6 Mart'04
Sayı: 2004/01


  Kızıl Bayrak'tan
  Devrimci bir sınıf hareketi geliştirmek için görev başına!
  Ekonomik "canlanma" masallarının iç yüzü...
  Hükümet işçi ve emekçilerle alay ediyor!
  Hükümet ve muhalefet: Al birini vur ötekine!
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  BDSP seçim çalışmalarından...
  İLGP kuruldu...
  ÖO Direnişi'nde 108. şehit: Muharrem Karademir
  Liberal solun yerel seçim perişanlığı... "Yerel yönetimler" ve liberal hayaller
  Yerel seçimler, EMEP reformizmi ve sosyal demokratlaşma
  Süresiz iş bırakmayı örgütleyelim!
  Kapitalizm ve kadın
  Türkiye'de işçi-emekçi kadın olmak!
  Savaş çetesinin "Büyük Ortadoğu Projesi"
  "Büyük Ortadoğu Projesi"nin merkez ülkesi Türkiye!..
  İşgalcilerde ahlaki çöküntü büyüyor
  Haiti'ye emperyalist müdahale
  Bültenlerden...
  Bültenlerden...
  Neo-liberalizme karşı reformist savunma
  Mücadele postası

Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın



 
Liberal solun yerel seçim perişanlığı...

“Yerel yönetimler” ve liberal hayaller

Liberal rezalet karşısında oportünist kıvranmalar

Açılışı Özgür Gündem’de yayınlanan 24 Şubat tarihli yazısında Mustafa Yalçıner yaptı. “‘Aşağıdan’ çalışma” başlıklı bu yazının bir yerinde şunlar söyleniyordu: “Herkes bilir ki, AKP’nin önünü kesmekle sınırlı davranılamaz. Herkes bilir ki, mevcut düzen çerçevesinde ‘yerel kurtuluş’lar olanaklı değildir. Ve herkes bilir ki iktidar sorunu tayin edicidir.”

“Herkesin bildiği” bu üç temel nokta, EMEP şahsında liberal sola yöneltilen devrimci eleştirinin de üç temel başlığını oluşturuyor: 1- AKP karşıtlığına dayalı platform (“...AKP’nin önünü kesmekle sınırlı davranılamaz.”). 2- “Belediye sosyalizmi” (“...mevcut düzen çerçevesinde ‘yerel kurtuluş’lar olanaklı değildir.”). 3- Her türlü iktidar perspektifinin yitirilmesi (“...iktidar sorunu tayin edicidir.”). “Orta malı” gerçekler havasında sunulsa ve gerisin geri seçimlerde izlenen liberal çizginin savunulmasına bağlansa da, Mustafa Yalçıner’in bunları anımsatmak ihtiyacı duyması elbette nedensiz değildi ve artık ağırlığı taşınamaz duruma gelen iç sıkıntının bir ilk dışavurumuydu.

Devamı Evrensel’de, A. Cihan Soylu’nun 26 Şubat ve onu izleyen 1 Mart tarihli yazılarıyla ve daha açık biçimde geldi. Bazı temel gerçekleri o değilden hatırlatan bu yazıların, daha yakından göreceğimiz gibi, gerçekte özel bir anlamı ve önemi vardı. EMEP’in işleri kenardan götüren akıl hocaları, iki ayı aşkın bir süredir en bayağı bir reformizmin ifadesi olarak EMEP yöneticileri ve Evrensel yazarları tarafından savunulagelen burjuva liberal hayallere nihayet bir ölçüde olsun müdahale etmek ihtiyacı duymuşlardı. Kuşkusuz onlar bunu kendilerine yakışan bir tarzda yapacaklardı; hatalara yaklaşımda açıklık ve ciddiyet, samimiyet ve dürüstlük, yozlaşmış oportünizmin tutumu ve yöntemi olacak değildi herhalde.

A. Cihan Soylu’nun 26 Şubat tarihli Evrensel’de yayınlanan “Seçim Çalışması ve Halkın Örgütlenmesi” başlıklı ilk yazısı, hiç yeri olmadığı halde araya devrimcilere yönelik kin dolu saldırılar sıkıştırdıktan sonra, sonuç bölümünde şu sözlere bağlanıyor: “Şurası açık ki, merkezi iktidarın burjuvazinin elinde olduğu durumlarda, ne denli yetkiyle donatılmış olunursa olunsun, belediyelerin icraatları her zaman bir engele takılacak-sınırlanacaktır. Belediyecilikte başarı bu yönüyle sorun çözümü yönünde atılan adımlardan daha fazla, sorunların, olanakların, çözüm ve çözümsüzlüklerin halka aleni ve halkla birlikte ele alınır olmasındadır... Halkla birlikte belediye yönetimi, sermayenin ve burjuva iktidarının dayatma ve engellerinin görülmesi ve aşılmasının emekçilerin yığınsal örgütlenmesi ve mücadelesine bağlı olduğunun görülmesine de hizmet edecektir...”

