22 Mayıs'04
Sayı: 2004/20 (12)


  Kızıl Bayrak'tan
  Emperyalist-siyonist katliamcılığa karşı Ortadoğu'da direniş ateşini büyütelim!
  Türkiye boydan boya bir Ebu Garipler ülkesidir!
  12 Eylül faşizminin hükmü sürüyor!
  DGM'ler tabela değiştiriyor...
  NATO'nun yeni misyonu: Ortadoğu'nun Balkanlaştırılması
  NATO ve işgal karşıtı eylemlerden...
  Halkların kardeşliği ve barış için NATO Zirvesi'ne karşı hazırlanmalıyız!
  Türk-İş Başkanlar Kurulu yılın ilk toplantısını yaptı...
  Sümerbank işçileri ile konuştuk...
  Çiğli İşçi Kurultayı'na çağrı...
  1 Mayıs aynasında NATO Zirvesi'ne hazırlık
  NATO karşıtı kampanyada yeni bir çalışma düzeyine doğru...
  Kukla yönetimin başı da öldürüldü...
  30 Haziran'da yönetim Iraklılar'a mı devredilecek?
  ABD'nin yenilgiyi kabul etmesi uzun sürmeyecek"!
  "Uygar dünya" siyonist vahşeti izliyor
  Cenevre'de kamu çalışanları ayakta!
  Ekmek ve Adalet Dergisi Genel Yayın Yönetmeni'nden mektup...
  Bültenlerden...
  Türkiye'nin "gururu": 2004 Eurovision şarkı yarışması!
  ODTÜ'de sol içi çatışma sorumsuzluğu...
  Basından...
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Kukla yönetimin başı da öldürüldü...

Direniş emperyalist barbarların
açmazını derinleştiriyor

Felluce üzerindeki ablukayı kaldıran işgalci Amerikan ordusu, saldırılarını Şii direnişçilerin bulunduğu kentler üzerinde yoğunlaştırdı. Tanklar, helikopterler, savaş uçaklarının kullanıldığı saldırılarda yüzlerce Iraklı katledildi. Şiiler’in kutsal kabul ettiği türbe ve mezarlıklar da, direnişçiler içinde saklanıyor gerekçesiyle bombalandı.

İşgal askerlerine dönük saldırılar devam ederken, direnişçiler, işgalci orduların muazzam askeri üstünlüğüne rağmen boyun eğmiyor. Son günlerde Felluce’deki direnişin bir benzeri Kerbela, Necef, Nasıriye ve Kufe kentlerinde de yaşanıyor. Bu kentleri havadan ve karadan ateş altında tutan emperyalist ordular, henüz hiçbir kentte denetimi sağlayabilmiş değil.

ABD ordusu Şiiler’in kutsal kenti Kerbela’ya girdi. Ancak ABD tankları, Şii lider Mukteda Sadr’a bağlı milislerce çevrelendi. Ayrıca yüzlerce Iraklı ABD karşıtı gösteriler yapmaya başladı. İşgal askerleri Necef’teki kutsal İmam Ali Türbesi ve yakınındaki tarihi mezarlığı da vurdu. ABD ordusu türbenin bitişiğindeki tarihi mezarlıkta Şii lider Mukteda Sadr’a bağlı Mehdi Ordusu’na saldırdı. Mehdi ordusunun saldırıya karşı direnmesiyle sert çatışmalar yaşandı.

Nasıriye’de ise Amerikan üssüne ateş açan Mehdi Ordusu’yla işgal güçleri çatıştı. Milisler valilik ile bazı hükümet binalarını ele geçirdiler. Bu saldırılar nedeniyle bölgede bulunan İtalyan birlikleri de karargâhlarını boşalttı. Kerbela, Necef ile Nasıriye’nin yanısıra güneydeki Basra ve Amara kentlerindeki çatışmalar da sürüyor. ABD uçakları, Şii direnişçilerin mevzilerinden biri olan Bağdat’ın Sadr semtini de havadan bombaladı. Bu saldırılar sonucu çok sayıda Iraklı katledildi. Buna karşın işgalciler bir arpa boyu yol alamadılar.

