2,5 katrilyon lira gibi ağır bir yeni zam ve soygun paketi daha geliyor. İMF ile görüşmeler çerçevesinde çoktan hazırlanmış bulunan bu paket için, açıklaması yine kamu TİSlerine rastlatılmak suretiyle, kamu işçilerinin ve memurların ücret zamlarının yarattığı açığın kapatılması gerekçesine yaslanılmaya çalışılıyor. Bununla, bir yandan çalışan kesimler arasına nifak tohumları saçılmak istenirken; diğer yandan, aslında bu kesimlere bütçeden beş kuruş bile ayrılmadığı itiraf edilmiş oluyor.
Ama zaten bütçenin faiz-borç-savaş bütçesi olacağı önden belliydi. Komünist basın, daha hükümet tarafından 2003 bütçesine ilişkin hiçbir açıklama yapılmadan, bu gerçeği bu açıklıkta anlatarak, işçi sınıfı ve emekçi kitleleri uyarmaya çalışmıştı. Uyarı, bugünkü TİSlerde sıfır zam dayatmaları, zorunlu geçim maddelerine fahiş zamlar, yeni vergiler, özelleştirmeler vd. araçlarla kitlelerin daha da yoksullaştırılacağı yönündeydi. İMF ile yapılmış ve yenilenmiş anlaşmaların zorunlu gereğiydi çünkü bu.
Buradan bakıldığında, bütçeye kamu ücret zamları için bir kalem koymayan hükümetin, bu zamlarla oluşacak açık için bugünkü paketi daha o günden hazırlamaya başladığı/başlamak zorunda olduğu görülecektir. Bu paket hazırdı, kamu TİSlerinde sıfır zam dayatması hayata geçirilebilseydi de açılacaktı. Tek farklılık olarak açıklamaya değişik bir bahane uydurmaları gerekecekti, o kadar.
Hükümetlerin, her zam ve soygun paketine kamu ücretleri bahanesi öne sürerken bir amacı da; devletin bu ücretleri cepten ödemediği, bu alanlardan söz konusu ücretlerin kat be kat üstünde bir gelir elde ettiği gerçeğini gizlemektir. Tabii, bu gerçekliğin önemli bir parçasını da, o gelirlerin ne olduğu, nereye gittiği, nasıl harcandığı soruları eşliğinde büyüyen yolsuzluk dosyaları oluşturmaktadır.
Örneğin, kamu çalışanları içinde enerji işkolunda istihdam edilmiş bulunan işçi ve memurlar da yer almaktadır. Sadece açığa vurulan kadarı üzerinden hesap edilse dahi, enerji alanında gerçekleştirilen vurgunların miktarı, enerji işkolunda çalışan işçi ve memurların ücretlerini yıllar boyu ödemeye yetecek miktardadır. Bu aynı yöntem, yolsuzluk soruşturması geçiren tüm kamu kurum ve kuruluşlarına aynen uygulanabilir. Sayısal karşılaştırmaları yapılabilir.
Ancak, asıl konu, her kamu kurum ve kuruluşunda çalışan ücretlilerin, devlete, kendi ücretlerinin çok üstünde bir kâr sağladığıdır. Özelleştirme için halen kullanılmaya devam eden kârsızlık gerekçesi çoktan geçerliliğini yitirmiş, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamu hizmet sektörleri çoktan liberalleştirilmiş durumdadır. Kaldı ki zaten üretim ve ticaret üzerine kurulu bulunan KİTler kâr getirmesin. Kamu sektöründe çalışanların ekonomiye kattıkları artı-değer, tıpkı özel sektörde çalışanlar gibi, kendilerine reva görülen sadaka ücretlerin çok çok üstündedir. İnsanca yaşamaya yetecek bir ücret talepleri de, bu katkılarının verdiği özgüveni yansıtmaktadır.