Bu sözler, titrek ve bulanık ifadelerle de olsa, burjuva liberal bir anlayışın en saf ifadesi olan “belediye sosyalizmi”ne yöneltilen örtülü bir eleştiriyi yansıtıyor. Peki kimin şahsında ya da kimleri hedefleyerek? Bu sorunun dolaysız bir yanıtı yok, zira ortada açık bir adres ve hedef yok. Yazar bunları o “herkesin bildiği” türden gerçekler olarak orta yere söylüyor havasında. Ama bu ülkede yerel seçim tartışmaları başlayalı beri yapılan açıklamalara bakıldığında, bu sözlerin dolaysız hedefi herkesten çok parti olarak EMEP ve yayın olarak Evrensel’den başkası olamaz herhalde. “Belediye sosyalizmi”nde ifadesini bulan tepeden tırnağa liberal argümanlar, haftalardan beridir ve dahası bu yazının yayınlanmasından sonra bile, en pervasız biçimde EMEP tarafından ve Evrensel üzerinden savunuldu. Bunu daha sonra ayrıntıları ile göreceğiz, fakat &oum;nce aynı yazarın bir de 1 Mart tarihli yazısında söylenenleri görelim.

“Seçim Ortamı ve İleri İşçinin Sorumluluğu” başlıklı bu ikinci yazı, usulen yapılmış kısa bir genel girişin ardından tümüyle aynı eksene oturuyor, yani “belediye sosyalizmi”ne ilişkin eleştiri ve uyarılardan oluşuyor. Daha ikinci paragrafında şu önemli uyarı ile karşılaşıyoruz:

“Sınıf bilincine ulaşmış işçi ve ileri emekçiyle, sınıfın devrimci partisi, seçim dönemini, ortaya koyduğu programının -adaylarının kazanması da dahil- başarısı için en verimli tarzda değerlendirecektir. Ancak bu durumda da kendisini, kapitalizm koşullarında belediye yönetimleriyle halkın iktidarı arasında dolaysız bir bağ kurarak; ciddi ve temel bir yanılgıya yol açabilecek bir tutumdan ayırmak durumundadır. Bu yönüyle, bu gibi dönemlerde, hiçbir biçimde, işçi ve emekçilerin sermaye ve partilerine karşı bağımsız örgütlenmesini geliştirmek gibi, daha temel bir görev durumundaki sorumluluklarını titizlikle gözetir: Emekçilerin sorunları, zorlukları, çözümün nerede olduğunu açık olarak bilmelerini sağlayacak bir politik ajitasyon ve propaganda yürütür.”

Yazar biraz olsun dürüst olsaydı, sözlerine “oysa” diye devam eder ve yaptığı uyarı çerçevesinde EMEP’e egemen liberal perişanlığı açıkça ortaya koymak yoluna giderdi. Zira yerel seçim tartışmaları başlayalı beri “kapitalizm koşullarında belediye yönetimleriyle halkın iktidarı arasında dolaysız bir bağ kuran”, bunu başta genel başkanı olmak üzere sözcüleri tarafından sayısız kez yineleyip duran parti bizzat EMEP olmuştu. Ve bu, “ciddi ve temel bir yanılgı” olmanın da ötesinde, devrimcilik iddiasının lafızda bile bir yana bırakılarak burjuva liberal sol bir platforma açık bir geçiş anlamına gelmekteydi. Karayalçınlar’la bu denli kolay biraraya gelişin gerisinde de tamı tamına bu vardı.

Öte yandan EMEP, “Emekçilerin sorunları, zorlukları, çözümün nerede olduğunu açık olarak bilmelerini sağlayacak bir politik ajitasyon ve propaganda yürüt”mek bir yana, izlediği bütün bir çizgi ve yürüttüğü bütün bir çalışmayla, kitleler arasında parlamenter liberal hayaller yaymakta, belediye yönetimlerinin kazanılması ile yerel sorunların çözüleceğini, bunun bir yerel halk iktidarlaşması anlamına geleceğini ve böylece genelde iktidarlaşmanın da yolunun açılacağını söylemektedir. Üstelik bunu (ayrıntılı örnekleriyle de göreceğimiz gibi) öyle dolaylı ve dolambaçlı biçimlerde de değil, tersine şaşırtıcı bir açıklıkla (ki buna liberal önyargıların gücünden gelen patavatsızlık da denebilir) yapmaktadır.

Ama oportünizmin karakterinde siyasal dürüstlük değil düzenbazlık vardır. Kenardan akıl hocalığı yapan A. Cihan Soylular, iki ayı aşkın bir süre tam bir sessizlikle izledikleri bu liberal rezalete nihayet bir çift söz söylemek durumunda kaldıklarında bile, bunu ya ortaya ya da hatta başkalarını hedefleyerek söylemek pişkinliğini gösterebilmektedirler. Çünkü onların amacı durumu düzeltmek değil fakat yalnızca görüntüyü kurtarmaktır. Ardı arkası kesilmeyen devrimci eleştirinin bunaltıcı etkisi karşısında ve saflarda durumdan rahatsız olanları yatıştırmak üzere, bir çift devrimci sözle göz boyamaktır.

“Seçim Ortamı ve İleri İşçinin Sorumluluğu” başlıklı yazı, “halkçı-demokratik bir belediyecilik programı” üzerinden yapılabileceklerin sınırları üzerine bir şeyler sıraladıktan sonra, aynı pişkinlikle şu sözlere bağlanıyor: “Ancak bu, bazı çevrelerin daha bugünden sundukları türden bir halk iktidarı olmayacaktır. ‘En devrimci belediye yönetimleri’ dahi halkın ve kent ve beldelerin tüm gereksinmelerini karşılama olanağı bulamayacaktır. Böyle bir olanağın burjuvazi tarafından hazır tutulduğu, onun merkezi engeliyle ve baskılarıyla karşılaşmayacağı hayal edilemez...”

