Titanik gibi dış politika
Hayır yazının konusu Türkiye değil. Geçen hafta bir yorumcu, ABD ekonomisini Titanike benzetmişti. Aynı benzetme Bush yönetiminin, dış politikası için de yapılabilir. Irakın işgalini meşrulaştırmak için ileri sürülen kitle imha silahları gerekçesi artık iflas etti. Irakta, alanda gelişmekte olan koşullar, Bushun maço kovboylarını, batmamak için, bir taraftan pısırık Avrupalılarla (Fransa, Almanya) diğer taraftan da şer ekseni (İran) uzantıları yerlilerle (Şiiler) işbirliği yapmaya, dolayısıyla tükürdüğünü yalamaya zorluyor.
Yenilmezlik imajı kurulamıyor
ABD, Iraka saldırırken, jeopolitik hesaplar bir yana, üç şeyi kanıtlamayı amaçlıyordu. Birincisi: ABD tek başına yapabilir. Avrupaya, özellikle de eski Avrupaya (Fransa-Almanya) gereksinimi yoktur. İkincisi, ABDnin askeri-teknolojik üstünlüğü, kararlılığı karşısında kimse direnemez. Üçüncüsü, ABD bir ülkenin rejimini yıkıp, serbest piyasaya ve demokratik modele uygun olarak yeniden kurabilir. Çünkü yerel halk ABDyi kurtarıcı olarak görecek ve kucak açacaktır. Biz başından beri, bu hesabın tutmayacağını savunuyoruz.
Irakta savaşı yürüten CENTCOMun komutanı General Franks görevi bırakırken yaptığı konuşmalardan birinde, ABD güçlerine yönelik günde ortalama 10-15 saldırının gerçekleştiğini açıkladı (Reuters, 10/07). 1 Marttan bu yana yaralı sayısı 2000e ulaştı ve 73 Amerikan askeri öldü (CNN 11/07). Bush yönetimi de artık Irakta bir gerilla savaşıyla karşı karşıya kaldığını kabul ediyor ama bu direnişin genel gidişatı etkileyecek öneme sahip olmadığını savunuyor. Ancak, ABDnin direnişi pasifize edemediği, aksine direnişin yaygınlaştığı, zaman zaman, konvoylara yönelik 40-50 kişilik saldırı gruplarına, köprü uçurmak gibi, Nazi işgaline karşı Fransız, Hollanda, Yugoslavya vb.. direnişlerini anımsatan taktiklere başvurulduğu görülüyor. ABDnin henüz Nazi yöntemlerine başvurduğu söylenemez. Ama Guantanama Körfezi konsantrasyon kampı, askeri mahkemeler, işkenceye sıkça başvurulduğuna ilişkin haberler ve nihayet daha sert davranma kararlılığı, bu yönde ilerlemekte olduğunun kanıtı. ABDnin yaratmaya çalıştığı direnemezlik, her şeye kadir egemen güç imajı ve yerlilerin beyaz adamın getirdiği uygarlığı kabul etmeye hazır olduğuna ilişkin meşrulaştırıcı söylem işgalin daha birinci ayında dağılmaya başladı. ABDnin eğittiği Iraklı polis gücü bile işgale karşı protesto gösterileri düzenliyor (Washington Times, 11/07).
