6 Mart'04
Sayı: 2004/01


  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek için görev başına!
  Ekonomik "canlanma" masallarının iç yüzü...
  Hükümet işçi ve emekçilerle alay ediyor!
  Hükümet ve muhalefet: Al birini vur ötekine!
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  İLGP kuruldu...
  ÖO Direnişi'nde 108. şehit: Muharrem Karademir
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı... "Yerel yönetimler" ve liberal hayaller
  Yerel seçimler, EMEP reformizmi ve sosyal demokratlaşma
  Süresiz iş bırakmayı örgütleyelim!
  Kapitalizm ve kadın
  Türkiye'de işçi-emekçi kadın olmak!
  Savaş çetesinin "Büyük Ortadoğu Projesi"
  "Büyük Ortadoğu Projesi"nin merkez ülkesi Türkiye!..
  İşgalcilerde ahlaki çöküntü büyüyor
  Haiti'ye emperyalist müdahale
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Neo-liberalizme karşı reformist savunma
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Bir sempozyumdan akılda kalanlar...

Neo–liberalizme karşı reformist savunma

Günümüzde reformizm tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar hızlı ve güçlü biçimde örgütleniyor. Doğu Bloku’nun çözülmesinin yarattığı moral çöküntünün ürünü ideolojik tahribat bu çevreleri sarmaya devam ediyor. Özellikle de “aydın”, “bilim adamı” tabir edilenleri... Dünün marksistleri, bugün yumuşak ve kısa vadeli çözümlerden bahsediyorlar en ateşli şekilde. Bu “marksist aydın” tanımına en uygun oluşum olan ÖDP de, bir yandan bu görüşleri yaymak, bir yandan ilim ve irfana katkı sağlamak gibi bir niyetle olsa gerek, “Neo Liberalizme Karşı Ortak Savunma” şiarıyla 21–22 Şubat tarihlerinde Bilgi Üniversitesi’nde bir sempozyum düzenledi.

“Latin Amerika Çıkmaz Sokakta mı?”, “Ağır Borç Yükü Altında Alternatif Politikalar”, “Emperyal Neo-liberalizmi Aşmak” gibi iddialı başlıkların yeraldığı sempozyum, Liberal–Post Marksist çevrelerin önde gelen simalarına evsahipliği yapıyordu. Sempozyuma hakim olan görüşler ise tam anlamıyla oportünizmin ifadesiydi.

Massachusetts Üniversitesi’nden gelen Arthur MacEwan, “Ağır Borç Yükü Altında Alternatif Politikalar” isimli sunumuna, “Dünyada devrim olması gibi bir ihtimal bugün için söz konusu değil, bu yüzden de kısa dönemli çözümler üzerinde durmalıyız” diye başlayarak, aslında sempozyumun genel havasını yansıtmış oldu. Daha sonra da neo-liberalizm denilen şeye çare olarak çeşitli “çözümler” üretmeye başladı. Bunlar tabii ki kapitalizmin sınırlarını aşmayan, refah devleti/burjuva demokrasisi kalıntısı görüşlerdi. Genel eksen kapitalizmi nasıl daha az zararsız hale getiririz olduğu için, çözümler basit iktisadi manevralardan ibaret olmaktan öteye geçemiyordu. Vergi sisteminde yapılabilecek reformlardan moratoryuma kadar uzanan bir yelpazede gezinen çözümler kapitalizmin temel yasalarıyla y&uum;zdeyüz uyum içindeydi.