A. Cihan Soylular, “bazı çevreler” derken kimleri kastediyor, kimi hedef alıyorlar dersiniz? DEHAP’in bir “halk iktidarı” iddiası zaten olmadığına göre onu geçiyoruz. Belediye yönetimleri üzerinden “halk iktidarlaşması” üzerine liberal gevezeliklerin halihazırda iki kaynağı var. Biri EMEP’in kendisi, ötekisi ise liberal yol ve kader arkadaşı SDP. SDP’nin sesi soluğu doğru dürüst çıkmadığına, bu liberal yaveleri gündelik olarak yineleyecek olanaklardan yoksun bulunduğuna göre, geriye bir tek EMEP kalıyor ve yukarıdaki sözlerin dolaysız muhatabı da gerçekte ondan başkası değil.

TKİP değerlendirmesi kimi hedef alıyordu?

Ekim’in Ocak tarihli sayısının başyazısında, TKİP’nin seçimlere ilişkin politikasının ana hatları özetlenirken, buradaki tartışmamızı yakından ilgilendiren şu temel önemde görüşlere yer veriliyordu:

“- ‘Ulusal irade’ yanılsaması üzerinden burjuvazinin gerçek iktidar odaklarını perdeleme işlevi gören burjuva parlamentosunun içyüzünü kitleler, özellikle de onların ileri kesimleri önünde sergilemek nispeten daha kolaydır. Kitlelerin uzun yılları bulan deneyimleri bunu bir ölçüde olsun kolaylaştırır. Buna karşın kurum olarak yerel yönetimler, ‘halkın yönetimi’, ‘halkın katılımı’, ‘halka dolaysız hizmet’ vb. argümanlar üzerinden sunulmaya müsaittirler. Özellikle reformist sol buna yönelik yanılsamalara güç katar ve buna solcu söylemlerle belli bir inandırıcılık da kazandırır.

“Oysa bu büyük bir aldatmacadır. Merkezi iktidar organlarının burjuvazinin elinde olduğu ve bunun binbir kolla (vilayet, emniyet, istihbarat, garnizon, yargı vb.) kendini yerel düzeyde de gösterdiği bir durumda, yerel ‘halk yönetimi’ tepeden tırnağa bir yalan ve yanılsamadır. Aynı gerçek, üretim araçları ve zenginliğin ezici bölümü (dolaysız özel mülkiyet ya da devlet maliyesi ve mülkiyeti olarak) burjuvazinin elinde ve denetiminde olduğu sürece, yerel planda halkın sorunlarının çözülebileceği inancı ya da beklentisi için de geçerlidir. Alabildiğine sınırlanmış ve güdükleştirilmiş yerel yönetimler ve bütçeler, bu sınırlar içinde bile burjuvazi tarafından binbir yolla en sıkı bir denetim altında tutulurlar.

“Bu temel bilimsel-toplumsal gerçekten hareketle TKİP, yerel yönetimler üzerinden yapılabilecekler hakkında özellikle reformist sol tarafından işçilere ve emekçilere pompalanacak hayallere karşı özel bir mücadele yürütecektir. Her biçimiyle ‘Belediye sosyalizmi’ yanılsamasının içyüzünü kararlılıkla teşhir edecek, bunu, kurulu düzenin gerçek yapısı, kurumlaşması ve işleyişinin ortaya konulması çabasıyla birleştirecektir.” (Ekim, Sayı: 233, Ocak 2004)
Daha önce bu sayfalarda zaten yayınlanmış bulunan söz konusu değerlendirmeden buraya bu kadar uzun parça almamız kuşkusuz nedensiz değil. Yerel seçimlere ilişkin politikasını 6 temel nokta üzerinden özetleyen TKİP, bunlardan birini (yukarıya aktardığımızı) nispeten geniş tutmuş ve tümüyle “belediye sosyalizmi” üzerine burjuva liberal hayallere karşı uyarılara ve tutuma ayırmıştır. Bu bir rastlantı olmadığı gibi sonradan doğrulanacak bir öngörü de değildi herhalde. Belli ki bu uzun pasajda o gün artık tüm açıklığı ile görülebilen bir olgu üzerinden konuşuluyordu. Tanım ve vurguların içeriği bunun böyle olduğunu zaten bütün açıklığı ile ortaya koyuyor. Nitekim birinci dereceden EMEP yöneticilerinin açıklamaları ile aynı dönemdeki Evrensel gazetesine baktığımızda, yukarıdaki pasajlarda sldırı konusu yapılan görüş ve tutumları tüm açıklığı ile ayrıca görmekteyiz.

“AKP ile Hesaplaşma Fırsatıdır”

Önümüzde 28 Aralık 2003 gibi erken bir tarihte EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel’le yapılmış bir röportaj var. Zamanında Evrensel’de yayınlanan, ardından uzun süre EMEP sitesinde tutulan bu kapsamlı röportaj, EMEP’in yerel seçimlere ilişkin politikasının çerçevesini özetliyor. Dolayısıyla işin aslında, sıradan bir gazete röportajından çok, bu form içinde bir partinin yerel seçim politikasını belli başlıklar üzerinden özetleyen temel önemde bir metinle yüzyüzeyiz. Parti sitesinde uzun süre tutulması ve EMEP’in yerel seçimlere ilişkin politikasının esaslarını ortaya koyan neredeyse tek metin olması da bunu gösteriyor.

