Son günlerde düzen cephesinden adeta bir iyimserlik bombardımanına maruz bırakıldık. Kimi açık yalanlar, kimi çarpıtılmış rakamlar halinde yağdırılan bu iyimserlik bombalarıyla, işten-aştan-demokrasiden yoksunluk ve yoksulluğun pençesinde kıvranan kitleler sersemletilmeye, her türlü olumsuzluk, çirkinlik, pislik, bu bombardımanın tozu-dumanıyla gizlenmeye çalışıldı/çalışılıyor. Üstelik bu saldırı sadece içerdeki iktidar sahipleri tarafından değil, uluslararası bir koalisyon eliyle yürütülmekte. İçerde, o pek çatışmalı olduğu sanılan ordu-AKP hükümeti elele vermiş; dışarda ise aralarında kemik kavgası eksik olmayan ABD-AB ağız birliği etmiş. İMF başta olmak üzere uluslararası sermaye kuruluşlarını da eklediğinizde, dünya düzeni cephesinden olayın dışında kalan kimse görünmüyor.
Ellerinde iki ana malzeme var. Biri, uyum paketlerinin sorunsuz-vetosuz yasalaşmış olması ve bunun ABdeki etkileri; diğeri İMFden yeni bir borç erteleme-kredi verme sözü almış olmaları.
İlki, ABye uyum paketlerinin (özelde de MGKnin yetkilerini kısıtladığı iddia edilen 7. paketin) ardarda onaylanması, Türk ve dünya basını üzerinden sessiz devrim nidalarıyla alkışa boğuluyor. Konuyu, Ankarada sessiz devrim başlığıyla öne çıkaran Financial Times, Evet, bu bir devrimdir başlığı kullanan The Economist vb.den esinle, içerde Radikal Sessiz demokrasi devrimi başlığı altında, üç hükümetin, dört yılda Cumhuriyetin en büyük atılımlarını yaptığını müjdeliyor. Yine aynı gazete, konuyla bağlantılı olarak, Verheugenden hayranlık mesajı, Avrupa Türkiyeye hayran gibi başlıklar altında balonunu şişirmeye devam ediyor.
Bu haberler, hemen tüm medya organlarında da benzer başlıklar altında ve aynı biçimde işleniyor. Aynı medya kuruluşları, şişirme haberlerine destek mahiyetinde hükümetin ilgili bakanlarını, uzman yaftası iliştirdikleri ilgili-ilgisiz herkesi ekranlara taşıyıp, bu sahte iyimserlik salvosuna katkı yaptırıyorlar.
İkinci konunun (İMFnin kredi ertelemesi) ise, enflasyonun düştüğü, piyasaların düzelmeye başladığı eklentileriyle birlikte propagandası yapılıyor. Bu bombardımanın mermileri de çarpıtılmış rakamlar, düpedüz yalan veya yanıltıcı haber başlıkları. Oysa, düştü, düştü diye yaygara kopardıkları enflasyon hesabında kullandıkları kalemler, kimi oda yöneticilerinin bile alay konusu yapabildiği tel, çivi, matkap türünden, halkın günlük-zorunlu tüketimi dışında kalan şeylerdir. Günlük, zorunlu tüketim maddeleri üzerinden yapılacak kabaca bir hesaplama ile yüzde 50leri aşacağı çok açık olan enflasyon, böyle hokkabazlıklarla, kaba kalem oyunları ile yüzde 5lere düşürülebiliyor işte.
Sıfır seviyesindeki ücret zamları, yüzde yüzleri aşan fiyat zamları, yine yüzde yüzleri bulan yeni vergilerle inim inim inletilen işçi ve emekçileri, hiç kuşkusuz, bu iyimserlik bombardımanıyla etkilemek kolay olmayacak. Aynı şekilde, yeni iş yasası ile yüzyıllık ekonomik-demokratik-sosyal haklarının bir kalemde silindiği koşullarda, işçi sınıfı ve emekçileri, AB demokrasisi masalıyla uyutmak da pek kolay olmasa gerek. Kaldı ki, ABye uyum ve demokratikleşme adına çıkarılan yasaların, çoğunlukla daha geriye dönüşü içeren anti-demokratik maddelerle yüklü olduğu da biliniyor. Daha da önemlisi, bu yasaların böyle ardı ardına çıkarıldığı aynı süreçte artarak sürdürülen hak ihlalleri, sistemin hiç de kendini Avrupaya uydurma-yenileme-iyileştirme (azıcık da olsa) niyetinde olmadığının, yasaların alenen gösermelik olarak hazırlandığının kanıtları durumunda.
Zaten, saldırı için uluslararası koalisyon ihtiyacı da burdan doğuyor. Şıracının şahidi bozacı misali, ortak üretilmiş yalanlar, içeriye dışarıdan destek mahiyetinde ortalığa saçılıyor. Herşey ters-yüz ediliyor. Borçlandırarak batırmanın adı yardım, açlıkla terbiyenin adı ekonomide olumluluk göstergesine dönüştürülüyor. İşçi ve emekçi kitleleri, kendi günlük yaşamlarıyla taban tabana zıt bu söylemlerle kandırmak kolay olmasa da, en azından sersemletmek umudu taşınıyor.