Yeni soygun paketiyle, temelden yanlış ifade edilen açık konusu, yine tümüyle işçi ve emekçi kitlelerin sırtından kapatılmak istenmektedir. Tüketim maddelerine, sosyal hizmetlere yapılacak zamlardan sadece işçi ve emekçilerin etkilendiği biliniyor. Her türlü kişisel ve kurumsal giderini vergiden düşürmenin binbir yolunu bulan burjuvalar için yeni zamlar hiçbir anlam taşımazken, vergisi kaynaktan kesilen işçi ve memur için maaşında azalma anlamına gelmektedir.
Bunun basitçe tercümesi ise; kamu işçisi ve memurların maaşları %5 zamlanmıyor, %20 hatta daha fazla eksiltiliyor. Paket için açıklanmış bulunan rakamlardan sadece eğitime katkı payı için %60 zamdan söz edildiği göz önüne alınırsa, hesabın hiç de karışık olmadığı görülecektir.
Blair Pentagon patentli saldırgan doktrine destek arıyor!
Haydutbaşı Bush ile fino köpeği Tony Blair zor günler yaşıyorlar. Tarihin tanık olduğu en vahşi saldırılardan biri olan Irak işgaline imza atan bu iki savaş kundakçısının adı yalancılıkla özdeşleşmiş durumda. Bunun nedeni, Irakı işgal etmek için öne sürülen tüm gerekçelerin sahte olması. El Kaide ile Irak ilişkisi, kitle imha silahlarının varlığı, nükleer silah üretmek amacıyla Nijerden gerekli malzemelerin alındığına dair belgeler vb... Bu iddiaların tümünün uydurulmuş yalanlar olduğu bizzat CİA tarafından bile kabul edilmek zorunda kaldı. Hatta CİA, tüm sorumluluğu üstüne alarak, Bush ve savaş çetesini kurtarmaya çalışıyor.
Emperyalist saldırganlığa tam destek veren BBC gibi etkili yayın kuruluşları açığa çıkan yalanların üzerine gitme ihtiyacı duymaya başladılar. İngiliz gazeteleri Blairin yalanlarını günlerce manşete çıkardı. Son günlerde ise, BBC ile Tony Blair arasında, açığa çıkan yalanlar üzerinden devam eden bir hesaplaşma yaşanıyor. Karşılıklı atışmalar/suçlamalar pek alışılan cinsten değil. Saygınlığını yeniden kazanmak için bu dala tutunan BBC taviz vermezken, gittikçe sıkışan hükümet BBCyi yalancılıkla suçlayarak içine düştüğü utanç verici durumdan bir çıkış yolu arıyor.
Yalanların açığa çıkması Bush ve Blaire duyulan güveni günden güne sarsıyor. ABD kamuoyunda Busha verilen destek kısa sürede %74ten, %53e geriledi. İngilizlerin %66sı ise, Blairin bilerek ya da bilmeyerek kendilerini yanlış yola sevk ettiğini düşünmeye başladılar. Bu arada iki emperyalist ülkenin istihbarat örgütleri CİA ile M16 birbiriyle çelişkili açıklamalarda bulunuyorlar. Bush yönetimi ve CİA yalanları kabul ederken, Blair ile M16 inkar etmeye devam ediyor. Blair bu çelişkiyi, ABDnin bilmedikleri delillere sahip olduğunu iddia ederek açıklıyor. Ancak, nedense bu delilleri/belgeleri ne BMye sunuyor (ki BMye sunmaları zorunludur), ne de basına açıklıyorlar. Bu da yalanı yalanla örtme taktiği olsa gerek.
Yuvarlandıkları yalan çukurunda yaşadıkları sıkıntılardan hızla ders çıkaran Bush/Blair ikilisi dahice bir çözüm üretti. Buna göre, bir ülkeyi işgal etmek için kitle imha silahlarına, bunu kanıtlayan belgelere ihtiyaç duyulmayacak. Bir ülkenin diktatörler tarafından yönetilmesi veya iç savaş yaşanması durumunda, bu, söz konusu ülke/ülkelere askeri müdahale için yeterli kabul edilecek.