Evrensel’de yayını esnasında bu röportaja, yerel seçim olayı kastedilerek, “AKP ile Hesaplaşma Fırsatıdır” başlığı konulmuş. “AKP karşıtlığı” eksenine oturan bir seçim platformunu Karayalçınlar’dan bağımsız olarak daha o günden haber veren bu başlık, metnin EMEP sitesine konulmuş örneğinde de aynen korunmuş. Röportajın ilk sorusu da bu konuda ve nitekim verilen yanıtın özü ve esası aktardığımız başlığa yansıtılmış durumda.

Bir yerel ya da genel seçimi, o an hükümette bulunan parti ile hesaplaşma ekseninde ele almak, seçimlerde izlenecek çizginin ve yapılacak çalışmanın ana amacını buradan tanımlamak, parlamenter işleyişe dayalı burjuva politikasının tipik bir davranış biçimidir. O an hükümet olan partinin hedef haline getirilmesi, kitlelerin öfke ve tepkilerinin bu parlamenter hedefe yöneltilmesi, burjuva partilerine ve politikacılarına böylece; sorunların gerçek kaynağını gizleme, temel sınıf ve iktidar ilişkilerini, bunun ifadesi temel kurumları perdeleme, her türlü öfkenin, tepkinin ve tartışmanın dışında tutma olanağı sağlar. Gerçek iktidar ilişkilerinin parlamenter kurumlar ve işleyişle perdelendiği tüm kapitalist ülkelerde ve bu arada Türkiye’de, her seçim döneminde muhalefet partileri hükümet partisi/partileriyle, tersinden de hükümet partisi/patileri muhalefet partileriyle hep de bu çerçevede “hesaplaşır”lar. Marksist-Leninistler’in “parlamenter oyun” olarak niteledikleri aldatıcı işleyişin temel bir yönüdür bu. Bundan dolayıdır ki komünistler her dönemde, fakat özellikle de seçimler döneminde, bu yapı ve işleyişin içyüzünü sergilemeye, kitlelerin bilincini ve dikkatini bu orta oyunundan gerçek iktidar yapısı, ilişkileri ve işleyişine &ccdil;ekmeye çalışırlar. Sorunların gerçek iktisadi-sınıfsal nedenlerini ve kaynaklarını ortaya koymaya, parlamenter yanılsamaları kırarak kitlelere gerçek çözüm ve çıkış yolunu göstermeye özel bir dikkat gösterirler. Komünistler ve tüm gerçek devrimciler için seçimler, işte bu anlamda bir “fırsattır”. Lenin’in sözleriyle, komünistler için seçimler, “özel bir siyasal işlem değildir, binbir türlü vaatte bulunarak sandalye kazanmaya çalışmak değildir, ama sınıf bilinci olan proletaryanın siyasal dünya görüşünün ilkelerini ve temel isteklerini savunmak için özel bir fırsattır.”

EMEP’li liberaller içinse seçimler, “AKP ile Hesaplaşma Fırsatıdır”. Tıpkı CHP’den MHP’ye ve İP’e kadar tüm burjuva düzen partileri için olduğu gibi. Elbette bu partilerin herbiri ve bu arada EMEP ve “Demokratik Güçbirliği” için bu hesaplaşmanın içeriği, öncelikli unsurları ya da vurguları farklıdır ya da farklı olabilir, fakat bu sorunun özünü ve esasını değiştirmez. Burada temelde burjuva parlamenter nitelikte bir ilkesel ve politik tutum yansımaktadır, aslolan da budur.

EMEP’in daha ilk temel yerel seçim değerlendirmesinde sorunun böyle konulması bir rastlantı değildir. Tersine, sonraki hemen tüm açıklamalarda ve Evrensel’in köşe yazılarında bu tutum aynı biçimde sürdürüldü. Bu arada “Demokratik Güçbirliği” deklarasyonunda da sorun böyle ortaya konuldu ve buna ilişkin vurguyu EMEP’liler özellikle öne çıkardılar. Deklarasyonu kamuoyuna açıklayan ortak toplantıda, EMEP başkanının konuşması, bizzat Evrensel’in verdiği habere göre AKP karşıtlığı eksenine oturmaktaydı. Evrensel’in bazı köşe yazarları ise, teorik ve ilkesel sorunlarda boşluğun da verdiği bir naiflik ve patavatsızlıkla, bunun ölçüsünü iyice kaçırdılar ve halen de aynı minvalde yazıp duruyorlar. (Bunun gerçekten pek hoş bazı örneklerini daha sonra ayrıca göreceğiz).

Liberal akıl hocaları, A. Cihan Soylular, “Sınıf bilincine ulaşmış işçi ve ileri emekçiyle, sınıfın devrimci partisi”ni uyarıyor, seçim döneminde “emekçilerin sorunları, zorlukları, çözümün nerede olduğunu açık olarak bilmelerini sağlayacak bir politik ajitasyon ve propaganda” yürütmelerinden sözediyorlar. Ama nedense bunu iki aylık bir gecikmeyle yapıyorlar; aylardır sakız gibi tekrarlanıp durulan liberal söylemler karşısında susanlar, seçim dönemi bitmek üzereyken sözümona “devrimci” uyarılarda bulunuyorlar. Üstelik bunu yanlış bilincin ve tutumun sahiplerini dosdoğru hedefleyerek de değil, fakat orta yere, demek oluyor ki boşluğa seslenerek yapıyorlar.

