imzalamayı gelenek haline getirdiler. Bunu da Türk Metal Sendikasının metal işkolundaki sayısal üstünlüğüne bağladılar. Dolayısıyla gündemdeki TİSlerde, BMİS Genel Merkezinin önünde yönetime gelirken ortaya koyduğu iddiaları hayata geçirme sorumluluğu bulunuyor.
Programlarında TİSle ilgili bölümde yeralan TİSe yönelik çalışmalarda köklü bir değişime ihtiyaç vardır söyleminin pratikte neye tekabül edeceğini hep beraber göreceğiz. Fakat öyle görünüyor ki metal işçilerini yeni satış sözleşmeleri bekliyor. Bu yargı zamansız olduğu kadar insafsızca da bulunabilir. Yine felaket tellallığı yapıyorsunuz denilebilir. Belki öyle görünüyor, ama bunu söylerken dayandığımız veriler, bizzat sendikacıların dile getirdikleridir.
Peki neye dayanarak bunları söyleyebiliyoruz? Birleşik Metal-İşin çıkarmış olduğu Sendikam adlı yayının Temmuz-Ağustos tarihli 2. sayısında yer alan BMİS Genel Başkanı Adnan Serdaroğlunun yazısına dayanarak. Şimdi bu yazıdan alıntılar yaparak, şimdiden Birleşik Metal yönetiminin kimden medet umduğunu göreceğiz.
BMİSin yeni yönetiminin yayınlamış olduğu programda, Her türlü sendikal politika, çalışma ve eylemin üretiminde emek-sermaye çelişkisi veri alınır deniliyor. Ancak BMİS Başkanı Adnan Serdaroğlu yazısının bir yerinde, Bizler ülkemizde barış, huzur ve istikrar içinde çalışmak, üretmek, insanca bir yaşam sürmek istiyoruz. Bu yolda sermaye ve emek kesimini buluşturan ortak paydamız, demokrasi ve hukuk devleti ilkesidir diyor.
Evet, aynen böyle! Peki Aralık 03te ifade edilen düşünceler Temmuz 04de bu noktaya nasıl evrilmiştir acaba?
A. Serdaroğlunun yaptığı bir diğer yanlış ise, patron örgütlerini demokratik kurum olarak görmesidir. Bu salt bir gaf mıdır, yoksa altında başka hesaplar mı vardır bilemiyoruz. Bu kurumların kimi ve neyi temsil ettiği çok açıktır; bu Türkiyenin ve işçi hareketinin son 30-40 yıllık yakın tarihi ile belgeli ve sabittir. En son Irak işgalindeki tutumlarını Serdaroğlu unutmuş gözüküyor ve bu kan içici asalakları bize demokratik kurum olarak yutturmaya çalışıyor. Bu öyle kolayından yutulacak bir lokma değil sayın Serdaroğlu, bu lokmayı siz hazmedebilirsiniz ama bizim için bu olanaksız. Aslında kan içiciler hakkında söylenecek şeyler o kadar çok ki, bu konuyu şimdilik bir kenara bırakarak devam etmek istiyoruz. Ama Birleşik Metal-İşin yöneticileri bu konuda bir açıklama yapmak zorundadır. Çünkü bu yargı öylesine ge¸iştirilecek türden bir yanılgı değildir.
Endüstriyel ilişkiler sistemi
konusunda mutabakat
Serdaroğlu yazısı Türk Metal Sendikasının çizgi haline getirdiği söylemlerin kendisine çok da yabancı olmadığını düşündürüyor. Endüstri ilişkileri sistemi üzerine düşünceleri bunu akla getiriyor. Şimdi Serdaroğlunun, Türk Metal Sendikasının başı Mustafa Özbekin ve MESS Yönetim Kurulu Başkanı Tuğrul Kutatgobilikin bu konuda nasıl da uyuştuklarına bakalım.
Serdaroğlu; Zaman zaman farklı çıkarlara sahip olsa da, işçi işverenlerin aynı atmosferde yaşam alanı bulabiliyor olması, endüstri ilişkileri sistemini üretmiştir. Endüstri ilişkileri sistemi hak ve hukuka saygı, farklılığa tahammül ve demokrasi kültürü ilkeleri üzerinde biçimleniyor diyor.
Mustafa Özbek ise Türk Metalin Haziran 04te çıkan yayın organındaki ropörtajında; Tarafları ortak noktada buluşturacak tek yolun ortak çıkarlar olduğuna inanıyoruz. İşçi olsun, işveren olsun tarafların birbirinin hak ve çıkarlarına duyduğu saygı ve gösterdiği anlayışın geri dönüşünün verimlilik ve üretim artışı ve yeni yatırımlar olduğuna inanıyoruz diyor.
