Türkiyeyi ziyaret eden Suriye Başbakanı Muhammed Mustafa Miro, ABD saldırganlığına karşı yanlış yerde müttefik arıyor...
Ankaradan destek yerine
Amerikancı telkin!..
17 yıl aradan sonra Suriye Başbakanı Mustafa Miro kalabalık bir heyetle Ankaraya geldi. Geçen yıl planlanan gezi dönemin başbakanı Ecevitin hasta olmasından dolayı ertelenmişti. Genelde ilişkileri sorunlu olan iki ülke son yıllarda daha yakın bir işbirliği içine girmiş bulunuyorlar. Ekim 1998de Türkiyenin savaş tehditi üzerine A. Öcalanın Suriyeden çıkarılması, iki ülke ilişkilerinin hızla gelişmesinin önünü açmıştı. 2001de 800 milyon dolar olan ticaret hacminin, iki yıl içinde 1.5 milyar dolara çıkması da bunun bir göstergesidir. Bir diğer gösterge ise, uzun yıllar boyunca Suriyede faaliyet yürütmelerine izin verilen PKK/KADEK militanlarının yeni dönemde yakalanıp Türkiyeye teslim edilmesidir.
Artık karşılıklı ekonomik, politik, sosyal alanlarda işbirliğini geliştirmek iki tarafın da hedefidir. Tabii bu işbirliği ABDnin çizdiği sınırlar dahilinde olacak.
Geleneksel sorunları aradan çıkarma...
Suriye-Türkiye ilişkileri denince son yıllara kadar üç sorun akla gelirdi: Hatayın ilhakı, su meselesi, Suriyenin KADEKe sunduğu imkanlar (resmi ifadeyle teröre destek).
Bu sorunların en eski, en köklü olanı kuşkusuz ki Hatayın Türkiye tarafından ilhakıdır. Cumhuriyetin ilanından 15 yıl sonra 1938de, Türk devleti ile Fransız emperyalizmi arasında varılan anlaşma sonucu gerçekleşen ilhak, İskenderun ve Antakya merkezli protestolarla karşılanmış, ancak farklı etkenler nedeniyle kitlesel boyut kazanamayan bu eylemler pek etkili olamamıştı.
Tarihsel, kültürel, demografik yapısı ile Arap coğrafyasının bir parçası olan, o dönemki adıyla Liva El İskenderun -İskenderun Sancağı-, (Hatay ismi, bölgenin aristokratları tarafından sonradan uydurulmuş) o dönem Halepe bağlıydı. 1937de paravan Hatay devleti kurulmuş, başkanlığa Türkiyenin ajanı Tayfur Sökmen getirilmiştir. Hatay devletinin 23 üyeli meclisi, (üyelerin 18i Türk kökenli aristokratlardan oluşuyordu) açılışından kısa süre sonra göstermelik/hileli bir seçim yaptırarak Hatay halklarının Türkiyeye katılma yönünde karar aldığını iddia etmiştir. Bu iddiaya dayanan meclis, Türk ordusunu bölgeye davet etmek suretiyle ilhakın gerçekleşmesi için bir basamak işlevi görmüştür. Zaten Hatay devletinin kuruluş amacı da buydu.
Yakın döneme kadar Hataydan vazgeçmeyen, haritasından çıkarmayan Şam yönetimi, gelinen aşamada bu ısrarından vazgeçmiş görünüyor. Ankara ziyareti sırasında yeri geldikçe Türkiyenin toprak bütünlüğüne saygıdan söz eden Mustafa Miro, böylece muhataplarına, artık Hatay iddiamızdan vazgeçebiliriz mesajı veriyordu.
Su sorunu, yıllardan beri iki ülke arasındaki ilişkilerin gergin olmasındaki bir değer etken, Türkiyenin yaptığı anlaşmalara uymaması, -belirlenen oranda suyu bırakmaması, Fırat nehri üzerinde barajlar kurarak suyu kirletmesi- özellikle 90lardan beri bu sorunun süreklilik arzetmesine neden olmuştur. Fırattan yeteri kadar yararlanmadığını savunan Suriye yönetimi, Türkiyenin bıraktığı su miktarını arttırmasını istiyor. Buna karşılık Türkiye, Asi nehrinin sularını gündeme getiriyor. Suriye ise, Hatay kendi toprağım, Asi nehrinin sularını istediğim gibi kullanırım, bunu pazarlık meselesi yapmam diyordu. Mironun Ankara ziyareti sırasındaki temaslarda, su konusunun ortak bir anlayışla yeniden ele alınması kararlaştırıldı.