Kukla yönetimin başını bile koruyamadılar

Direnişçiler sömürge valisi Bremer’den savaş kundakçısı Wolfowitz’e, Amerikan uşağı Ahmet Çelebi’den işgalci ordulara moral vermek için gelen haydut takımına kadar pek çok kişiye saldırı düzenlemişlerdi. Son olarak bomba yüklü bir araç, Bağdat’taki ABD üssü yakınlarındaki bir kontrol noktasında infilak etti. Üsse girmek için kontrol noktasında bekleyen Irak Geçici Hükümet Konseyi’nin dönem başkanı Abdül Zahra Osman Muhammed hayatını kaybetti. Bazı GYK üyeleri de kıl payı saldırıdan kurtuldu. Görgü tanıkları ölen Amerikalı askerler olduğunu da söylüyorlar.

Sıkı bir şekilde korunan ve birden fazla kontrol noktasından geçen konvoyu bile koruyamayan işgal güçleri, bu saldırı ile büyük bir darbe daha almış oldular.

Savaş çetesi gayr-ı meşru olduğunu
itiraf etmeye başladı

Felluce’ye saldırmayı göze alamayan Amerikan ordusu, yaşadığı özgüven bunalımını ilk defa açıkça dışa vurmuş oldu. İşkence vahşetinin dünyanın gözleri önüne serilmesi, sarsılan özgüvene ciddi bir darbe indirdi. Silah bırakmayı reddeden Şii direnişçiler ise, işgal ordularının kutsal kentlerden çekilmesini istiyor. Ancak emperyalist barbarlar, Şiiler’in bu talebine azgın bir saldırı ile karşılık verdiler. Sömürge valisi Paul Bremer, Sadr ile diğer Şii grupların bu yönde vardığı anlaşmayı reddetti. Bremer, Irak Geçici Hükümet Konseyi üyelerine, Mukteda Sadr’ı yargı önüne çıkarmayan hiçbir anlaşmayı kabul etmeyeceğini söyledi. Taviz verip mevzi kaybetmeyi göze alamayan işgal güçleri, bu saldırgan tutumlarıyla direnişi tasfiye etmek bir yana, daha da kararlı bir şekilde devam etmesine katkıda bulunuyor.

İçine saplandıkları çıkmazın farkına varan küstah işgalciler, göstermelik de olsa, “istenmedikleri taktirde Irak’tan çekilebileceklerini” dile getirmeye başladılar. Bu açıklamalar elbette emperyalist orduların hemen Irak’tan çekileceği anlamına gelmiyor. Ama artık Irak’ta gayri-meşru olduklarını kendileri de itiraf etmeye başladılar. Ancak Bremer bu açıklamayı yaparken bile, ABD ordusunun tankları, savaş uçakları Irak halkının tepesine bomba yağdırıyordu.

İşgalin üzerinden henüz bir yıl geçmişken emperyalist savaş çetesinin teşhir olması, gayri-meşru duruma düşmesi haydutların yaşadığı fiyaskoyu gösteriyor. Bu başarı, işgale karşı direnen Irak halkına aittir. Irak direnişi, emperyalistlerin istedikleri gibi at oynatamayacaklarını, onurlu halkların köleliği kabullenmesinin öyle kolay olmadığını gösteriyor.



İşkencecilerden hesabı direnen halklar soracak!..

İşkenceciler suçlarının üstünü örtme telaşında

İnsanlığın haklarını en çok çiğneyen, insan onurunu dünyanın dört bir tarafında ayaklar altına alan ABD emperyalizmi, her yıl “insan hakları raporu” yayınlıyor. Iraklı tutsaklara yapılan vahşi işkencelerin fotoğrafları tüm dünyada nefret ve tiksintiyle izlenirken, utanmadan 2004 yılı raporunu da yayınladı.