Aydınımız, herhalde kapitalizmi restore etme ve güçlendirme işlemini kapitalist “think tank”lara bırakmamış olmanın verdiği gizli bir burukluk ve savunma psikolojisiyle söylediği son sözlerinde, “Ben devrim olana kadar kapitalizmi daha yaşanır bir hale getirmeye çalışıyorum, devrim olmazsa da en azından iyi bir şeyler yapmış olurum” dedi. Kendinden bu kadar emin konuşan bu burjuva iktisatçı nedense izleyiciler arasında bulunan Nail Satlıgan hocanın kendisine yönelttiği soruya hiçbir cevap veremedi. Konuşmacıya, devrimin önceden kestirilemeyeceğini ve Ekim Devrimi’nden kısa bir süre önce Lenin’in Krupskaya’ya devrimi göremeyeceklerini söylemesini hatırlattı ve “siz devrimin gündemde olmadığını neye dayanarak söylüyorsunuz, hangi devrim ben geliyorum diye haber vermiştir?” diye sordu. Konuşmacı, önerilen çözümlerin korkak vekapitalizmi güçlendirmeye yönelik çözümler olduğunu aktaran Nail Satlıgan karşısında birkaç cümle daha söylemeye çalıştıysa da bir cevap veremedi ve sunumunu bitirdi.

Bir başka ilginç konuşma ise “Neo Liberalizme Karşı Mücadele Konusunda Bazı Saptamalar” isimli bir sunum yapan Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi Ahmet Çakmak’ın konuşmasıydı. Ahmet Çakmak bilgiç bir tavırla solun sorunlarının “Doğum Kontrolü” ve “Teknoloji Rantından Çıkar Sağlama” ile çözüleceğini söyledi. “İşçi sınıfına teknoloji ile gidilmesi gerekir, biz bunu ülkemizde hiç denemedik” gibi kimsenin anlam veremediği şeyler söyleyen Ahmet Çakmak, genel liberal ilkelerden bahsederek bitirdi konuşmasını.

Birkaç bireysel çaba dışında bütün sunumlara aynı reformist hava hakimdi. Hiçbir sunumda neo-liberalizmin kapitalizmin bir sonucu ve parçası olduğu ve esas sorunun neo-liberalizmden öte kapitalizm olduğu vurgulanmadı. Ya da işçi sınıfının devrimci rolünü Nail Satlıgan dışında hiçbir konuşmacı dile getirmedi. Zaten işçi sınıfından kopuk bu elit aydın çevreden de daha fazlası beklenemezdi. Bu elitist havanın sonucunda ise bütün konuşmacılar ve organizasyonda yer alan ÖDP’liler adeta neo-liberalizme karşı zafer kazanmış gibi bir ruhhali içindeydiler.

Z. Us



ABD’nin insan hakları karnesi

Çin yönetimi, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından yayımlanan 2003 Uluslararası İnsan Hakları Raporu’na raporla yanıt vererek, bu ülkedeki insan hakları ihlalleri sıralandı. Çin yönetimi tarafından 5 yıldır yayımlanan tutanakta, “ABD’nin dünyanın insan hakları polisi gibi davrandığı” ifade edildi.

Amerikan kaynaklarından çeşitli istatistiklere ve olaylara yer verilen tutanakta, Amerikan Federal Araştırma Bürosu FBI’ın verilerine göre, 2002 yılında ABD’de 11.9 milyon cinayet, tecavüz, gasp ve hırsızlık olayı meydana geldiği hatırlatıldı.   

Şahıslara ait silah sayısında dünyada birinci sırada olan ABD’de silahla işlenen suçların arttığına işaret edilen tutanakta, 2002 yılında ABD’de intihar edenlerin yüzde 56.5’inin silahla canına kıydığı kaydedildi. 

ABD’de uyuşturucuyla ilgili suçların arttığına işaret edilen tutanakta, Amerikan kuruluşlarının araştırmasına göre 600 bin nüfuslu başkent Washington D.C’de 60 bin kişinin uyuşturucu kullandığı, alkol bağımlısı olduğu ve bunun yılda 1.2 milyar dolarlık ekonomik kayba yolaçtığı belirtildi. 

Tutanakta 11 Eylül 2001 terör darbesinden sonra çıkarılan yasayla ülke güvenliği ve terörle mücadele gerekçesiyle ABD’de insanların telefonlarının dinlendiği, özel mektup ve mesajlarının okunduğu, hatta FBI’ın, kütüphanelerden hangi kitapları aldığı konusunda insanları izlediği hatırlatıldı. 