Bilgece duran o sade sözleriyle bize şunları söylüyordu Mustafa Yalçıner: “Herkes bilir ki, AKP’nin önünü kesmekle sınırlı davranılamaz.” Başka bir durumda bu sözler gerçekten ferahlatıcı olabilirdi. Gelgelelim burada sorunumuz, görmüş bulunduğumuz gibi, “AKP’nin önünü kesmekle sınırlı” davranılıp davranılamayacağıyla değil, fakat bir seçim çalışmasının eksenine o anki hükümet partisiyle hesaplaşmanın konulup konulamayacağı ile ilgidir. Ve bu, burjuva temsili kurumlar ve seçimler sorununa yaklaşımda, parlamenter avanaklıkla devrimci sınıf tutumunu ayıran temel ölçütlerden biridir.

Ve biz inanıyoruz ki, çok kimse gibi Mustafa Yalçınerler de bunu gerçekten çok iyi bilirler. Gelgelelim onların sorunu hiç de bilip bilmemekle ilgili değildir. Onların sorunu, öteki bazı EMEP yöneticileri ve Evrensel yazarlarında olduğu gibi cahillik değil, fakat tümüyle, giderek bayağı bir hal alan liberal oportünizmle ilgilidir. Onlar çok şeyi birçok kimseden iyi biliyorlar, fakat bilmezlikten geliyorlar ve bu onlar payına hiç de onurlandırıcı bir durum değil. İki onyılın tasfiyeci ve terbiye edici süreçleri, “herkes”in bildiklerini bilmezlikten gelme konumuna düşürmüştür onları. Bu cahilliğe kıyasla daha vahim bir durumdur ve utanç vericidir.

Liberal hayaller ya da Fabian “sosyalizmi”

“EMEP nasıl bir yerel yönetim anlayışını savunuyor?” Bu, söz konusu röportajın ikinci sorusudur ve doğal olarak verilen yanıt burada ele aldığımız konu bakımından fazlasıyla önemlidir. Devrimci, hatta hatta sosyalist olmak iddiasındaki bir parti temsilcisine böyle bir soru sorulduğu zaman, normal olarak, kapitalizm koşullarında ve onun belirlediği sınıfsal egemenlik ilişkileri ve buna dayalı iktidar yapılanması ve işleyişi altında, “yerel yönetimler”in ne olduğu, ne anlama geldiği üzerine hiç değilse bir çift sözle bir şeyler söylenmek durumundadır. Bunu, A. Cihan Soylular’ın iki ay sonra yapmak zorunda kaldıklarını yapmak olarak da tanımlayabiliriz. Ama hayır, EMEP başkanı bu denli temel önemde bir soruya bu teorik-ilkesel çerçeveden hareketle bir yanıt vermek yoluna gitmiyor. Onu yanıtı tümüyle pratiktir ve tüm içeriği ile düzenin iç mantığına ve işleyişine oturmaktadır.

Tüm yanıtı kesintisiz olarak aktarıyoruz: “Özelleştirmeci, rantçı, ayrımcı bir belediyecilik karşısında demokratik, halka denetim imkanı sağlayan, doğrudan halkın katılımının olanaklarını sunan bir belediyeciliktir. Yani bir kısım sermaye partilerinin ve onların çevrelerinin, şirketlerin çıkar sağladığı, kamu kaynaklarını kendi lehlerine kullandığı bir belediyeciliğe karşı, bu kaynakları ayrım gözetmeksizin herkese adil bir şekilde aktaran, karşılığında kâr ve menfaat gözetmeyen bir belediyecilik, bizim savunduğumuz. Böyle bir belediyecilik, bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliği ortadan kaldırmaya, temel problemleri çözmeye dönüktür. Belediye hizmetleri bugün, belediye başkanı, yardımcıları, belediye başkanının siyasal partisi ve o partiye yakın kesimlerin istekleri doğrultusunda belirleniyor. En küçük bir imar düzenlemesi, altyapı çalışması dahi birilerinin hksız kazanç sağlaması gözetilerek yapılıyor. İhtiyacı olana değil de, parası olana hizmet götürülüyor. Oysa hizmetler ve ona ayrılan kaynaklar, halkın denetimine açık olması gerekir. Böyle bir yönetim anlayışını yerleştirmenin tek yolu, katılımı sağlamaktır. Bunun için de halkın kendi içerisinden seçtiği temsilciler aracılığıyla belediyenin bütçesini, harcamalarını, hizmetlerini denetleyen bi meclisin, oluşumun kurulması lazım. Ancak bu şekilde katılım demokratik olur, şeffaf olur. Ancak bu şekilde belediye bir kesimin rant kapısı olmaktan çıkabilir.”