Raporunda, işkenceci ülkelerin başını her zaman olduğu gibi yine Türkiye, İsrail, Pakistan gibi Amerikan uşağı rejimler çekiyor. Bu ülkelerdeki işkencecilerin bizzat Amerika’da eğitildiği, işkence için gerekli aletlerin de çoğunu ABD ve İngiltere’nin karşıladığı biliniyor. Utanmazlığın boyutunu görmek için her yıl Londra’da açılan “işkence aletleri fuarı”nı hatırlamak yeterli. Faşist rejimlerin işkencecilerini de CİA ile yan kuruluşları eğitiyor.

Basında teşhir olduktan sonra yargılanmaya başlanan Amerikalı askerlerin ifadeleri bu gerçeği gözler önüne seriyor. Askeri mahkemede yargılanmayı bekleyen kadın asker England, “Biz işimizi yaptık, yani bize söylenen şeyi yaptık. Sonucundan da herkes memnundu” diyerek, bütün uygulamaların emir komuta zinciri çerçevesinde ve üstlerinin bilgisi dahilinde cereyan ettiğini söyledi. Emirleri uygulamak için işkence yaptığını söyleyen işkenceci asker, “biz bunun için bilgilendirilmiş ve eğitilmiştik” şeklinde ifade verdi. Aynı işkenceci hapishanedeki gerçeğin, fotoğraflarla kamuoyuna yansıyandan çok daha vahim olduğunu da belirtti. Elbette bu gerçek o işkencecinin suçunu hafifletmiyor ama, işkencenin “bazı sadistlerin münferit” eylemi olmadığını, tersine Amerikan militarist güçlerinin temel sorgulama yöntmi olduğunu gösteriyor.

Bu işkencenin sadece Guantanamo ve Ebu Garib’te değil, fakat Afganistan’da da yaygın şekilde kullanıldığı ve bu vahşete onay veren gizli bir program olduğu açığa çıktı. ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld, Irak’taki işkencelerdeki belirleyici rolünü artık gizleyemiyor. Zira araştırmacı gazeteci Seymour Hersh, Rumsfeld’in, işkencelere onay veren gizli bir programı bizzat onayladığını ortaya çıkardı.

The New Yorker dergisinde yayınlanan haberde, sözkonusu programın Afganistan’dan sonra Irak’ta da uygulanması için Rumsfeld’in onay verdiği belirtiliyor. Program, “istihbarat elde etmek” amacıyla tutsaklara cinsel aşağılama ve çeşitli işkenceler uygulanmasını mümkün kılıyor. Rumsfeld celladının kendi ifadeleri de söz konusu gizli programın varlığına işaret ediyor.

İşkence skandalının neden olduğu tepkileri dindirmek isteyen ABD ordusu, Iraklı esirlere karşı kullanılan bazı “sorgulama tekniklerini” yasakladığını açıkladı. İşkencenin nedenini, “komuta kademesinin başarısızlığı, disiplinsizlik, eğitim ve denetim eksikliği” gibi gerekçelerle açıklamaya çalışan emperyalist barbarlar, birkaç piyonu kurban vererek, göstermelik yasaklarla kendilerini aklama gayretindeler. Ancak bu boşuna bir çaba. Çünkü işkenceyi yönetenlerin son derece organize ve sıkı bir komuta altında oldukları açıkça görülüyor. İşkencecilerin ifadeleri, işkenceyi doğrudan organize edenlerin Amerikan askeri istihbarat subayları olduğunu gösteriyor. Tüm gerici rejimlerde devletin en önemli kurumu askeri istihbarattır ve icraatları bir devlet politikasıdır. İşkencenin kağıt üzerinde yasak olması ama her fırsatta işkenecilerin savunulması bu nedenledir.

İnsan hakları raporları, göstermelik yasaklar ya da bazı piyonların kurban edilmesi emperyalist işgalcileri aklayamayacaktır. İşgalci emperyalist orduların ve uşaklarının çapulcu katiller, işkenceciler, tecavüzcüler olduğu gerçeği üstü örtülemeyecek açıklıkta orta yerde durmaktadır.