Türk Metalin yayın organının Mayıs sayısındaki yazısında MESS başkanı Kutatgobilik ise MESS ve Türk Metal Sendikasının geliştirdikleri olumlu diyalog ve çağdaş endüstri ilişkileri ile, kriz ortamında metal ve elektronik sektöründe çalışma huzuru örnek teşkil edecek şekilde sürdürülebilmiştir. Çalışma hayatının temelini, çalışan ve çalıştıran taraflar oluşturduğundan, endüstri ilişkileri ancak işçi ve işveren kesiminin işbirliği ile gelişebilir diyor.
Endüstriyel ilişkiler konusunda nasıl uyuştukları açıkça ortadadır. Türk Metal ve Özbekin tescilli bir marka olduğunu işçiler çok iyi bilir. Ama bu konuda Birleşik Metal-İşin aynı kulvara düşüyor görünmesi, üzerinde ciddiyetle düşünülmesi gereken bir konudur.
Sırası gelmişken, bu endüstriyel ilişkiler sistemi de ne oluyor, denilebilir. Endüstriyel ilişkiler sistemi işin özünde sendikaların işyerlerinden dışlanması demektir. İşverenler işyeri esnekliğini artırmak ve işçilere işyerinin amaçlarıyla ilgili daha çok yükümlülük için bir dizi önlemi yürürlüğe sokmuşlardır. Sendikaların varolmadığı işyerlerinde bu önlemler sendikaların üye kazanma girişimlerini etkisizleştirebilir. Böylesi önlemler sendikalı işyerlerinde ise sendikanın dışlanmasına ya da yokedilmesine yol açar. Patronların işçilerle doğrudan ilişki kurabilmelerini olanaklı hale getirmek için, insan kaynakları yönetimi ile birlikte çok sayıda önlem uygulamaya sokulmuştur. Böylece işçilerin işyerlerinde doğrudan söz sahibi olması yöntemi uygulanmaktadır. Söz sahibi olmak, sendikaar aracılığı ile kullanılırsa, bir anlam ifade edebilir. Oysa, doğrudan katılım mekanizmaları sendikaları dışlar ve bu yolla işyerindeki etkileri azaltır. Endüstriyel ilişkiler sistemi adı altında sundukları, herşey işyerinin çalışması için ilkesidir.
MESSe mesaj mı veriliyor?
Bu yazı ile Serdaroğlu neyi hedeflemektedir? Yazı aslında Türk Metalin aylık yayın organının Mayıs sayısında MESS Başkanı Tuğrul Kutatgobilikin yazısına mesaj niteliğinde gözüküyor. Kutatgobilikin yazısının Çağdaş endüstriyel ilişkiler, krizlerin panzehiridir! ara başlıklı bölümünde, sendikalar ile işverenler arası ilişkilerin nasıl olması gerektiği ele alınıyor. Burada Türk Metalin tutumu övülerek diğerleri uyarılmaktadır.
Türk Metal yönetimi mesajı anında aldı ve cevabını Haziran ayında Mustafa Özbekle yapılan ropörtaj üzerinden ifade etti. Bu çete Kutatgobilikin üzerinde durduğu tüm sorunların çözümü için hazır olduklarını ilan etti. Açıklamada Türk Metalin Türkiye sanayisinin sigortası olduğu vurgulanarak, bu konuda dün yaptıklarımız yarın yapacaklarımızın garantisidir denilmektedir. Bu işçiye ihanet çizgimiz aynen sürecek anlamına geliyor doğal olarak. Esnek üretimle ilgili olarak da İşçilerin istihdam güvencesi, ücret ve diğer sosyal haklarının günün standartlarına uyması halinde esnek üretimde dahil her formülü konuşuruz olmuştur.
Serdaroğlu ise Sendikamın Temmuz-Ağustos sayısında mesajı aldığını bildirmiştir. Endüstriyel ilişkiler sistemine karşı olmadığını vurgularken, kriz döneminde yaptığımız fedakarlık bunu kanıtlamaktadır diyor ve ekliyor: Birleşik Metal-İşin örgütlü olduğu bütün işyerlerine endüstriyel barış hakimdir. Üyelerimizle birlikte birçok işyerimize ihracatta şampiyonluklar yaşattık. Açıkça Kutatgobilike sen Türk Metali övüyorsun ama biz de bir şeyler yaptık, bunları neden görmüyorsun? demek istiyor. Endüstriyel ilişkiler konusunda sıkıntımız dün de yoktu bugün de yoktur mesajını gönderiyor. Ama diyor, istekleriniz öyle koşulsuz karşılanacak gibi değil, onun için de sizi ilkeli davranmaya davet ediyoruz.