“ÖZGÜRLÜKLER ÜLKESİ” HAPİSHANELERİ BİRİNCİ

Tutanakta ABD’nin kendisini “özgürlükler ülkesi” olarak nitelemesine rağmen, bu ülkede hapishanelerde bulunan insan sayısının yılda yüzde 2.6 artarak, 2002 yılında 2.1 milyona ulaştığı ve bu konuda dünyada birinci sırada olduğu kaydedildi. 

Hapishanelerde mahkumların insanlık dışı uygulamalara maruz kaldığı ifade edilen tutanakta, International Herald Tribune gazetesi kaynak gösterilerek, bütçedeki açıktan dolayı bazı eyaletlerde mahkumlara standardın altında yemek verildiği ve hapishanelerde tecavüzlerin çok yaygın olduğu belirtildi. 

“BAŞKANLIK YARIŞI DEĞİL, ZENGİNLERİN YARIŞI”

Çin Devlet Konseyi’nin tutanağında, ABD’de demokrasinin sembolü olarak gösterilen başkanlık seçimlerinin “gerçekte zengin insanlar arasındaki bir oyun ve yarış” olduğu ifade edildi. 

Tutanakta, Başkan George Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in 2000 yılındaki başkanlık seçimi kampanyasında harcanmak üzere büyük şirketlerden ve zengin kişilerden 113 milyon dolar topladıkları hatırlatıldı. 

Tutanakta kampanyaya 10.6 milyon dolarla en fazla bağışı yapan şirketin, ülkenin en büyük silah satıcısı Locheed Martin olduğuna işaret edildi. 

Amerikan yönetiminin basın üzerinde yoğun baskı uyguladığı belirtilen tutanakta, bunun Irak savaşı sırasında en üst noktaya çıktığı görüşü dile getirildi. 

Irak’taki ABD makamlarının geçen ocak ayında El Cezire televizyonuna Irak Geçici Yönetim Konseyi üyelerinin faaliyetleriyle ilgili haberleri yayınlamasını yasakladığı kaydedilen tutanakta, bazı gazetecilerin “kara liste”ye alındığı hatırlatıldı. 

ZENGİN VE YOKSUL ARASINDAKİ UÇURUM BÜYÜYOR

ABD’nin dünyanın en gelişmiş ülkesi olmasına rağmen Amerikan yönetiminin Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Anlaşması’nı onaylamadığına işaret edilen tutanakta, bu ülkede resmi rakamlara göre zengin ve yoksullar arasındaki uçurumun 1998-2001 yılları arasında yüzde 70 büyüdüğü ve yoksul nüfusun 2002’de 34.6 milyona ulaşarak, toplam nüfusun yüzde 12.1’ini oluşturduğu kaydedildi. 

Tutanakta yine resmi rakamlara göre, ABD’de 3.8 milyon ailenin ciddi açlık çektiği ve 3 milyon kişinin evsiz olduğu ifade edildi. 

Tutanakta, ABD’de işsizlerin sayısı artarken, çalışma ve sağlık koşullarının da kötüleştiği belirtildi. 

ABD’de ırk ayrımcılığının devam ettiği kaydedilen tutanakta, işsizler, mahkumlar ve uyuşturucu bağımlıları arasında siyahların sayılarının fazla olmasına dikkat çekildi. 

Kadınların koşullarının da olumsuz olduğu ifade edilen tutanakta, ABD’de her 3 kadından birinin yetişkinliklerinde en az bir kere fiziki tacize, 7 kadından birinin de şiddete maruz kaldığı belirtildi. 

ABD’nin Çocuk Hakları Anlaşması’nı onaylamayan 2 ülkeden biri olduğu hatırlatılan tutanakta, bu ülkede çocukların korunmasıyla uygulamaların uluslararası standartların altında olduğu vurgulandı.

(Hürriyet, 1 Mart 2004)