Yine kaynak sorunu
ABD ekonomisinin, imparatorluk sürecinin getireceği mali yükü kaldırmaya yetmeyeceğini, Irak petrollerinden kısa sürede bir gelir elde edilemeyeceğini hep vurguladık. İşgalden önce Kongrede konuşan Genelkurmay Başkanı General Shinseki Irakı işgal edebilmek için 200 bin kişilik bir güç ve yılda 50 milyar dolar gerektiğini söylemiş, ancak bu saptamalar Rumsfeld tarafından şiddetle reddedilmişti. Geçen hafta Rumsfeld, halen Irakta 148 bin asker olduğunu ve işgalin ABDye ayda 4 milyar dolara (yılda 48 milyar dolar) mal olduğunu itiraf etti (The Economist,12/07). Ancak bu büyüklüklerin de yetersiz kaldığı görülüyor. Nitekim, RAND Corporation (CIAnın entel yüzü) analistlerinden James Quinlivanın işaret ettiği gibi, güvenlik sağlama operasyonlarında... ABD, Avrupa gibi toplumsal şiddet düzeyi düşük ülkelerde bin kişiye 2-3 güvenlik görevlisi yeterli olurken, Kuzey İrlanda, Bosna, Malezya ve Kosova gibi ülkelerde her bin kişiye 20 güvenlik görevlisi gerekiyor (Aktaran Prof. A.J. Kuperman, USA TODAY, 16/04). Kupermana göre verili şiddet düzeyi ve 24 milyonluk nüfusu göz önüne alındığında Irakı pasifize etmek için en azından 480 bin barış görevlisi gerekli. Mali faturası bir yana, Financial Timesdan Martin Wolfun aktardığı gibi, salt personel rotasyonu göz önüne alındığında bile, bu büyüklük ABD ordusunun aktif personelinin tümünün buraya bağlanması demek (8/07). Christian Science Monitorun bir analizi durumun çok daha imkansız olduğunu gösteriyor. Birincisi ABDnin toplam aktif asker sayısı 480 bin, yedekleriyse 550 bin. CSMye göre ABDnin, bugün 150 bini Irakta olmak üzere toplam 250 bin askeri ülke dışında. 480 bine 250 bin oranı, ABD silahlı kuvvetleri personeli morali üzerinde olumsuz etki yapıyor. Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi Direktörü Cordesmana göre bu oran gerekli profesyonellik düzeyinin sürdürülebilmesine olanak vermez. Üstelik, kimyasal biyolojik silahların henüz bulunamamış olması, Bushun ve Blairin Irak konusunda yalan söylemiş oldukları ilişkin kanıtların hızla birikmesi, CNBCnin yayımladığı bir yoruma göre her iki hükümetin Irak politikasında derin bir kriz yarattı, yönetimlerin iç çelişkilerini derinleştirdi (11/07). Amerikan kamuoyunda Irakı işgal etmeye değerdi, ve Savaş iyi gidiyor diyenlerin oranının Nisan ortasında yüzde 73ten, son günlerde sırasıyla yüzde 56 ve yüzde 23e gerilemiş olması da Başkanlık seçimler aklaşırken, Irakta durumun böyle devam edemeyeceğini gösteriyor. Hiç mi çözüm yok?
Kolektif emperyalizm
Bir çözüm, artık sık sık dile getirilmeye başladığı gibi (Fred Kaplan, Slate, 8/07; Fareed Zakaria, Newsweek 14/07; M.Wolf, Financial Times 08/07), NATO, BM gibi kurumlara, Fransa, Almanya, Rusya gibi ülkelere başvurup, mali kaynak ve personel yardımı istemek (Senator Cari Levin, CSM, 10/07). ABD diplomatları dolaylı olarak bu zemini yokluyor. Ancak ABDnin müttefikleri henüz isteksiz (USA TODAY, 10/07); Fransa konuyla ilgili bir BM kararı gerekir diyor (International Herald Tribune 11/07); demek ki istediklerini henüz kopartmış değiller. Bu çözümü benimsemek, ABD açısından imparatorluk hayalinden vazgeçip kolektif emperyalizm yolunu, primus interpares (eşitler içinde birinci) konumunu kabul etmek anlamına geliyor. Ne ki ABDnin yalaması gereken tükürük bu kadarla da sınırlı değil.