Örnek veriyor: Afrikanın uçsuz bucaksız topraklarında ilkbahar yağışlarıyla oluşan yaz sıcağında yok olan geçici göller vardır. İşte bu göllerde sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları. Yani üstünlük bugün karıncalarda ise yarın balığa geçebiliyor. Ya da tam tersi. Karınca ya da balık olmanın sağladığı üstünlüğe sevinmek, kendini kandırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Onun için de, bugün sen bana iyi davran, yarın ben de sana iyi davranırım denilmek isteniyor. Binlerce yıllık sınıf kavgalarını bu örnekle aslında alt-üst ediyor. Balığın ve karıncanın yaptığı hayatta kalma ve soyunu sürdürme kavgası olduğunun üstünden atlıyor. Ve aslında örnekte de görüldüğü gibi, bunun gerçekte yaşanılması kaçınılmaz bir ınıf kavgası olduğunu es geçiyor.
Serdaroğlu son dönemde Birleşik Metal-İşin örgütlülüğüne yapılan saldırıya değinerek, İş barışının ve demokrasinin netlik ayarıyla kimse oynatılmamalıdır diyor. Eğer oynarsanız baskıyı kaldırmasa bile bir darbede karnını ağrıtır, dikkat edin diyor.
Serdaroğlu yazısında varolan saldırıyı bertaraf etmenin yolunun diyalogdan geçtiğini döne döne vurguluyor. Vermiş olduğu örneklerle de patronları insaflı olmaya çağırıyor. Yoksa bizim dışımızda sizin de tasvip etmeyeceğiniz olaylar olabilir, o zaman dert yanmayın diyor.
Sınıf mücadelesi ve sınıf sendikacılığı
üzerine sözler ne çabuk unutuldu!
Sınıf sendikacılığından dem vuranların sınıfları nasıl yok saydığına da bir tanıklıktır bu yazı. Tüm yaşanan sorunlar endüstriyel ilişkiler sisteminin sorunudur, bu nedenle de çözüm için, sınıfsal değil endüstriyel ilişkiler boyutundan bakmalıyız düşüncesi vurgulanmaktadır.
Yönetime gelirken hazırladıkları programda şunları söylüyorlardı: Siyasi iktidarlar ve sermaye eliyle oluşturulan bütünlüklü saldırı politikalarının merkez üssü, sermayenin sınıf bilincidir. Attığı hiçbir adımda bu bilinci unutmayan sermaye, gerek ulusal gerek uluslararası alanda kendi çıkarlarını gözetmektedir. Ancak işçi sınıfının çıkarları sözkonusu olduğunda tarihsel arka plan hızla geride kalmakta ve işçiler ortak akıl ve hafıza ile hareket edememektedir.
Serdaroğluna sormak gerekiyor, siz bu kadar sürede nasıl bir hafıza kaybına uğradınız da sınıf sendikacılığından buraya geldiniz. Belki işçiler bugün için hafızalarını, pek zorlamıyorlar, ama biz sınıf devrimcilerinin hafızaları inanılmaz ölçüde güçlü ve berraktır. Attığınız her adımın ne anlama geldiğini kendinizden saklamayı başarsanız dahi bizden saklayamazsınız.
Son olarak, hem hafızaları yenilemek ve hem de kazanımların nasıl elde edileceğine vurgu yapmak için, BMİSin sözünü ettiğimiz programında yer alan şu sözlerle bitirmek istiyoruz: ... İşçiler mücadele ederek, mücadeleyi örgütleyerek kazanımlara imza atmıştır. İşçiler örgütlenebilme özgürlüğünü, sendika kurabilme özgürlüğünü, çalışma saatlerini belirleyebilmeyi, toplu iş sözleşmesi kapsamında çalışabilmeyi, işyerlerinde sağlıklı koşullarda çalışabilmelerini, daha iyi ücret, daha iyi sosyal haklarla ve sosyal güvenlik kurum ve kuruluşlarından yararlanarak çalışabilmelerini yalnızca kendileri sağlamıştır. İşçilerin mücadele etmeden hiçbir kalıcı kazanımları olmamıştır. İşçiler mücadele etmediği dönemlerde kalıcı kazanımlarını dahi geri verebilmektedir. Dolaısıyla, işçilerin haklarını almalarının yolu mücadeleden, haklarını korumalarının yolu da yine mücadeleden geçmektedir.
|