Londrada toplanan İlerici Yönetim Anlayışı konferansında katılımcılara Blair imzalı bir metin dağıtıldı. Bu metinle yeni çözümü katılımcılara anlatan Blair, çoğu sosyal demokratlardan oluşan katılımcılardan saldırgan tezine destek istedi. Emperyalist işgal saldırılarına gerekçe arayan Blair, diktatörlere karşı duran kahraman demokrat rolüne soyunuyor. Oysa sahte demokrat Blairin Britanyası, sadece son 6 yılda 5 ülkeye karşı girişilen emperyalist saldırılarda yer almış. Amerikan emperyalizminin Irakı yakıp yıkmasına tam destek veren, saldırıya 12 bin askerle fiilen katılan tek ülke yine başında Blairin bulunduğu İngilteredir.
Pentagon patentli olduğu her halinden belli olan Blairin önerisi bekleneceği gibi destek bulmadı. Londrada düzenlenen ve üç gün süren toplantıya katılan 14 ülkenin liderleri, iç savaş, isyan, baskı veya devletin başarısızlığı nedeniyle bir halkın ciddi zarar gördüğü ülkelerde, ilgili devlet bu durumu düzeltmiyor veya düzeltemiyorsa müdahale etmeme ilkesi, yerini uluslararası koruma sorumluluğuna bırakır ifadelerinin yer aldığı metne imza atmayı reddettiler.
Yaşadığı fiyaskoya rağmen Blair, zirvenin son gününde yaptığı konuşmada, başarısız devletlere yönelik askeri müdahaleleri belirleyecek yeni uluslararası kurallar oluşturulması çağrısında bulundu. Emperyalist saldırılara kılıf uydurmak için gösterilen bu ısrar, Iraktan sonra başka ülkelere yönelik olarak da işgal amacıyla hazırlıklar yapıldığının açık bir göstergesi. Irak işgalinden sonra Suriye, İran son günlerde ise Kuzey Korenin açık tehditlere maruz kalmaları elbette rastlantı değil.
Beyaz Saraydaki savaş kundakçısı çetenin ilan ettiği uzun erimli savaşta bir engel kabul edilen BMnin diplomatik açıdan işlevsizleştirilmesi ya da saldırganlığa onay veren noter haline getirilmesi amacıyla girişimlerde bulunma misyonu İngiliz emperyalizmine biçilmiş. Nitekim Londradaki toplantıya Blair tarafından sunulan metnin bir anlamı da bu. Eğer önerilen metin kabul görseydi, BM önemli oranda işlevsizleşmiş olacaktı.
Londradaki toplantıda beklediği desteği bulamayan Blair, bu girişimlerini devam ettirecek. Nitekim İngiliz dışişleri bakanlığı, BMnin 21. yüzyıla uygun bir kurum haline getirilmesi için reform paketi hazırlıyor. Burada uygunluktan neyin kastedildiğini anlamak zor değil. Hedef seçilen ülkelerin işgal edilmesine destek veren her ülke/kurum uygunluk standardına erişmiş sayılacak. Zaten haydutbaşı Bush, uzun süreli emperyalist paylaşım savaşını ilan ederken, ya bizden yanasınız, ya da düşmanlarımızdan ikilemini dayatmıştı. Bu kıstas BM için de geçerli. Saldırıyı başlattıkları zaman BMyi aşağılayan tavırlar içine giren Bush ve çetesi dünya halkları nezdinde gayri meşru duruma düşünce, BMyi saldırgan savaş politikasına alet etmenin daha uygun olacağına karar vermiş görünüyorlar. Ancak BMnin bu haliyle tedikleri kapsamda bir destek vermesi mümkün görünmüyor.
Zincirlerinden boşalarak dünya halklarına karşı saldırıya geçen emperyalist haydutları durdurmak kuşkusuz Birleşmiş Milletler ya da Güvenlik Konseyinin işi değildir. Onlar gayri meşru konumlarını BM desteğini alarak bir nebze düzeltmeye çalışıyorlar. Bu konuda elde edebilecekleri başarı aynı zamanda diğer emperyalist odakların hizaya getirilmesi anlamına da gelecek. Emperyalizmin vahşi saldırganlığını durdurmak ise, başta işçi sınıfı ve ezilen halklar olmak üzere tüm anti-emperyalist, anti-kapitalist güçlerin üstüne düşen sorumluluktur.