ABDnin Iraktaki isyanı bastırma stratejisi seçeneklerini inceleyen ayrıntılı bir yazı (Strattor, 07/07) başarının yolunun, isyancı yerel halktan destek almaktan geçtiğini gösterdi. Bunun için ABDnin Şii nüfusla uzlaşması, İranla sen buraya karışma ben de seni destabilize etmeyeceğim diyerek anlaşması hatta belki de şer ekseninden çıkarması gerekiyor. Bu süreç ise ister istemez, Irakın toprak bütünlüğünden vazgeçilmesine, Kuzeyde, Türkiye ve Suriye sınırları içindeki Kürtleri de gündemine alan bir Kürt devletinin kurulmasına açılıyor (Raph Peters, New York Post 10.07).
Özetle Bush yönetiminin başlangıçta uluslararası sulara indirdiği imparatorluk destroyeri, giderek Titanike benzemeye başladı. Güvertede birileri, En büyük Amerika naralarıyla kendilerini avuturken, gemi meşum kaderine doğru ilerlemeye devam ediyor. Bunun için, bir süredir, bu koroya katılmak yerine çarpma anında, kendi başının çaresine bakmak için hazırlanmak gerektiğini söylüyoruz.
Ergin Yıldızoğlu
(Cumhuriyet, 15 Temmuz 03)
Yalancının mumu...
Savaşı göze alan yalanı da göze alır; dünya tarihi bu deyişi doğrulayan savaşların da tarihi aynı zamanda... Ancak, Iraka savaş açmaya karar veren Washingtondaki lobinin bunun için göze aldığı yalanların haddi hesabı yok. İngiliz Independent gazetesi dün ilk 10unu aktardığım tam 20 yalanı birbiri ardına sıralıyor... Onları okurken fark ettim; George Bush, Hayır, yalan söylemedim dedikten sonra bile doğruları çarpıtmaya devam ediyor...
Dün okuduğunuz ilk 10 yalanı bir kez daha hatırlayalım: 1. 11 Eylül olaylarının sorumlusu Iraktı. 2. Irak ile el-Kaide arasında irtibat var. 3. Nükleer silâh imal etmek isteyen Irak Afrikadan uranyum alma peşinde. 4. Irak nükleer silâh yapımı için uranyum tüpü bulmaya çalışıyor. 5. Irakın elinde Körfez Savaşından kalma kimyasal ve biyolojik silâhlar var. 6. Irakın elinde Kıbrıstaki İngiliz askerlerini tehdit edebilecek menzilde kimyasal ve biyolojik silâh taşıyan 20 kadar füze var. 7. Saddamın elinde çiçek hastalığı yayacak imkânlar var. 8. ABD ve İngiliz iddiaları denetçiler tarafından da destekleniyor. 9. Denetçilerin önceki çalışmaları başarısız oldu. 10. Irak denetçilerin çalışmasını engelliyor.
Savaş öncesi çok işittiğimiz bu iddiaların hiçbirinin doğru olmadığını bugün daha iyi biliyoruz. Washington ile Londra, Amerikan ve İngiliz halklarını savaşa ikna edebilmek için daha başka yalanlar da söylemekten çekinmedi. Independentin yalanlar listesinden diğerlerini de aktarayım:
Yalan 11: Irak, elindeki kitle imha silâhlarını 45 dakika içinde devreye sokabilecek durumda. Bu iddia Irak ordusunda subay olduğu söylenen tek bir kaynağa dayanıyordu. Savaş bitti, o şahıs ortaya çıkmadı. Zaten, Tony Blair de kendi iddiasını kendisi yalanladı. Şu sözlerle: Irak silâhlarını mayıs ayında saklamaya başladı. Bu, silâhların 45 dakika içinde devreye sokulamaz olduğu anlamına geliyor.
Yalan 12: Uyduruk dosya. Blair, dosyanın yayınlandığı şubat ayında, Avam Kamarasında, Hafta sonu yeni istihbarat da ekledik; istihbarat raporlarını yayınlamanın zorluğunu kabul edersiniz herhalde. dedi. Hemen ardından, dosyadaki bilgilerin çoğunun kaynak gösterilmeden internetten apartıldığı anlaşıldı. Geçen ay, Blairin basın danışmanı Alastair Campbell memurlarının apartma suçunu kabullendi, ama dosyanın gerçekleri yansıttığı iddiasını sürdürdü. Oysa, dosyada, Irakın iki istihbarat örgütü karıştırılmış ve birinin kurulmasından iki yıl önce (1990) yeni bir binaya taşındığı ileri sürülüyor...