12 Eylül 1980de gerçekleşen faşist askeri darbeden sonra PKK kadrolarının yanı sıra, bazı sol örgütlerin kadroları da Suriyede üslenmişlerdi. Ancak, PKK dışındaki çevreler için Suriye, devrimci faaliyet değil, mültecileşme/yozlaşma alanı olmuş, çürümek üzere Avrupaya geçiş için bir köprü işlevi görmüştü.
Kürt özgürlük hareketinin gelişmesi, Abdullah Öcalanın karargahını bu ülkede kurması Türk sermaye devletini fazlasıyla rahatsız etmiş, Suriyeyi teröre destek vermekle suçlamıştır. Diğerlerine göre yeni sayılabilecek bu sorun, 90lı yıllar boyunca gündemin ön sıralarında yer almıştı. Nihayet bir Türk generalin Hataya gidip, Türkiye-Suriye sınırında bir açıklama yaparak, açıktan Suriyeye savaş ilan etme tehdidinde bulunması, gerginliğin doruk noktası olmuştu. Söz konusu gerginliğin ardından geri adım atan Suriye yönetimi, 1998 Ekiminde Abdullah Öcalanı sınır dışı etmişti.
Suriye Başbakanı Mironun konuyla ilgili verdiği mesaj bu sorunun da aşılma noktasına gelindiğini gösteriyor. PKK artık geride kalmış bir konudur. Topraklarımızda Türkiye aleyhine hiçbir faaliyete izin vermiyoruz, vermeyeceğiz. Kalabalık heyeti ile Miro, Suriyenin, Türkiye ile ilişkilerinde izlemeyi arzu ettiği çizgiyi kısaca formüle etti, İki ülke arasındaki önemli sorunları aştık, artık ilişkileri her alanda hızla geliştirmemizin önünde bir engel kalmamıştır!..
Irak işgalinin ardından hedef haline gelen Suriye
Hatırlanacağı gibi ABD ordusunun Bağdatı işgal etmesinin hemen ardından, başta ABD Başkanı Bush olmak üzere, tüm savaş kundakçıları Suriyeyi tehdit eden çok sayıda açıklama yaptılar. Suriyenin tehdit edilmesi -geri plana düşmüş gibi görünse de- halen güncelliğini koruyor. Şam yönetimi Amerikanın dayatmalarına boyun eğmediği sürece bu tehditlerin devam edeceği malum. Son tehdit, İsrailin Maariv gazetesine demeç veren ABD Dışişleri Bakanı Colin Powellden geldi.
Burada temel mesele Suriye-İsrail ilişkileridir. Suriye, İsraille barışabilmek için (toprak karşılığı barış), İsrail işgali altındaki Golan Tepelerini geri istiyor. Siyonistler ise stratejik önemi, barındırdığı su kaynakları nedeniyle Golan Tepelerinden çekilmeye niyetli değiller. Bu da Suriyeyi, bölgede İsrailin önündeki en önemli engellerden biri haline getiriyor.
Çıkarları çakıştığı oranda anti-siyonist örgütlere destek verdiği bilinen Şam yönetimi, bazı geri adımlar atmakla beraber halen tam hizaya getirilebilmiş değil. Suriyeyi tehdit eden Powell de, aynı gerekçeleri öne çıkarıyor: Suriye hükümeti, Filistinli örgütlere ve Lübnandaki Hizbullaha destek vermeyi kesmezse, petrol dahil olmak üzere Iraktan ithalat yapması engellenecek. Beşar Esadın stratejik bir tercih yapması gerektiğini söyleyen Powell, Eğer politikalarını değiştirmezlerse, bir bedel ödemek zorunda kalırlar diye konuştu.
Görüldüğü gibi İsraili rahatlatmak yine öncelikli sorunlardan biri konumunda.
ABDnin baskıları karşısında sıkışan Şam yönetimi, bölgesel ittifak arayışlarına yöneldi. Bu çerçevede Türkiye ile değişik alanlarda ilişkilerini geliştirebilmeyi uman Suriye hükümeti, Amerikan emperyalizminin Türk dış politikası üzerindeki etkisini hesaba katmamış görünüyor. Yani Ankaradaki uşakların dış politikayı Pentagona bağladığını gözden kaçırıyor. Oysa daha geçen Nisan ayında Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ABDnin tepkisinden çekindiği için planlanan Suriye gezisini iptal etmişti. Bu koşullarda Türkiye ile umduğu gibi ilişkiler geliştirebilmesi için, Şam yönetiminin ABD dayatmalarına boyun eğmesi gerekiyor.