Buna kısaca dürüst ve halkçı bir belediyecilik de diyebiliriz. Fakat tüm dürüstlüğüne ve halkçı heyecanına rağmen bu yanıtta ilke olarak düzeni aşan iğne ucu kadar bir şey yok. Söylenenlerin özü ve özeti şuna çıkıyor: Ortada sorunların çözümü ve halka hizmet için yeterli “kamu kaynakları” var, fakat belediyeleri elinde bulunduran “rantçı, ayrımcı” sermaye partileri bunları kendileri, çevreleri ve bir kısım şirketler için kullanmaktadırlar. EMEP’in temsil ettiği “dürüst ve halkçı belediyecilik” bu duruma son verecek, “bu kaynakları ayrım gözetmeksizin herkese adil bir şekilde aktar”acak ve “karşılığında kâr ve menfaat gözetme”yecektir. “Böyle bir belediyecilik, bölgesel ayrımcılığı ve dengesizliği ortadan kaldır”acak, bu arada #147;temel problemleri” de çözecektir.

Demek ki bu anlayışa göre, yerel yönetim ve hizmetler alanında burjuva sınıf egemenliği sisteminden ve kapitalist özel mülkiyet düzeninden kaynaklanan herhangi bir sorun yok. Bunlara dokunmaksızın, ama yönetim anlayışını değiştirerek, mevcut durumu kökten değiştirmek olanaklıdır. Halkın desteği kazanılır ve yönetime gelinirse, hırsızlık ve rantçılık önlenirse, kaynaklar ayrımsız olarak herkes için kullanılırsa, böylece dengesizlikler giderilir ve tüm temel sorunlar çözülür.

Biz bu acısız ve sancısız çözüm yolunu, “hizmette dürüstlük” ve “hizmet dağıtımında adalet” olarak da özetleyebiliriz. Yani İngiliz fabianizmi ya da “yerel”den öteye ulusal düzeyde genelleştirilmiş biçimiyle, İsveç sosyalizmi! Yani bugünün değilse bile “sosyal devlet” döneminin sosyal-demokrasisi! Gelgelelim, bizim döne döne “belediye sosyalizmi” olarak niteleyip teşhir ettiğimiz burjuva liberal anlayış da tamı tamına budur.

Bu düşünce ve mantık biçimi, hiç değilse yerel yönetim ve hizmet sorunu üzerinden, kapitalizmin aklanması ve onaylanmasından başka bir şey değildir. Bu düşünüş tarzı, yerel sorunların, yerel hizmetlerdeki yetersizliklerin, aksamaların ve ayrımların, yerel yöneticilerin izlediği politikadan, onların hırsızlığa, yolsuzluğa ve bu arada beceriksizliğe dayalı yönetim anlayışından kaynaklandığını iddia eden burjuva propagandasının bir yinelenmesinden başka bir şey değildir. Hırsızlık, yolsuzluk, rantçılık, bürokratik hantallık, bunun öteki yüzü olan halktan kopukluk ve bu arada beceriksizlik, bütün bunlar her kapitalist ülkede olduğu gibi Türkiye’de de yerel yönetim gerçeğinin bir parçasıdır. Fakat tüm bunları giderseniz ve bu arada tüm bu temizlikle belediyeleri “bir kesimin rant kapısı olmaktan çıkar”sanız bile, yerel hizmetler alanında “temel sorunları” çözemezsiniz. Çünkü kapitalist toplumda, tüm öteki temel sorunlar gibi yerel hizmetler alanındaki temel sorunlar da, kötü yönetimden değil, fakat sınıf egemenliği sisteminden ve kapitalist mülkiyet düzeninden kaynaklanmaktadır. Bu sınıf egemenliği sistemini yıkmadan, bu mülkiyet düzenini temelden değiştirmeden, iktidarın yanı sıra biikmiş zenginliklerin ve kaynakların kamunun eline ve hizmetine geçişini sağlamadan, bu sorunların bir tekini bile çözemezsiniz. Yerel kamu kaynaklarının en dürüst ve adil bir kullanımı bile bu sorunların çözümünü değil, fakat olsa olsa, geçmişte, kapitalizmin genişleme döneminde Avrupa sosyal-demokrasisinin bir ölçüde yapmayı başardığı gibi, halk kitlelerinin yaşamında nispi bir iyileşme sağlayablir. Bu ise temel sorunların çözümü anlamına gelmediği gibi kapitalizmi de zayıflatmaz, tersine, kitlelere aldatıcı ve duruma katlanılabilir bir tatmin sağlayarak, böylece daha sağlam ve nispeten daha istikrarlı bir zemin oluşturur.

Bu kapitalizm koşullarında en iyi sonuçtur, fakat bugünün Türkiye gerçekleri gözetildiğinde, liberal bir reform projesi olarak bile herhangi bir başarı şansından yoksundur. Bu nedenledir ki biz onu dayanaksız hayallere dayalı liberal bir proje olarak niteliyoruz. Bunların boş hayaller olduğuna ne iyi ki artık A. Cihan Soylular da tanıklık ediyorlar. “‘En devrimci belediye yönetimleri’ dahi halkın ve kent ve beldelerin tüm gereksinmelerini karşılama olanağı bulamayacaktır” deniliyordu bize, daha önce aktardığımız pasajda. İzleyen satırlarda ise DEHAP’ın halihazırdaki yerel yönetim deneyimi hatırlatılarak şunlar söyleniyor: “Bu, daha kapsamlı bir tartışma konusu olmakla birlikte, kapitalizmin kurallarının işlediği ve burjuvazinin iktidar erkini elinde tuttuğu koşullarda, belediye başarılarının sınırlarının aslında önceden bir tür belirlendiğinin de göstergesidir.”