Ardardına çıkarılan hak gaspı yasaları ve uygulamalarıyla, zamlarla, işsizlik ve açlık belasıyla yorulmuş, sendikal ihanetle-eylemsizlikle adeta diskalifiye edilmiş durumdaki işçi ve emekçiler, bir de bu iyimserlik bombardımanıyla sersemletildikten sonra, artık Irakta Amerikan jandarmalığına soyunmanın önünde bir engel kalmayacağı hesaplanıyor.
Uluslararası koalisyonun ve yürüttüğü bu saldırının bir tek hedefi var; Irak yolunun dikenlerden, taşlardan temizlenmesi. Düzen cephesinden hiçbir pürüz görünmediğine göre, yolun dikeni-taşı Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler oluyor. Bu kanlı sermaye düzeninin, savaşa ilişkin doğru teşhis edebildiği tek konu da bu gibi görünüyor.
Gerçekten de, Türkiye eğer Amerikanın bu kirli savaşının dışında kalabilirse, bu başarının tek sahibi/tek kahramanı Türkiye işçi sınıfı ve emekçi kitleler olacaktır. Amerikancı düzenin jandarmalık hevesi gözönüne alındığında bu gidişi engellemenin çok kolay olamayacağı ortadadır. Ama zaten kolay bir başarı için kahramanlığa da ihtiyaç yoktur. Sermaye sınıfı, ordusu, hükümeti, medyasıyla düzen, birlik ve beraberlik içinde, büyük bir heves ve kararlılıkla çizme parlatmaya, tüfek yağlamaya başlamış durumda.
Düzen cephesindeki bu topyekûn seferberlik, sınıf ve halk cephesinde de birleşik bir mücadele hattı yaratılmadan durdurulamayacaktır. Ezici çoğunluğu emperyalizm ve Amerikan karşıtlığı etkisindeki emekçi halk kitlelerini birleştirecek ve mücadeleye sevkedecek hatta ise sadece işçi sınıfı sahiptir. İşçi sınıfının, İşçilerin birliği, halkların kardeşliği! şiarında özetlenebilecek konuya ilişkin bakışı, içerde tüm emekçileri, dışarıda ise halkları devrimci birliğe, kardeşliğe ve emperyalist saldırganlara karşı dayanışma ve mücadeleye çağırır.
Ancak bu şiarın, günün acil ihtiyaçları çerçevesinde somutlanarak hayat bulması, anti-emperyalist mücadele cephesinin bizzat sınıf tarafından açılmasıyla mümkün olacaktır. İşçi sınıfı tarafından açılan kanalın, emekçi kitleler tarafından ne kadar hızlı doldurulup taşırılacağına ancak bundan sonra tanık olunabilir.
Amerikan kuklası Türk devletinin Irakta jandarmalığa ne kadar hevesli sarıldığı açık olduğuna; Türkiyede ve dünyada Amerika ve emperyalizm karşıtlığının ne kadar yaygın olduğu (bu zaman zaman düzen cephesinden yapılan anketler üzerinden bile teyit ediliyor) bilindiğine; toplumun en ileri-en devrimci-en örgütlü kesiminin ise herşeye rağmen işçi sınıfı olduğu da kabul edildiğine göre, yapılması gereken açık ve tartışmasızdır: En örgütlü ve ileri kesimlerinden başlamak üzere sınıf bölükleri derhal seferber edilmek zorundadır.
Bu seferberlik yerel-bölgesel parçalı eylemliliklerden emekçi kitlelerin uyarılması ve mücadeleye katılması faaliyetlerine kadar her türlü görev ve çalışmayı içermek zorundadır. Devrimci öncü işçiler sınıfın önünde tarihi bir görev durduğunu, bu görevin sınıfı iktidara dahi taşıyabilecek bir öneme ve uluslararası özelliğe sahip olduğunu görmeli ve bu bilinçle görevlerine sarılmalıdırlar. İşçi sınıfı eğer bu tarihi görevin altına girer ve başarıyla sonuçlandırabilirse, ülkeyi ve toplumu iktisadi-askeri-sosyal yıkıma doğru sürüklemekten başka bir işlevi olmayan kirli savaştan çekip çıkarabilirse; bileğinin hakkıyla toplumsal liderliği ele geçirecek, iktidarın tek ve haklı alternatifi olduğunu kanıtlayabilecektir.
Bugünkü iktidar sahipleri, toplumu kanlı ve kirli çıkarları uğruna felakete sürüklemekte bir an bile tereddüt göstermiyor. Sermayenin bu kirli savaşını engellemek üzere anti-emperyalist bir mücadelenin kanallarını açarak, işçi sınıfı da, hiçbir dar sınıfsal çıkar gütmeden, sırf bileşeni olduğu toplumun kurtuluşu için kendini ortaya koyabileceğini göstermek zorundadır.
Gün, kapitalist barbarlık içinde çöküşü engellemek için, sosyalizm mücadelesini yükseltme günüdür.
Kahrolsun emperyalizm ve yerli uşakları!..
Yaşasın sosyalizm!..
Yaşasın işçi sınıfı enternasyonalizmi!..