İstanbul Sanayi Odasının 2003ün son altı ayını kapsayan Ekonomik durum tespit anketi İSO Başkanı Tanıl Küçük tarafından açıklandı. İSOya bağlı 500 sanayi işletmesinde yapılan anket, ekonominin gerçek durumuna ve ekonomik tablonun iki ayrı sınıf gerçekliğine ilişkin veriler sunmaktadır. Hükümet sözcüleri ve sermaye medyasının ekonominin düzeldiğine ilişkin yaygaralar koparıp iyimserlik masalları okuduğu bir dönemde, anketin ortaya koyduğu rakamlar ve ankete ilişkin yorumlar, çıkarları birbiriyle tezat iki ayrı sınıf gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya seriyor. Bununla birlikte, kapitalizmin yapısal krizlerine çözüm bulmaya muktedir olmadığı, düzelme ve canlanma olarak gösterilen rakamların gerçekte geçici ve temelsiz olduğu bir kez daha kanıtlanıyor.
Ankete göre, yılın ilk yarısında üretimlerinde gerileme olduğunu bildiren işletme sahiplerinin oranı yüzde 18 iken, ikinci yarıda bu oran yüzde 20.1e çıktı. Üretimlerinde artış olduğunu belirten işletmelerin oranı ise ilk yarıda yüzde 49.8, ikinci yarıda yüzde 55.6. Görüldüğü üzere işletme sahiplerinin yarıdan fazlası üretimlerinde artış olduğunu beyan etmişlerdir. Burjuva sözcüleri ekonomideki canlanmaya en büyük kanıt olarak bu rakamları gösteriyorlar. Ancak üretimdeki bu artışın yeni yatırımlara değil, krizle beraber dibe vuran üretimdeki atıl kapasitenin bir parça kullanılabilir olmasına bağlı olduğu gerçeğini ise saklıyorlar. İSO Başkanı yaptığı açıklamada bu gerçeği de ortaya koymak durumunda kaldı.
Kapitalist krizlerin her vurucu darbesinden sonra atıl kapasitenin bir parça kullanımından dolayı bu tür büyümelerin olması doğaldır. Doğal olmakla birlikte geçicidir. Kapitalist ekonomi bu ara dönemde öncekinden daha da sarsıcı patlak verecek krizler için gerilim biriktirmektedir. Bugün üretimde yaşanan nispi artışın gerisinde böyle bir gerçek durmaktadır.
Bunun böyle olduğunu, ekonominin atıl kapasite kullanımından öteye geçemeyeceğini başka veriler ayrıca kanıtlamaktadır. Örneğin yılın ilk altı ayında işletmelerin yüzde 26.2si iç satışlarının bir önceki döneme göre düştüğünü bildirirken, yılın ikinci yarısında bu oran artarak yüzde 27.5e yükselmiştir. İç satışların bu yıl da düşmeye devam edeceği açıktır. Çünkü üretimdeki artış daha az işçiyle daha fazla üretim yapılmasına bağlıdır ve bu artışa rağmen ücretler reel olarak düşürülmektedir. İSO anketine göre aynı dönemde istihdamda daralmaya giden işletmelerin oranı yılın ilk yarısında yüzde 17.9 iken, ikinci yarısında 18.5e yükselmiştir. İşçi ücretlerindeki düşüşler ve işçi sayısındaki azalmalar iç talebin daha da kısılmasına, böylelike bugün için artan üretimin yakın zamanda yeniden düşme eğilimine girmesine yol açacaktır.
Sermaye sözcüleri yaptıkları açıklamalarda işçi ücretlerinin düşük tutulmasını ekonominin düzelmesi için olmazsa olmaz bir koşul olarak gösteriyorlar. Bu da, yeni krizlerin kapısının açık olduğunu, yeni bir krizle birlikte üretimin yeniden gerileyeceğini göstermektedir. Geçmişte yapılan da aynısıydı, sonuç daha yıkıcı krizler oldu.
Yeni krizlerin kapıda olduğunun başka bir kanıtı ise işletmelerin finansman durumlarına ilişkin göstergelerdir. Anket sonuçlarına göre yılın ikinci yarısında finansman darboğazı yaşayan işletmelerin oranı yüzde 57ye çıkmıştır. Bu durum üretim ve satışa ilişkin göstergelerle birlikte düşünüldüğünde, ekonomideki düzelmeye kanıt olarak gösterilen faiz oranlarındaki düşüşün de geçici olduğu görülmektedir.