Uşaklar emperyalist dayatmalara karşı çıkamazlar
Irak işgaline baştan beri karşı çıkan Şam yönetimi, bu tavrını halen sürdürmeye çalışıyor. Nitekim Suriye Başbakanı Mustafa Miro, Türkiye ziyaretinden bir gün önce yaptığı açıklamada şunları söylüyor:
Bütün dünya, ABDnin Ortadoğuda yeni bir düzen kurma politikasının farkında. Türkiye, Suriye, İran ve diğer devletler daha fazla birlikte hareket etmeli. Eğer yalnız kalırsak, Irakın başına gelenlerin bizim başımıza gelmesi kolaylaşır. Iraktaki işgal bir an önce sonra ermeli ve ABD, bölgeyi derhal terk etmelidir.
Bu sözler ABDnin, Suriyeyi sıkıştırmasının etkisiyle söylenmiş olsa da, Amerikan emperyalizmine bir çeşit meydan okumadır. Amerikan baskısının ardında İsrailin bulunduğunu vurgulayan Miro, ABD yönetiminin aptallığı ve şiddet düşkünlüğü ile, çok özel bir vaka olduğunu da dile getirebiliyor.
Ankaradaki görüşmelerde bu mesajı yineleyen Miro, Anglo-Amerikan işgali sona ermeli, Irak halkı, toprak ve halk bütünlüğünü koruyacak kendi siyasi sistemini seçme hakkına sahip olmalıdır görüşünü yineledi.
Görünen o ki, Mustafa Miro emperyalist saldırganlığa karşı müttefik aranacak son yerin Ankara olduğunu gözden kaçırmış. Eğer savaş kundakçısı Wolfowitzin geçen Mayıs ayında CNN Türk ekranlarında söylediği şu sözleri hatırlasaydı böyle boş umutlara kapılmazdı: Türkiyenin Suriye veya İran ile yapacağı herşey, ABDnin genel politikasıyla uyumlu olmalı veya bu ülkelerin, kötü tutumlarını değiştirmeye yönelik olmalıdır.
Türk sermaye devletinin bölge ülkeleriyle ilişkilerini, tam da Wolfowitzin çizdiği çerçeveye göre geliştirdiği ortada. Bir ülke dışişleri bakanının, komşu ülkeye yapacağı ziyareti ABDyi kızdırmayalım diye iptal etmesi başka neyi anlatır ki?
ABDyi karşınıza almayın!
Emperyalist saldırganlığa karşı Türkiyeyle ittifak arayan Mustafa Miro, Türkiye ile Suriyenin bölgede güvenlik ve istikrar konusunda beklentilerinin aynı olduğunu savundu. Mironun şu sözleri, onun Türkiye gerçekliğini kavrayamadığının bir başka göstergesi: ... Özellikle de bölgedeki son gelişmeleri düşünürsek, Türkiye bu gölgede çok önemli bir rol oynuyor. Türkiye bölgenin geleceğine ve güvenliğine, halklar arasındaki ilişkilerin gelişmesine, ülkeler arasındaki siyasi, ekonomikve toplumsal ilişkilerin güçlenmesine çok büyük katkılar yapabilecek bir ülke.
Türkiyeye bu payeleri biçen Miro, bekleneceği gibi umduğunun tam tersi tepkiler aldı. Bu da doğal, zira aynı günlerde Ankaradaki Amerikan uşaklarının temel gündemini, Iraka asker göndermek için uygun bir formül bulmak oluşturuyordu.
Türk Dışişleri Bakanı Abdullah Gülün tavrı ise, sermaye devletinin emperyalist saldırganlığın karşısında değil, tam tersine aktif bir yandaşı olduğunun yeniden tescil edilmesinden başka bir anlam taşımıyor. Konuk başbakanı ABDyi karşısına almaması konusunda uyaran Gül, Suriyeden ABDyi doğrudan hedef alan açıklamalardan da kaçınmasını istedi. Suriyenin uluslararası terörizme karşı mücadelede daha aktif rol almasının Washingtonda memnuniyetle karşılanmaya başladığını aktararak, izlemesi gereken yolu Miroya gösterdi. Yani Abdullah Gül, Wolfowitz tarafından çizilen çerçeveye sonuna kadar sadık kalarak, ne kadar yaman bir Amerikancı olduğunu bir kez daha ispat etti.
Amerikan emperyalizminin Ortadoğuyu hegemonyası altına alabilmek için başlattığı vahşi saldırıya karşı bölgesel ittifaka ihtiyaç olduğu kesin. Bu birliği gerici rejimler değil, Ortadoğunun emekçi halkları oluşturabilir ancak. Bunun yolu, yıllardan beri Filistinde, Amerikan-İngiliz işgalinden sonra ise Irakta devam eden direnişin anti-emperyalist, anti-siyonist güçler tarafından aktif bir şekilde sahiplenilmesinden geçiyor.
|