Halkçı belediyelerin sorunların çözümünden çok, bu sorunların neden çözümsüz kaldığının halk kitlelerine gösterilmesine olanak sağlayacağını, dolayısıyla temel kazanımların iktisadi ya da sosyal olmaktan çok siyasal olabileceğini nihayet hatırlayan ve lütfedip hatırlatan A. Cihan Soylular, sözü şuraya bağlıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin destekledikleri belediye yönetimlerinin başarısı halkın dolaysız katılımı ve desteğine bağlıdır; ancak bunun da sınırlılıkları ve yetmezlikleri olacağını unutamayız. Bu yetmezlik ve sınırlılıkların aşılabilirliği sağlandığında ise, artık farklı bir yolda, iktidarın alınması yolunda yürümekten söz edilecektir.” Demek ki belediyecilik kapsamına giren “temel sorunlar”ın devrimden ve devrimci iktidarın alınmasından ayrı bir çözüm olanağı yoktur.

Ve nihayet final sözleri: “İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarı, iktidarın eksiksiz alınmasındadır ve kurtuluşun yolunu açacak olan da budur.” Aynı konuda Mustafa Yalçıner neler söylüyordu: “Herkes bilir ki, mevcut düzen çerçevesinde ‘yerel kurtuluş’lar olanaklı değildir.”

İyi ama, A. Cihan Soylular ve Mustafa Yalçınerler bunları bu açıklıkla biliyorlardı da neden aylar boyunca hatırlamak ve hatırlatmak, böylece EMEP yöneticilerinın ağzından ve Evrensel’in sayfalarından taşıp duran bütün o liberal söylemlerin karşısına koymak ihtiyacı duymadılar? Bu sorudaki şaşırtıcılık soruluş tarzından geliyor. Gerçekte bu soru anlamsızdır, zira ortada hala da herhangi bir müdahale yoktur. Sadece görüntüyü bir nebze olsun kurtarmaya yönelik göz boyayıcı sözler vardır ve bunlar da muhtemeldir ki saflardaki huzursuz bazı öğeleri yatıştırmak içindir.

Biz yeniden “EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel”in röportajına dönelim. Daha sonraki soruları yanıtlarken, yerel yönetim anlayışı üzerinde durmayı sürdürüyor Levent başkan. Okuyoruz: “Savunduğumuz yönetim anlayışının hedefi sadece temel ihtiyaçların karşılanması değil, emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara da kavuşturulmasıdır. Böyle bir belediyecilik ilçelerdeki olumsuz koşullara göz yummayacağı gibi, fabrikalardaki kötü çalışma koşullarına da göz yummayacaktır. Dahası müdahaleci bir tarzda yapacağı düzenleme ve hizmetleriyle halkın layık olduğu koşullar oluşturulacaktır. Bu nedenle partimiz ve beraber hareket edeceği emekten, demokrasiden yana güçler öncelikle bulundukları bölgedeki yerel sorunları çözmeyi temel alan bir program etrafında birleşmelidir.”

Liberal hayaller birilerinin ayaklarını yerden (kapitalizmin ve günümüz Türkiye’sinin gerçeklerinden de denebilir buna) böyle kesiyor işte. “Temel ihtiyaçların karşılanması”nın sağlanması ne ki, liberal hayaller daha da ötelere kanat çırpıyor; hedef “emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara da kavuşturulmasıdır.” Yani? Yani tam ve eksiksiz bir sosyalizm!

Bu liberal baylar, “emekçilerin kültürel, sosyal vb. her yönüyle kendini geliştirebileceği imkanlara kavuşturulması”nın ne demek olduğu üzerine hiç düşünmüşler midir acaba? Bunun önündeki engelin burjuva sınıf egemenliği sistemi ve mülkiyet düzeni olarak kapitalizm ve bunun gerçekleştirilmesinin ise tamıtamına sosyalizm, üstelik gelişmiş, komünizme doğru evrilmiş bir sosyalizm olduğunu bilmiyorlar mı? Levent başkan değilse bile bazı başkan yardımcıları (Yalçınerler) ve bu arada işleri kenardan götüren liberal akıl hocaları elbette bunu çok iyi biliyorlar. Ama buna rağmen bu liberal yavelere aylar boyu sessiz kalabiliyorlar. Nihayet bazı doğruları sıraladıklarında ise, bunu, bu liberal rezaleti haklı olarak eleştiren komünistlere ve devrimcilere kinlerini kusmadan yapamıyorlar.

A. Cihan Soylular şu sözleri, tam da “belediye sosyalizmi”nin örtülü eleştirisini yapmak zorunda kaldıkları o kısacık yazılarının satır aralarına sıkıştırıyorlar: “İşçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluşu davasına sadakatle bağlı olan herkes, sınıflar mücadelesi yasalarının bilincinden uzak, dünyayı ve toplumsal yaşam ve mücadeleyi kendi küçük barınaklarında yorumlayıp kendi dışındaki herkese çamur sıçratmak için tepinen ar yoksunlarını görmezden gelecek ve halkın davasının ilerletilmesi için önüne çıkan görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için çalışacaklardır.” (26 Şubat tarihli yazı, vurgular bizim.)