Ekonomideki düzelme iddialarının ancak tekelci sermaye açısından bir gerçekliği var. İşçi sınıfı ve emekçiler açısından ise krizin sonuçları her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. Çünkü sermaye düzeni krizin faturasını doğrudan işçi ve emekçilere yüklemektedir. Krizin faturası son 30 yılda olduğu gibi bir kez daha işçi ve emekçilere fatura edilmiş, böylelikle sermaye bir parça rahatlayarak semirmenin koşullarını yaratmıştır. İşçi ve emekçilerin sefaleti ve yoksullaşması gün geçtikçe derinleşmektedir. Enflasyondaki resmi göstergeler ne olursa olsun, işçi ve emekçilerin gelirleri gerilemekte, fiyatlar artmaya devam etmektedir. Her geçen gün daha fazla insan açlık sınırının altına yuvarlanmaktadır. Yapılan son araştırmalara göre Şubat ayı itibariyle açlık sınırı 475 mlyona çıkmıştır. Asgari ücretin 303 milyon olduğu ve 15 milyon civarında insanın bu ücretle yaşamaya mahkum edildiği gerçeği bir arada düşünülürse, ülkede yaşanan koyu sefalet tablosu anlaşılır.
Diğer taraftan, resmi rakamlara göre işsiz sayısı 3.8 milyon olarak hesaplanmış bulunmaktadır. Bu rakamlar işsizliğin Cumhuriyet tarihinin en yüksek rakamlarına ulaştığını göstermektedir. İşte kapitalist ekonomideki canlanmanın işçi ve emekçiler cephesinden karşılığı budur.
Ama biz yeniden burjuvazinin cephesine bakarak, işçi ve emekçilerin burjuvalarla aynı gemide olmadığını, toplumda çıkarları karşıt bu iki sınıf için iki ayrı gerçeğin varolduğunu, servet ve sefalet kutuplaşmasının aldığı boyutlar üzerinden bir kez daha gösterelim.
İSOnun anket sonuçları ve bu sonuçlar üzerine yapılan yorumlarla aynı günlerde burjuva medyada yayınlanan, Amerikan finans çevrelerinin dergisi Forbesin geleneksel olarak açıkladığı dünyanın en zengin 500 insanı listesine bakalım. Bu listede Türkiyeden 6 kişi bulunuyor. Bir yıl önce bu sayı 5miş, bu yıl Eczacıbaşının da girmesiyle 6ya çıkmış. Bu dolar milyarderi 6 Türkün arasında Kemal Uzan da var.
Tablo açık, bir tarafta toplumun ezici çoğunluğu her geçen gün açlığın pençesine düşürülürken diğer tarafta burjuvazi azgınca sömürerek, çalıp çırparak, işçi ve emekçileri derin bir sefalete mahkum ederek semirmeye devam ediyor. Bunu da utanmazca işçi ücretlerindeki düşüşler ve sömürünün katlanmasıyla başardıklarını ilan ediyorlar.
İşte iki sınıf, iki dünya, işte kapitalizm! İşte ekonomik canlanma masallarının iç yüzü!
Bu vesileyle son olarak şu gerçeği bir kez daha hatırlatalım:
Bütün bunlardan çıkan özlü sonuç şudur: Yapısal bir bunalımın pençesinde bulunan ve dönemsel çöküntüler yaşayan kapitalist Türkiye ekonomisinin gelecekteki seyri sınıf mücadelesinin seyrine sıkı sıkıya bağlıdır, bağlı kalacaktır. Bu temel önemde gerçek yüklenilmesi gereken halkaya da işaret ediyor. Bizim için sorun, kapitalist ekonominin yapısal ve dönemsel bunalımlarına çözüm olmadığını tespit etmek değil, emekçilerin yaşamını çekilmez hale getiren bu kısır döngüden devrimci sınıf mücadelesi için en iyi biçimde yararlanmak, böylece düzenin kabusuna dönüşecek devrimci bunalımların oluşmasını kolaylaştırmak ve hızlandırmaktır. (Ekim, sayı: 233, Ocak 2004)