Yalan 13: Savaş kısa sürecek. ABD ve İngilterede halkın tedirginliğini gidermek için, baskı altındaki Iraklıların işgalci güçleri sahiplenecekleri ileri sürüldü. Her şey çok kolay olacak denildi. Oysa öbek öbek direniş oldu, özellikle de sivil giyimli nizami olmayan güçler çarpıştı. Bir general, Bizim savaş-oyunu oynadığımız düşmanlar bunlar değildi diye yakındı.
Yalan 14: Ümm Kasr. Irakın en güneydeki kentinin, Anglo-Amerikan güçleri tarafından alınmadan önce, hem de birkaç kez, düştüğü ilân edildi.
Yalan 15: Basra isyanı. Irakın ikinci en büyük kenti Basranın Şii halkının baskıcı yönetime karşı isyan bayrağı açtığı günler boyu tekrarlandı; bir Irak zıhlı tugayının teslim olduğu da... Bunlar doğru değildi.
Yalan 16: Er Jessica Lynchin kurtarılması. Savaşın en moral yükselten öykülerinden biriydi bu. Er Lynchin son kurşununa kadar savaştığı, silâh ve bıçak yarası yüzünden hastaneye kaldırıldığı duyuruldu. Şimdi ise, Lynchin vücudundaki yaraların bir kazadan oluştuğu ve kazanın tek bir kurşun bile sıkmasını engellediği biliniyor. Lynchi teslim etmek isteyen hastane doktorları üzerine Amerikan askerleri ateş açtı. Askerler sonunda hastaneye geldiklerinde en ufak bir direnişle karşılaşmadıkları halde kamerayla kaydettikleri olayı kahramanlık öyküsüne çevirdiler.
Yalan 17: Askerî birlikler kimyasal ve biyolojik silâhlarla karşı karşıya kaldı. Bağdata yaklaşan Amerikan güçleri kırmızı hattı geçerse, Cumhuriyet Ordusunun kimyasal silâh kullanacağı haberi uçuruldu. Komando komutanı Gen. Conway, Ulaştığımız depolarda hiçbir kimyasal silâh bulmadık; istihbaratımız hatalıymış açıklamasını yaptı.
Yalan 18: Bilimadamlarını sorgulayınca KİS bulacağız. Blair, nisan ayında, Silâhlar orada; bilimadamları ve uzmanların yardımıyla onları bulacağız demişti. Irakın hemen bütün bilimadamları gözetim altında, ama silâhlar hâlâ ortada yok.
Yalan 19: Irakın petrol gelirleri Iraklılara harcanacak. Blair, Biz oraya petrol için gitmedik deyip durdu ve gelirlerin bir BM fonunda toplanacağını bildirdi. Ancak, ABD ve İngiltereyi petrol gelirleri üzerinde söz sahibi kılan bir BM tezkeresi çıktı ve BM fonu filân da oluşturulmadı.
Yalan 20: KİSler bulundu. Bush ve Blair, 30 Mayısta, mobil biyolojik laboratuvarlar bulunduğunu ilân ettiler. Bulunan iki aracın balon şişirmekte kullanıldığı anlaşıldı. İki araç da İngiltereden ithal edilmiş zaten.
Independentin listesi yayımlandıktan sonra, George Bush Ulusa Sesleniş konuşmamın muhtevasından önceden haberdar değildim dedi. Ardından da, konuşma metni üzerinde çıkartma ve eklemeler yaparken çekilmiş fotoğrafları çıktı ortaya.
Yalancının mumu yatsıya kadar yanıyor.
Taha Kıvanç
(Yeni Şafak, 17 Temmuz 03)
|