İşin küfür ve hakaret yanını bir yana bırakıyoruz. Ama şu “Sınıflar mücadelesi yasalarının bilincinden uzak” iddiasını alınız ve “EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel”in partinin yerel yönetimler ve yerel seçimler üzerine buraya kadar aktardığımız (ve daha sonra daha fazlasını da aktaracağımız) sözleriyle karşılaştırınız. Levent başkan’ın bu düşünceleri şahsı değil fakat partisi adına açıkladığını, dahası, tam da bu nedenle, belki de bu metnin başkan adına liberal akıl hocalarından biri tarafından kaleme alındığı gerçeğini de gözönünde tutunuz ve sonra dönüp A. Cihan Soylular’ın yukarıda siyah olarak verdiğimiz küfür ve hakaretlerine yeniden bakınız. Umuyoruz ki böylece, gerçekte kimin/kimlerin “ar yoksunu” olduğu konusunda dolaysız bir fikir edinmeniz hiç de güç olmayacaktır.

Peki komünistlere ve devrimcilere küfrederek de olsa “belediye sosyalizmi”ne yöneltilen bu eleştirel sözlerin, parti olarak EMEP ve gazete olarak Evrensel için herhangi bir anlamı ve sonucu var mıdır? Yanıt için somut duruma bakalım. “Seçim Çalışması ve Halkın Örgütlenmesi” başlıklı ve A. Cihan Soylu imzalı yazı, 26 Şubat tarihli Evrensel’de yayınlandı. Yukarıdaki küfür ve hakaretleri içeren bu yazı, ardından gidip titrek ve bulanık biçimde de olsa, “belediye sosyalizmi”ne dayalı liberal hayaller konusunda uyarılara bağlanıyor ve öylece noktalanıyordu. İşte bu yazıdan yalnızca iki gün sonra, Evrensel’in genel yayın yönetmeni İhsan Çaralan, kendine ait köşede “Yerel Mücadele ve Yerel İmkanlar” başlıklı (dolayısıyla başlığıyla bile hayli dikkat çekici) bir yazı yayınladı. Bu yazıdan uzunca bir bölümü aşağıya alıyoruz:

“Kuşkusuz ki; yerel yönetimlerin en klasik görevleri olan; yol, su, elektrik, doğalgaz, kanalizasyon, kitle taşıması gibi hizmetlerin ucuz, kaliteli, adil (yoksul bölgeleri ve yoksul halk kesimlerinin ihtiyaçlarını en öne alan bir adalet anlayışıyla) bir biçimde nasıl çözüleceği elbette ki, iyi bir biçimde propaganda edilmelidir. Bunun için yerel imkânların neler olduğu, geçmişte bunların nasıl çarçur edildiği, ‘hizmet veriyoruz’ adı altında halkın parasıyla kimlerin nasıl vurgunlar yaptığı gösterilmelidir. Ama, bunun da ötesinde kentlerin, emekçi semtlerinin sadece; işe gidilip gelinen, sonra da uyunan mekânlar olarak değil; herkese insanca yaşam koşullarının sunulduğu sosyal ortamlar olarak ele alınması son derece önemlidir. Bu amaçla sağlık, eğitim hizmetlerinin herkesin parasız yararlanabileceği br biçimde sunulması, sinemalar, tiyatrolar, halk kütüphaneleri, kültür evleri, kadın ve gençlik evleri gibi kurumların ihtiyaca uygun düzeyde hizmet verecek tarzda geliştirilmesi, yerel yayıncılığın tekelci yayıncılık karşısında desteklenmesi (gazete, radyo, tv. vb.), çevrenin korunması, hizmetlerin engellilerin ihtiyaçları da gözetilerek düzenlenmesi... Bütün bu hizmetlerin yerel dokunun ve onun imkânlarının kullanılması uuml;stüne şekillendirilmesi, çalışmanın yerelleşmesi bakımından son derece önemlidir.”

Bu sözleri hiç değilse şimdilik yorumlamayacağız. Zira buradaki (ve yazının toplamındaki) yaklaşım, tamıtamına Levent Tüzel’in bu yazıyı iki ay önceleyen düşünceleri ile örtüşmektedir. Bu ikincisi üzerine söylenmesi gerekenleri söylemiş bulunduğumuza göre, onları bir de bu yeni versiyon üzerinden tekrarlamamız gereksizdir.

Buna rağmen buraya bu geniş pasajı almamızın nedeni, A. Cihan Soylular’ın uyarılarının Evrensel yazarları için bir anlam ifade etmediği konusunda dolaysız olarak bir fikir vermektir. Neden etmediği için tahmin yürütmek mümkün, ama buna burada gerek yok. Bunun yerine teknik mahiyetteki şu hatırlatmalarla yetiniyoruz: İhsan Çaralan’ın 28 Şubat tarihli yazısı A. Cihan Soylu’nun 26 Şubat tarihli yazısını izlemişti. Onu ise A. Cihan Soylu’nun 1 Mart tarihli yazısı izledi ve 26 Şubat yazısında yalnızca bir paragraf olarak verilen düşünceler, bu kez daha geniş ve açık vurgularla, bu son yazının tamamını oluşturdu. Bunun bir anlamı olup olmadığı sorusunun yanıtını burada açıkta bırakıyoruz.

(Devam edecek...)